Türkiye'de olduğu gibi dünyada da genelde mistisizm, özelde İslâm tasavvufu yükselişte. Demokratikleşmenin de etkisiyle tasavvuf giderek yeraltından görünür plana çıkıyor. 21. yüzyıl ya dinî bir yüzyıl olacak ya da hiç olmayacak". Bu yüzyılın mevcut ve dinin her zamankinden fazla tartışmaların odağında olduğunu düşünürsek Fransız düşünür Andre Malraux'ya izafe edilen bu öngörü haklı çıkmış gibi görünüyor. Genelde din, özelde İslâm hemen her yerde gündem konusunu oluştururken bir yandan da dünya yeni bir gelişmenin yükselişine şahit oluyor. Görünüşe göre tasavvuf ya giderek yükseliyor ya da gitgide görünür hale geliyor…
Tüm dünyada büyük kitapçıların mistisizm bölümlerinde Mevlana, İbn-i Arabi ya da Hallac-ı Mansur'un kitapları eksik olmazken Türkiye'de de son yıllarda tasavvuf kitaplarının adeta patlama yaptığı görülüyor. "Tasavvuf irfanına ilişkin yayınlarda, nicelik ve nitelik açısından kayda değer bir gelişme yaşandığını" söyleyen tasavvuf araştırmacısı yazar Sadık Yalsızuçanlar'a göre "Sufilerin menkıbeleri, seyr-i süluk denen yetkinleşme öyküleri, o süreçte deneyimledikleri hakikatler, vizyonları çeşitli kitaplarda bulunuyordu ve bu kitaplar artık sıklıkla yayınlanıyor".
Kitabevi raflarına bakıldığında iki tür kitabın ağırlıkta olduğu görülüyor: komplo teorileri ve tasavvuf kitapları…
Görünen o ki gizem her zaman iş yapıyor. İslâmi Araştırmalar Vakfı araştırmacısı Cüneyt Köksal'a göre "Kitap piyasası arz-talep ilişkisine göre işliyor. Bu kadar kitap basılıyorsa bunu talebin çokluğuna yormak gerek". Tasavvuf dergileri revaçta Tasavvuf yayınları içinde her dönemin yıldızı olanları var. Elif Şafak'ın Aşk'ı ya da Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar'ından bahsetmiyoruz. Onlar tasavvufun ne kadar ilgi çektiğine birer işaret olsa da bu kategoriye girmiyorlar. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi'nin bir tasavvuf tarihi özeti mahiyetindeki benzersiz eseri "Amak-ı Hayal" ülkemizde yükselen metafizik gerilimin tek başına temsilcisi adeta. Hemen her yayınevinin bastığı bu kitap, yıllardır vitrinlerin değişmez eseri konumunda. Tasavvuf yayıncılığının yükselişine tasavvuf dergileri enflasyonu da eşlik ediyor. İlmi ve akademik Tasavvuf Dergisi, Keşkül, İpekyolu, Semerkand, Altınoluk, Feyz, Fıtrat, Gülistan, Kur'an Nesli, Rahle, Rehber, Gülistan, Arifan, Furkan, ancak sayabildiklerimiz…
Son yıllarda gazete bayilerinde sayıları görünür şekilde artan bu dergiler toplumda yükselen tasavvuf merak ve eğiliminin tartışmasız birer göstergesi…
Bir yayıncı tasavvuf kitaplarının yükselişine şu sözlerle işaret ediyor: "İnsanların ilgisini, tasavvufa oldukça mesafeli duran Nur cemaatine yakın Timaş'ın sırf tasavvuf kitapları için yeni bir yayınevi (Sufi Kitap) açmasından da anlamak mümkün". Sadık Yalsızuçanlar gidişatı olumlu görüyor ama bunun bir sorun da ürettiği görüşünde: "İbn-i Arabi'nin algı düzeyi yüksek ve inisiye olmuş yetkin insanlara seslenen eserleri birden 'genel okur'un kitaplığına giriveriyor.
Bu eserlerle aramızda ciddi engeller var. Onların aşılması daha çok zamana ihtiyaç gösteriyor".
Bugün tasavvuf konferans ve sohbetlerine her yerde rastlamak mümkün. Tasavvufun cazibesi tüm dünyada giderek artış gösterirken, Türkiye'de de görünürlüğü artıyor. Eskiden kapalı kapılar ardında manevi yönelişlerini sürdüren ehl-i tasavvuf giderek daha sık meydana çıkıyor. Tasavvuf daha çok konuşuluyor, yazılıyor ve merak ediliyor.
Üstelik gizlice yapılan faaliyetlerin yarattığı şüphelerin yerini şeffaflaşma ve berraklaşma alıyor. Sadık Yalsızuçanlar bu süreci şu şekilde değerlendiriyor:
"Bu gayri insani süreç kapanıyor. Dergâhlar, zaviyeler, tekkeler, hankâhlar… birer irfan ve sanat ortamı idiler. Bugün bunların yeniden dirildiğine tanık oluyoruz". Tasavvuf araştırmacısı Nurfeti Seyit Erkal bu durumu "Dünyada genelde metafizik akımlara bir yöneliş var. Özellikle quantum fiziği sonrasında kainatı algılayış biçiminin değişmesinin, metafizik ve fiziğin birbirleriyle daha fazla yakınlaşmalarının da bunda payı var" sözleriyle açıklıyor. Tasavvuf eğiliminin toplumda giderek yaygınlaşması sadece medya ve yayıncılıkla ya da akademik toplantılarla sınırlı değil. Aslında tüm bunların gerçek hayatın yansımaları olduğunu söylemek mümkün…
Semtimizin mini dergâhı
Ortaköy'de bir lokaldeyiz… Görünüşlerinden dindar oldukları derhal anlaşılan semt sakinlerinin küçük bir çayhane görünümündeki bu lokali, aslında Menzil Cemaati'ne bağlı "Sofiler"in arada bir toplanıp, kendi usullerince tasavvuf dersleri yaptıkları mini bir dergâh… Birbirlerine "Sofi" olarak hitap eden bu insanlar burada günün belirli vakitlerinde biraraya geliyor, derslerini yapıyor, virdlerini ve zikirlerini çekiyor, hatta "Hatme-i Hacegân" dedikleri zikir ayinini gerçekleştiriyorlar. Üstelik bu mini dergâh tek değil. İstanbul'un pek çok semtinde de Menzil şeyhinin tayin ettiği halifeleri vasıtasıyla idare edilen benzerlerinde, Nakşîler tasavvuf yolunun gerektirdiği ibadet ve zikri beraberce gerçekleştiriyorlar. Nakşî tarikati deyince hitap ettiği kitlenin büyüklüğü sebebiyle ilk akla gelenlerden birisi Menzil Cemaati… Adıyaman'ın Kahta ilçesinin Menzil köyünde Nakşî geleneğini devam ettiren Halidî geleneğinden gelen bu topluluk, siyaset ve toplumsal olaylarla ismi oldukça yıpranmış olsa da Türkiye'de yaşayan tasavvuf uygulamalarının en yaygın örneklerini sunuyor. Sayıları birkaç milyon olarak düşünülen Menzil Cemaati Türkiye'deki Nakşî tarikat kollarından sadece biri…
Menzil şeyhinin hemen hemen Türkiye'nin her yerinde bulunan halifeleri semtlerindeki insanlarla ilgileniyor, davet ediyor, tasavvuf dairesine girmiş olanlara dersler veriyor. Pek çok semtte kaçak göçek vaziyette kurulmuş olan küçük dergâhlar, ana dergâha sürekli gidemeyen taliplerin buralarda halifeler aracılığıyla bilgilenmesi, ders alması, zikir yapmasına imkân sağlıyor.
Tasavvuf ve ezoterizm araştırmacısı yazar Metin Bobaroğlu, tv-radyo programları, yazdığı kitaplar ve verdiği konferanslarla kadim bilgeliği günümüz insanının anlayışına uygun olarak aktaran modern bir yüz. Tasavvufun toplumda yükselişinin faal bir şahidi… Tasavvufun hem geleneğinden yetişmiş hem de teorisine vakıf… Bobaroğlu'na göre de "Tasavvufa çok büyük bir ilgi var". Ama "Dünyada İslâm'a yönelişler de esas olarak müftüler, din adamları eliyle olmuyor, İslâm asıl tasavvuf yoluyla dünyaya yayılıyor" görüşünde. Başından geçen bir örneği aktarıyor bize: "Bundan 4-5 ay kadar önce Türkiye'de Mevlevîliği araştırmak üzere gelen bir gazeteci bana da uğradı. Ben kendisine sordum: 'Neden sufilik üzerine bir araştırma yapmak ihtiyacı duydunuz?'. Bana şöyle cevap verdi: 'İngiltere'de sufizm ve Mevlevîliğe çok ilgi duyuluyor ve İngilizler arasında sufizm Mevlevîlik biçiminde yayılıyor. Bu sebeple bu konuyu araştırmak istedik'".
Bu yönelimin sebebini şöyle açıklıyor:
"Modernizm ve pozitivizmin kurduğu dünya insansızlaşmış, vicdansızlaşmıştır. Bugün insanlar bu duvara tosladıkları için artık vicdan, sevgi, kalp ve rahmet arıyorlar". Ancak bir uyarısı var: "Tasavvufta kitap bir prospektüs, bir mektup gibidir. O mektupla kalınmaması, sahibine gidilmesi gerekir. Yani kitaptan tasavvuf olmaz, tasavvuf insansız, "mürşid-i kâmil"siz olmaz".
Türk Kadınları Kültür Derneği'nin İstanbul Başkanlığını yapan Cemalnur Sargut son dönemlerde ülkemizde tasavvufu muhafazakâr kesimlerin dışındakilere de sevdiren alışılmadık bir kişilik. Yazdığı kitaplar, verdiği yurtiçi ve yurtdışı konferanslarla Sargut, tasavvufun hiç beklenmedik kesimlere dahi ulaşmasına vesile olmuş. Tabii yanında beraber emek veren çoğunluğu kadınlardan oluşan küçük bir de "aşk ordusu" mevcut. Cemalnur Hanım'ın tv, radyo ve akademi çalışmalarının dışında düzenli olarak Erenköy'de her Çarşamba yaptığı tasavvuf sohbetlerinin müdavimleri neredeyse lokalin dışına taşıyor. "Allah, Resulullah ve Ehl-i Beyt" aşkından, dinin manasından, Kur'anın açıklanmasından yola çıkan sohbetlerine devam edenler hiç de muhafazakâr ya da taşralı görünümünde değiller. Hepsinin eğitimli, sosyal statü sahibi ve modern hayatı benimsemiş insanlar olduğu derhal belli oluyor. Başın açık ya da kapalı olmasından değil, gönlün temiz olmasından, ilahi aşktan dem vuruyor. Kenan Rifai'nin talebesi Samiha Ayverdi'nin yetiştirdiği annesi Meşkure Sargut'tan sonra bu yolu temsil ediyor Cemalnur Hanım. Dergâhların kapanmasına ses çıkarmayarak kendi dergâhını kapatırken "bir gün açılacaktır ama akademi olarak açılacaktır" diyen üstadı Kenan Rifai'nin yolunda giderek tasavvufun günümüzde akademik çatı altında yapılması için uğraşı veriyor. Yurtiçinde düzenlenen oldukça önemli İbn-i Arabi ve Şems sempozyumlarının yanı sıra ABD'de bir üniversitede Kenan Rifai kürsüsü kurduktan sonra, yeni hedefleri Çin'de bir Kenan Rifai ve tasavvuf enstitüsü açmak.
Bir anlamda şeyhi…
18. yüzyıl saray hekimlerinden Nurettin Cerrahî'nin kurduğu Nurettin Tekkesi olarak da bilinen Cerrahî Dergâhı bugün hâlâ Karagümrük'te faaliyet gösteriyor. Klasik Türk Müziği ve bilhassa Tasavvuf Müziği'nin en vasıflı şekilde yaşatılıp icra edildiği bir kültür ocağı aynı zamanda bu dergâh... Ahmet Özhan, Mazhar Alanson, Sami Özer gibi müzisyenlerin yanında pek çok meşhur musikişinas ve hâfızla da tanınan bir dergâh burası. Bu dergâhın bir diğer özelliği ise sadece İstanbul'la sınırlı kalmayarak tasavvufu tüm dünyaya taşıması… 1980'lerde vefat eden efsanevi şeyhleri Muzaffer Özak döneminden başlayan bu süreç günümüzde binlerce Batılının İslâm tasavvufuyla tanışmasına vesile olmuş ve Kanada'dan, ABD'ye, Meksika'dan Arjantin'e kadar pek çok yerde Cerrahî dergâhlarının açılmasıyla sonuçlanmış. Dergâhın yabancı misafirleri eksik olmuyor. Son olarak dergâhta tanıştığımız iki genç talipli, Arjantin'deki Cerrahîler vasıtasıyla İslâm'la tanışan ve intisap eden iki Arjantinli Ermeni kardeşti.
Tasavvuf yazarı İsviçreli dansçı
25 yıl önce bir dansçı iken New York'ta İslâm'la tanışan ve bir kadın sufiye dönüşen, günümüzde ise sufizm üzerine kitaplar yazan Rabia Brodbeck tasavvufa yönelen binlerce Batılıdan sadece biri. 18 yıl Londra'da bale ve modern dans eğitimi gören Christine Brodbeck 1987'de Müslüman olduktan sonra Rabia adını almış ve mürşidinin peşinden gelerek İstanbul'da yaşamaya başlamış. Brodbeck alışıldık olanın aksine Batılılara hitap etmekten çok, tasavvufu öğrendiği ülkede kitaplarıyla okuyucuya ulaşan bir yazar. İhtida etmiş bir Batılı olması Doğulu okuyucuları için en cazip yönü. "İsviçreli" ve "tasavvuf" gibi beraber düşünülemeyecek kavramları biraraya getirebilmiş, görünüşü itibarıyla Türklere benzemiş ancak Türkiye'de geçirdiği 25 yıla rağmen İsviçreli karakterini sufiliğe sindirmiş bir isim Brodbeck.
Bugün Londra, Mexico, Toronto, New York ya da Buenos Aires'te bir Cerrahî, Nakşî, Mevlevî ya da Rufai dergâhı bulmak işten bile değil. Ya da bugün bu toplulukların dergâh mahiyetinde Türkiye'de toplandıkları ocaklar ziyaret edildiği zaman Amerikalı, Fransız, Meksikalı ya da Avustralyalı dervişlerin diz çöküp oturduğunu görmek oldukça sıradanlaştı. Aslında Batılılar İslâm'dan önce İslâm'ın tasavvufuyla tanıştılar demek pek de yanlış değil. Batılılara İslâm'ı tanıtan isimlerin başında gelen Seyid Hüseyin Nasr "İslâmiyet'in yayılışında tasavvufun çok büyük bir tarihsel rolü olduğu" görüşünde.
The Threshold Society
Mevlevîlik ve Mevlana'nın eserleri, esnekliği ve hoşgörüsüyle Batılılara en çok hitap eden tasavvuf yolu… Bugün dünyada Mevlevîliğe referans gösteren sayısız topluluk bulunuyor. Ancak birine özel yer ayırmak gerekiyor: Gerçek bir derviş topluluğu olan The Treshold Society…
Başını dünyaca ünlü tasavvuf uzmanları Kebir ve Camile Helminski'nin çektiği The Threshold Society aynı zamanda bir Mevlevî tarikatı. Tasavvuf geleneğinden ve Mevlana Celaleddin'in eserleri ve öğretisinden ilham alarak yaptıkları çalışmalar sadece entelektüel düzeyde kalmıyor. Tevhid, ilahi aşk ve hakikati Mevlevî tarikatının uygulamaları içerisinde yaşamaya ve yaymaya çalışıyorlar. Onlara göre sufilik ya da tasavvuf aşk ve yüksek bilinç vasıtasıyla dönüştüren, yaşayan bir gelenek. Batılı tasavvuf eğilimlerinde son dönemlerde oldukça eleştirilen Kur'an ve İslâm'dan kopuk arayışlardan değil onlarınki. Temel uğraşı alanlarının başında büyük üstat mutasavvıflar tarafından anlaşıldığı ve yorumlandığı şekliyle Kur'an'a yönelmek geliyor. Mevlevî geleneğine bağlı bu topluluk tüm dünyada yayınlar, seminerler ve uygulamalı eğitimlerle tasavvufu yayma uğraşında. Topluluğu yönlendiren Kebir Helminski gerçek bir Mevlevî şeyhi ve eşi de bir şeyha. Akademik tasavvufun eliti: İbn-i Arabi Society Yazar Sadık Yalsızuçanlar Batı'nın tasavvufa yönelmesinde kadim bilgelerin eserlerine dikkati çekiyor: "Hakikatin kozmik boyutlarını en kapsamlı biçimde biz, Arabi'de, Mısri'de, Yunus Emre'de, Mevlana'da buluyoruz ve İslâm'a tümüyle yabancı çevrelerde, ülkelerde bu kişilikler bir cazibe merkezi haline geliyor". İslâm tasavvufunu entelektüel anlamda Batı'ya tanıtanlar Louis Massignon, Rene Guenon, Seyyid Hüseyin Nasr, Martin Lings gibi isimler. Ama İslâm tasavvufunu dünyada en etkili ve üst seviyeden tanıtanların başında Oxford ve Berkeley'de iki merkezi bulunan ve pek çok uluslararası şöhretli araştırmacıyı bünyesinde barındıran İbn-i Arabi Society geliyor. İslâmın Batı'da popüler olmaya başladığı 1970'li yıllarda kurulan topluluk İbn-i Arabi, eserleri ve takipçilerinin derinlemesine anlaşılması için faaliyet gösteriyor. Tamamen bağımsız ve akademik olan topluluğun 40'ı aşkın ülkede, çoğunluğu tasavvuf alanında uzman akademisyen olan üyeleri mevcut… Batı'da metafizik gerilimin yayılmasına katkıda bulunuyorlar. Tasavvufun özellikle Avrupa ve ABD'de elit zümreler tarafından itibar görmesinde İbn-i Arabi Society'nin hayli rolü var. İbn-i Arabi gibi tasavvufun ordinaryüsü olan bir zatın eserlerini yayımlayarak, sempozyumlar düzenleyerek, 12'den fazla dilde kitaplar yayımlayarak özelde İbn-i Arabi'nin genelde ise İslâm tasavvufunun elit bir şekilde anlaşılıp yaygınlaşmasına hizmet ediyorlar. Üyeleri arasında İbn-i Arabi uzmanları Claude Addas, William Chittick, Mahmud Erol Kılıç, Seyyid Hüseyin Nasr, Grenville Collins, Ralph Austin gibi şöhretli isimler bulunan topluluk tasavvufun entelektüel ve akademik boyutlara taşınmasında motor vazifesi görenler arasında...
"İslâm dışı tasavvuf"
Ancak giderek popüler kültüre daha fazla yansıyan bu tasavvufi eğilimlerin çeşitliliğini kaygıyla karşılayanlarda var. İslâmi Araştırmalar Vakfı'ndan yazar Cüneyt Köksal dikkatimizi bu hususa çekiyor: "Batı'da insanların, manevi boşluklarını doldurmak için New Age akımlarla beraber Doğu dinlerine yöneldikleri malum. Ama bunu çoğun Doğu dinlerinin karikatürleştirilmiş versiyonları şeklinde yapıyorlar. Tasavvufun da bu noktada yer yer karikatürleştirildiğini görüyoruz". Ona göre "Her şeyi tüketen kapitalist dünyada tasavvufun da heves alınıp, tüketildikten sonra bir kenara atılıp atılmayacağını bekleyip görmek gerekiyor". "Tasavvuf İslâm'ın bir yorumudur dahi dememek lazım. İslâm'ın ta kendisidir. Dünyada sufizm denen şey tasavvufu İslâm'dan ayrı olarak algılıyorsa o tasavvufu hiç algılamamış demektir" diyen N. Seyit Erkal tasavvuf arayışlarının Batı'da tuhaf biçimlere varabildiğini belirtiyor: "Mesela şimdi Batı'da İslâm dışı Nakşîbendilik gibi şeyler ortaya çıkıyor. İslâm'dan bağımsız bir Nakşîlik, Mevlevîlik ya da Bektaşilik algısı saçma ve imkânsız bir şeydir". Tasavvufun Batı'daki gelişiminde "Geleneğe uygun" oluşumların yanında bu gibi tuhaf topluluklara ve felsefelere de rastlanmıyor değil. Örneğin İtalya'da kendilerine "Nastro Giallo" adı veren bir grup, Hıristiyan kalarak Mevlevî olduklarını iddia ediyor. Ö. Tuğrul İnançer'e göre bu nevzuhur Mevlevîlik kabul edilir şey değil: "'Ben Peygamber'in ayağının tozuyum' diyen Mevlana'ya intisap etmek için evvela Muhammedî olman lazım" diyor. Ancak İslâm dışı sufi topluluklar bununla sınırlı değil. Bunun yeni bir örneğini Kültürlerarası Araştırmalar ve Dostluk Vakfı Başkan Yardımcısı Şemsettin Türkân'dan öğreniyoruz. Türkan'ın ABD'de tanıştığı bir grup ihtida etmiş sufi, kurdukları Sufi Ruhaniat Society bünyesinde biraraya gelmişler. İçlerinde Müslümanlığa geçenler olduğu gibi farklı dinlerden de insanlar bulunuyormuş. Kimi zaman ormanda, kimi zaman kiraladıkları kiliselerde kendilerince zikir ayinleri yapıyorlarmış. Bir kiliseyle anlaşıp haftada bir gün ezan okuyarak, ibadetlerde bulunuyorlarmış. Toplandıkları kamplarında alkol ve domuz etini yasak eden grup İslâm tasavvufunun farklı kültürler tarafından benimsenmesinin ve kapsayıcılığının uç noktada bir örneği… Yazar Ibrahim Gamard'a göre "Batılıların Sufi yollarına yönelen büyük çoğunluğu Hint-Pakistan kaynaklı Çeştilik ve Mevlevîlik gibi hoşgörüde önde giden felsefelerden çok etkileniyorlar. Ancak bu öyle noktalara varıyor ki pek çokları sufilere rehberlik edenlerin İslâm ve Kur'an'dan bağımsız hareket edebileceklerine dair görüşlere de kapılabiliyorlar". Gamard, bunu İslâm'ın Batı'daki negatif imajına bağlıyor ve "Batılılar sufizmin latif ve derin öğretilerinin İslâm'la mutlak olarak bağlantısı olması gerekmediğine inanmayı tercih ediyorlar" diyor.