Cemaat ile hüsn-i zannıma dayalı hazin hikâyem...
Türkiye Gülen Cemaati'nin planlarını 17 Aralık'taki operasyonları görünce konuşmaya başlamış olabilir ancak gündemi yakından takip edenler ve Cemaat'in sahneye çıkışından bugüne kendisini takip edenler bu meseleyi yıllardır konuşuyordu.
Dershane meselesi gündeminde ortaya çıkan bir takım gelişmelerle tartışmaların yükseldiği günlerde gerek konuyu yazarken gerekse katıldığım televizyon programında bu meselenin dershane meselesi olmadığı, Gülen Cemaati'nin zaten Türkiye'deki diğer dindar kesimler tarafından duruşu nedeniyle eleştirildiğini bu meselenin önemli bir yönünün de dinin tebliği noktasından kaynakladığını söylemiştim.
Cemaat ile tanışmam lise yıllarıma dayanıyor, bize anlatılan fedakâr abi-abla rolleri nedeniyle sempati duyduğum, o hizmet erlerinden biri olmak istediğim zamanlardı. Cemaat talebesi olan, aynı yıl üniversite sınavına hazırlandığım başörtüsüz bir arkadaşımla Cemaat'in bir yurduna misafir olarak gittim. Ve o geceden sonra Cemaat'e olan tüm sempatimi kaybettim zira başını örtmek isteyen arkadaşım bir "ikna odasında" başını örtersen tebliğ yapamazsın, sana önyargı ile yaklaşılır gibi cümleler ile başını örtmemesi için ikna ediliyordu. Bu olayla birlikte kaybettiğim o sempatiyi uzun yıllar da nefrete dönüştürmedim. Cemaat ile ilgili yorumum "Evet, birçok noktada farklı düşünürüz ama onlar bizim din kardeşimizdir, imanlarına, ahlaklarına şahitlik ederim." şeklindeydi. 28 Şubat'taki takiyyeci duruşları da bende bir nefret oluşturmadı. Mavi Marmara meselesindeki tavırları bile... Zira takiyyeci ve uzlaşmacı bir siyaset izliyorlardı, kendilerine göre anlaşılır bir tarafları vardı, bu şekilde davranmaları normaldi.
Öyle ya da böyle bir yolda din kardeşim olduklarını düşündüğüm Cemaat'e toz konduramadığım zamanlar oldu, hatta 2010 yılı tarihli bir yazımda kendilerini savundum. Sınav soruları; Hanefi Avcı, Nedim Şener, Ahmet Şık; KCK tutukluları... Ve bunun gibi birçok konuda kendileriyle ilgili ortaya atılan iddialara "Yapmazlar, Müslüman onlar, göz göre göre hak yemezler" diyerek savunmalar sundum. Ben tam 15 yıl Cemaat'e her eleştiri yöneltildiğinde "yapmazlar" dedim. 15 yıl sonunda ise her olayda maalesef ben yalancı çıktım. Bugün artık görüyorum ki maalesef yaparlarmış, bunu düşünmemi sağlayan da başkaları değil kendileri oldu.
Kâbil'in açtığı çığır...
Bazılarınız duymuştur, kendim açmayı hiç sevmiyorum, Zaman gazetesi spor yazarı bir şahıs benimle ilgili çirkin bir ifade kullandı. Bülent Korucu ağabeye durumu ilettim, şahsın işine son verdiler, özür dilediler, dert değil, kapatalım, şahıs da işinden olmasın çocuklarının rızkına mani olunmasın dedim. Açıkçası o şahsa da hiç kızmadım zira bu türden çirkin kaset tehditlerini, şantajları ortaya atanlar Cemaat kalemlerinden bazılarıydı, hatırlayın Gülen dahi bu konuyla ilgili "Bana böyle çirkin bir fiilin olacağının haberi geldi..." demişti, ne tuhaf bir hocaya böyle çirkin işler niye gider? İşte baş nereye giderse -teşbihte hata olmaz- kuyruk oraya gider durumuydu bu, bu nedenle kızılması gereken tabandan birinin tavrı değil bu tip çirkinliklerde çığır açan büyüklerin, kalemlerin eylemleridir. Bir görüş der ki: Dünyadaki tüm cinayetlerin hesabı Kâbil'e dayandırılır zira o katletmede çığır açmıştır, kardeş katlinin ilk örneğidir. Bazen gözünüz döner ve kötülükte öyle bir çığır açarsınız ki, sonun nereye varacağını siz bile kestiremezsiniz, bu çığır maalesef öyle bir çığır.
17 Aralık'ta "Yolsuzluk Operasyonları" başlığıyla gündemi sarsan Gülen Cemaati'nin yazarları ve savcılarının haktan yana olduğu iddiasına inanmıyorum, zira...
KCK Davasındaki sürek avı tutumları, Polis Kolejleri Sınavında usulsüzlük yaptıklarına dair bana gelen itiraf, akademik kadrolarda yine şahidi olduğum torpille adam seçme tutumları, sürece köstek olmak için 7 Şubat'ta MİT'e operasyona kalkmaları (arka planda bunu yapıp ön planda "Sulhta hayır vardır" diyen takkiyecilikleri), kendilerine dokunmayan yılanların bin yaşaması için destekçi olmaları (28 Şubat'ta Ecevit'e şefaat dilenmesi), Suriyeli ihtiyaç sahibi insanlara giden yardımlara sırf Ak Parti hükümetine zarar vermek için operasyonlar düzenlemeleri, sırf kendi paralel devlet girişimleri sekteye uğramasın diye bir vatana ihanet suçuna dönüşen MİT'in tırlarına operasyon yapmaya kalkmaları, Gülen'in bir süre susup Başbakan Brüksel' gittiği gün "Ak Parti hükümeti reform yolundan ayrıldı" diyerek Wall Street Journal gibi bir yayına röportaj vermesi (ki oysa Türkiye'nin en büyük reformu Kürt Meselesi noktasında sürece sekte vuran, MİT'e operasyon yapan, Tek Türkiye, Şevkât Tepe gibi dizileri yayımlayan Cemaat'in kendisiydi)... Daha neler neler. Şimdi bunlara bakıp da bu oluşumun yolsuzlukları temizleme girişiminde olduğunda kim inanabilir?
Buna ek olarak ortada rüşvet ve yolsuzluk var ise bu kişilerin bir an önce "adil" bir yargıya teslim edilmesi de elzem bir durum.
Yusuf'u kuyuya atan kardeşleri değil miydi?
Cemaat'in yaptıkları ve ettikleri konusunu konuşmadığımız kimse kalmadı, açık ifade edeyim en çok duyduğum cümle şuydu: "Nasıl yani, birçok şey yaptılar ama bu kadarını da yapacaklarını tahmin etmezdim, hayal kırıklığı ve hayretler içerisindeyim, bu kadar da arkadan hançerlenmez ki..."
Ben de ilk günler dehşete düştüm, düşmedim değil ama şunu da biliyordum ki; Yusuf'u kuyuya atanlar da kardeşleriydi.
Mühim bir not: Hizmet talebesi birçok kardeşimin yazdıklarım nedeniyle öfkesine muhatap oluyorum, hakaretlere de uğruyorum, bu intizarlara cevabım da bir sonraki yazının konusu olsun inşallah. Bu arada Aktüel ile birlikte bir yürüyüş başlattık, hayırlı olmasını dilerim, ilk yazı için daha güzel şeyler yazmak isterdim ama maalesef gündem bu ara biraz bulanık daha keyifli yazılar yazmaya çalışacağımın muştusunu da vererek en azından göremediğiniz ama tebessümümü barındıran bir "Merhaba"yı yazıma not olarak ekleyeyim.