Türkiye'de yaşanılan operasyon olaylarını hem politik hem de ekonomik açıdan Aktuel.com.tr'ye özel olarak değerlendiren Türkiye gazetesi ekonomi yazarı İbrahim Kahveci, 17 Aralık operasyonunu yüz yıllardır süregelen bir yapılanmanın sonucu olarak görüyor.
Türkiye'de yaşanılan operasyon olayları ekonomik bir oyunun parçası mı? Yoksa kökleri daha gerilere mi dayanıyor?
17 Aralık tarihinde başlayan operasyonu tek başına düşünmemiz yanlış olur. 17 Aralık süreci aslında yıllar önce temelleri atılmış, süregelen bir yapılanmanın son noktası. Birçok kuruluş ve kişinin pasifize edilmesi amaçlanarak hareket edilmiş. Örneğin Deniz Feneri, pasifize edilme sürecinde yaşanan olaylardan biri. Özellikle emniyet ve ordu hedef alınarak milli bağları güçlü olan kişi ve kurumlarda kademe kademe tasfiyeler gerçekleşmiştir. Bu yapılanma sadece birkaç yerde olmamış, hem zamanlama hem de hedeflenen sektör ve kurumlar geniş bir alana yayılmıştır.
Hedef hep iktidar olarak gösterildi ama bu bize çok daha geniş çaplı bir operasyon olduğunun altını çiziyor. Yanılıyor muyuz?
Hedef hükümet değil tabii ki. Çok daha geniş kapsamlı bir Türkiye'yi geriletme ve baltalama operasyonu. Türkiye'nin bütün kurumlarını çökertmek hamlesi olarak görülüyor. Nasıl savaşta bir hat çizersiniz ve bir bütün olarak saldırırsınız aynı şey şu anda Türkiye üzerinde söz konusu.
Peki bu hattın çizilme nedeni nedir?
Türkiye son dönemde ekonomik olarak ciddi faaliyetler içine girdi. Özellikle İran işbirliği diğer güçlerin Türkiye'den rahatsız olmasına neden oldu.
Rahatsız olan diğer güçler Batı olarak tanımlanıyor. Özellikle Amerika ve Avrupa olarak…
Türkiye'nin İran ve Irak ile olan işbirliğinden rahatsız olan Amerika ya da Avrupa ülkeleri değil. Burada biraz daha geniş bir perspektiften bakarak değerlendirmek gerekiyor. Türkiye'nin bu durumundan rahatsızlık duyan İsrail ve onunla bağlantısı olan güç odakları.
O zaman Amerika ile Türkiye arasında çizilmeye kötü tablo da göründüğü gibi değil…
Evet. Obama da bu durumda baskı altında kaldı. Ancak zannedildiği gibi Amerika'nın Türkiye'de olan gelişmelere karşı herhangi olumsuz bir tutumu mevcut değil. Hatta ekonomik bazı gelişmeleri takdirle karşıladılar. Ancak İsrail'in olumsuz tutumu onları da zor durumda bıraktı.
Başbakan Uzakdoğu gezisinde Türkiye'nin oyun kurucu olmak niyetinde olmadığının altını çizdi. Başbakanın vermek istediği mesajı açıklayabilir misiniz?
Başbakan bu açıklama ile aslında Türkiye'nin durduğu noktayı vurgulamak istedi. Düşünün karşınızda uzun zamandır yapılanmış bir güç var. Bu güce karşı oluşmuş Türkiye'nin bazı refleksleri mevcut. Türkiye'nin çok göze batıp, dikkat çekmek istememesi de söz konusu. Taner Yıldız'ın "Türkiye'den petrol çıksa bile bunu açıklamamak taraftarıyım" açıklaması da buna bir örnek.
Gelelim Irak işbirliğine. Türkiye ile Irak arasındaki işbirliği de İsrail ve ona bağlı güçlerin Türkiye üzerindeki kirli oyunlarında itici bir güç olmuş olabilir mi?
Irak işbirliği çok önemli. Enerji ve doğalgaz açısından Türkiye'nin ucuza enerji kaynağı elde etmesi, Türkiye'nin ekonomisini ve güçlenmesini olumlu yönde etkileyecek çok önemli bir faktör. Amerika yaşadığı krizden sonra çok hızlı toparlandı. Amerika'yı kurtaran kaya gazı oldu. Yani tüm dünyada pahalı olan bir enerji ihtiyacını Amerika çok daha ucuza elde etti. Şu anda Türkiye'de hem Irak hem de Azerbaycan ile yaptığı anlaşmalar sonucunda böyle bir avantaj elde etti.
Gündeme bomba gibi düşen bir iddia var. Şahin Alpay köşesinde hükümetin nükleer bomba yapmak amacında olduğunu yazdı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsanlar artık açık açık yalan söyleyebiliyorlar. Amaçlarını da örtülü olarak değil, alenen belli ediyorlar. Türkiye'nin güçlenmesini engellemek. Bunu da diğer güçlere hizmet etmek için yapıyorlar. Tamamen çıkar ilişkileri için yalan söyleniyor. Türkiye'nin dışarıda yaptığı anlaşmaları pasifize etmek ve iş adamlarını zor duruma sokmak. Gelişmeyi engellemek, ülkeye ihanet etmekten başka bir şey değil.
Pasifize etme operasyonunda iş adamlarının özellikle seçilmesinin altında da yine Türkiye ekonomisini baltalamak ve İsrail'e hizmet etmek var o zaman?
Türkiye son dönemde yaptığı anlaşmalar ile dışa bağımlılığını en aza indirdi ve kalkınma projeleri ile ekonomisini oldukça güçlendirdi. Bu durum da iş adamlarının yurtdışında yaptığı anlaşmalar ve yatırımlar ile gerçekleşti. Şimdi tüm bu bağlantıları kuran iş adamlarının isimleri listelerde yayınlandı. Düşünsenize sizi içeriye alıyorlar, isimleriniz listelerde çıkıyor. Sonrasında bir yanlış anlaşılma olmuş deyip sizi serbest bırakıyorlar. Artık her şey eskisi gibi olabilir mi? Eskisi gibi risksiz kredi alabilir misiniz? Tüm amaçları Türkiye'nin kalkınma projelerinde yer alan önemli isimleri karalayarak, ekonomik anlamda büyümeyi engellemek.
Peki bu durumun Türkiye ve dünyadaki algısı nasıl?
Türkiye'de insanlar artık onlara karşı algılarını kaybettiler. Zaten hedef de Türkiye'de yaşayan hedef kitle ya da kamuoyu değil. Herkes neyin ne amaçla yapıldığının farkında. Onlar ekonomik anlamda Türkiye'yi zayıflatmak ya da dışa bağımlı hale getirmek için dış hedef kitleyi etkilemek derdindeler. Türkiye'nin girişimlerinin engellenmesini, senin kendi yazarın nükleer bomba yazacağını yazdı diye Türkiye'ye olan güvenin zedelenmesi derdinleler. Türkiye'yi gerçekten sevseler, Türk halkı sevgisi içlerinde olsa bu kadar ekonomiyi baltalayacak hareketlerde bulunmazlar. Bunlar tamamen Türkiye'nin karşısında olan güçlere hizmet etmek için tasarlandı.
İsrailli yazar David Passig "2050" kitabında Türkiye'nin gelecekte dünyanın en önemli güçlerinden biri haline geleceğinden söz etmişti. İsrailli bir yazar tarafından yazılması ve sonrasında İsrail çıkarları için Türkiye'ye karşı birçok operasyonun gerçekleşmesi manidar değil mi?
Uzun zamandır Türkiye'nin önümüzdeki yıllarda nasıl bir güç haline geleceği ya da dünyanın kaçıncı önemli ülkesi olacağı ile ilgili tahminlerde bulunuluyor. Türkiye yakın gelecekte dünyanın en önemli 10 ülkesi arasında gösteriliyor. Bunun en önemli nedeni de Türkiye'nin kendi gücünün yavaş yavaş farkına varabilmesi ve bu durumda da katlanarak büyüme kapasitesini kullanması geliyor. Türkiye yavaş yavaş dışarıya bağlı olduğu tüm alanlarda kendini güçlendirmeye ve geliştirmeye başladı. Bu gelişmeler de bazılarının çıkarlarını oldukça olumsuz yönde etkiledi. Sonuç da uzun yıllardır her kademede kendini gösteren yapılanmalar sonucu tasfiyeler, değişimler oldu.
Türkiye 2007-2012 yılları arasında ekonomik olarak biraz geri plandaydı. Teğet geçildiği öne sürülen bir kriz döneminden çıktı. Nasıl geldi bu noktaya?
Aslında Türkiye'de 2007 – 2012 yılları kayıp yıllar olarak değerlendirilebilir. Türkiye'de bu yıllar arasında ekonomik anlamda çok büyük gelişmeler olmadı. Tabii bunda Türkiye'nin krizden teğetten çok daha fazla etkilenmesinin de etkisi vardı. Bir de en önemli noktalardan biri Türkiye bu kriz yaşanırken hep büyükleri takip etti, oysa kriz bizi % 7,5 geriletirken Türkiye emsali ülkeler % 2,5 büyüme gerçekleştirdi. 2011 Oslo süreci ve MIT krizi ardından Başbakan'ın ekonomiye bakış açısında da bir değişiklik oldu. Başbakan artık milli ekonomiye yönelik bir bakış açısıyla bu yönde adımlar atmaya başladı. 2013 Temmuz yılından sonra 2007 yılındaki ekonomik değerler yakalanmaya başlandı. Ekonomi canlanırken cari açık azaldı. Aselsan, THY, Halkbank millileşmeye başladı. Ancak finans kurumlarında bu durum görülmedi. Bu noktada yeni bir yapılanma mı oluyor diye durup bir düşünmek lazım.
Bu durumda borsa da bu yeni yapılanmanın içinde başrolü oynuyor diyebilir miyiz?
Borsa ülkeye ihanet edenler içinde finans kurumları açısından birinci sırada. Bunun nedeni de ülkelerin ekonomileri, borsa durumları politikalarını da belirliyor. Peki eğer finans kurumlarınız başta borsa olarak dışarıya bağımlı ise, politikanızı da kim belirlemiş oluyor? Tabii ki finansal açıdan hizmet ettiğiniz, çıkarlarını koruduğunuz dış güçler. Bu konuya özellikle dikkat etmek gerekiyor. Çünkü türkiye'nin karşısındaki en büyük risklerden biri finansal anlamda millileşmeme sorunu!