Siyasetten ekonomiye, sivil toplumdan medyaya kadar bütün alanlar; özetle demokrasimizin büyük bir tehdit altında olduğu aşikardır. Devletin içinde devlet olmayı hedef edinen ve bunun gereğini yapmak yolunda da hukuk tanımayan bir gücün kuralsız saldırısıdır bu. Ki, hukuk olmayınca kural beklemek de zaten saflıktır.
Geriye bakıp, olup bitenleri analiz etmek için birçok değerli cümle kurulabilir. Herşeyin daha makul, daha demokratik ve daha kardeşçe yaşanabileceğini söylemek için sayısız tez ileri sürülebilir. Bizzat, bu saldırının hedefinde olan kişinin, Başbakan'ın şaşkınlığı ve hayreti bile bunları söyletebilir. Son 11 yılda Gülen Grubu'na hizmeti belki de o grubunun kendisinden kat be kat fazla olan bir isim olarak sırtından hançerlenmenin hayretini taşıması da doğaldır. Bir siyasetçi için sevinmek, üzülmek nasıl anlaşılabilir duygularsa, hayret ve şaşkınlık da öyledir.
Erdoğan cemaati hesapsız destekledi
Nasıl hayret etmesin!...
Erdoğan'ın hiçbir hesap gözetmeden sadece kardeşlik duygusuyla açtığı yollardan bugün kendisine yönelen darbenin tankları ilerliyor... O yürüyüş sadece kendisine ve partisine karşı değil; diz çökmüş haldeyken devraldığı ve ayaklandırdığı ve başını da dik tutturduğu bir ülkenin bütün kurumlarına karşıdır.
17 Aralık'tan bugüne sadece görünen ekonomik göstergeler üzerinden Türkiye'nin kaybı iyimser tahminlere göre 100 milyarı aşmış bulunuyor. Bugün etkisi hissedilmeyen ama orta ve uzun vadede yansıyacak etkilerini; yani, doğrudan yatırımlar başta olmak üzere ülkenin topyekün istikrar ve pırıltısından kaybedilecekler ise tahmin edilemiyor.
Bütün bunları, ağlaşmak ve hayıflanmak için yazmıyorum. Sadece nasıl bir ateşle oynandığını göstermek için küçük bir hatırlatma yapıyorum. Daha iyi anlamak için şöyle ifade edelim:
Eğer 2001 şartları olsaydı, son saldırının ardından bugün milli bütünlükten ve milli güvenlikten bahsedemiyor olacaktık. Bu darbe girişiminin amacı da hükümet dahil kamu idaresini iyice zayıflamak ve ülkeyi tam da 2001 şartlarına geri döndürmektir. O zaman olduğu gibi sokaktaki insanın cebinden çıkan paranın önemsiz olduğu bir geri dönüş hedefleniyor. Erdoğan'dan kurtulmanın ancak böyle mümkün olabileceğini düşünüyorlar. Ergenekon günlerinden kulaklarda kalan o slogan şimdi yolsuzluk kılıfıyla sahaya sürülmüştür: Erdoğan gitsin de ülke ne olursa olsun...
Ankara eski Ankara değil
Türkiye 11 yılda çok önemli eşikleri aştı. En başta da millet iradesi sistemin merkezine oturdu. Eski Türkiye'de merkezde askeri ve sivil bürokrasi vardı ve siyaset her zaman aldığı halk desteğinin altında bir seviyeye rıza göstermek zorundaydı. Erdoğan, sisteme millet iradesini oturttu. Artık hiçbir partinin gücü aldığı oydan az da, fazla da değildir. Eski derin devletin doğal akışkanlığı, demokrasisiz bir ülkenin merkezinde söz sahibi olmaktı. Asker, bürokrasi ve yargı eliyle yönetimi paylaşmak, sistemi sevk ve idare etmek, iktidarlara istikamet vermek ve beğenmediklerini de tuzak kurarak uzaklaştırmak olağan bir davranıştı. Erdoğan'ın sistemden uzaklaştırdığı derin devlet unsurlarının yerine yerleşmeye çalışan yeni vesayetçiler de aynı alışkanlığı sürdürmek istiyorlar. Türkiye'nin 'yeni'lendiğini ve artık merkezin bütün ünitelerini millet iradesinin idare edeceğini göremiyorlar. Kim hangi fikirden ve cemaatten gelirse gelsin o devletten dışlanmayacak ama kimse herhangi bir aidiyeti vesayete referans da yapamayacak. Bunu anlayamıyorlar...
Toplumun, Erdoğan ve AK Parti'ye sadece bunu sağlasın; demokratik iktidarı pazarlık konusu yapmasın diye destek verdiğini fark edemiyorlar. Son 11 yıl, Ankara eski Ankara olmasın diye yaşandı.
Kim neye inanırsa inansın, kendisini neye inandırırsa inandırsın Türkiye bir daha vesayet devleti olmayacak. Sandıkla geleni bir daha derin ya da sığ fark etmez, iktidar oyunları götüremeyecek.
Götüremez zira, böyle bir Türkiye'nin bütünlüğünden ve güvenliğinden söz edilemez.
Bu kadar açıktır. Başka söze de gerek yoktur.