İş hayatınızda, okulda, evinizde ve ilişkilerinizde en iyi olmaya çalışırken ne kadar yıprandığınızın farkında mısınız? Modern dünyada hayat bir yarış, başarı her alanda yegâne hedefken, stres, depresyon, anksiyete yaşayan insanların sayısı artıyor. Uzman psikolog Pelin Atasoy'a göre giderek daha çok insan "mükemmeliyetçilik"ten mustarip olacak. Yeni Aktüel mükemmeliyetçiliği, hastalık boyutuna geldiğini nasıl anlayacağımızı ve çarelerini uzmanlara sordu; mesleği gereği mükemmel olması beklenenler deneyimlerini paylaştı…
Seda, okula başladığı günden ilköğretim 7. sınıfa gelene dek hep okulun "en" başarılı öğrencisiydi. Hiçbir sınavda birinciliği kimseye kaptırmamış, yakın çevresinin ve öğretmenlerinin ona dair "zeki", "akıllı" tanımlamalarına layık olmak için hep daha çok, daha çok çalışmıştı. 7. sınıfta okuyan tüm öğrencilerin katılmak zorunda olduğu seviye belirleme sınavında kaydırma yapıp düşük puan alınca arkadaşlarının alayları bu yüzden onu çok etkiledi. Okuldan eve döndüğünde, midesi bulanmaya, başı dönmeye başladı, gözleri karardı ve sandalyesine yığıldı. Hemen hastaneye kaldırıldı, doktor kan şekerinin 500'ü geçtiğini söyledi ailesine, ancak hepsi bu kadar değildi. Akciğerleri ödem yapmıştı, ameliyatta ise kanama başladı ve durdurmak için doktor ameliyata ara vermek zorunda kaldı. 13 yaşındaki bir kız çocuğu, gelecekte ona üniversite ve iş hayatının kapılarını ardında kadar açacak yarışta çok ağır bir bedel ödedi: Sağlığı. İsmini değiştirerek gerçek hikâyesini anlattığım Seda, hayati tehlikeyi atlattı, sağlığı iyiye gidiyor, yaşadıklarının tek sebebinin "stres" olduğuna inanmakta hâlâ zorlanıyor. Yarışı bıraktı, ancak yine de endişeli, "en iyi" olmazsa üniversitede iyi bir bölümü nasıl kazanabilir? Seda ve ailesi aslında hepimizin yaşadığı bir ikilemi yaşıyor şimdi… Modern dünyanın tek ölçüsü başarı iken, yarışta önlerde olmalıyız, oysa bunun bir bedeli var. İş ve okul hayatında en başarılı, en iyi anne, baba veya sevgili, yani tüm kimliklerimizde "mükemmel" olmaya çalışırken nasıl yorulduğumuzun farkında mıyız? Peki ya bedellerinin? Türkiye Psikiyatri Derneği'ne göre günümüzde her dört kişiden biri yaşamlarının bir döneminde ruhsal hastalıklardan etkileniyor. Ülkemizin 15-55 yaş arasındaki nüfusunda en yaygın hastalıklar içinde depresyon ve anksiyete bozuklukları ilk beşte yer alıyor. Kadınlarda ruhsal rahatsızlık görülme oranı erkeklerin iki katı, şehirlerde ruhsal hastalık görülme oranı, kasaba ve köylerden daha fazla. Türkiye'nin batısında oranlar en yüksek. Bu hastalıklara çare olan antidepresan kullanımı her geçen yıl artıyor. IMS-Türkiye (International Medicine Statistics) verilerine göre 2003 yılında 14 milyon 138 bin kutu antidepresan tüketilirken, bu rakam 2006 yılı verilerine göre 22 milyon 651 bine, 2007 yılında ise 26 milyon 246 bine çıkmış. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, 2008 yılında ise 31 milyon kutuya yükseldiğini açıkladı. Elbette bu verilerin "mükemmellik" baskısı ile ilişkisine dair bir çalışma yok, ancak aradaki ilişki bu konu üzerinde Türkiye'de çalışma yapan ilk uzman olan psikolog Pelin Atasoy'un Yeni Aktüel'in sorularına verdiği cevaplarla kurulabilir. Atasoy, "mükemmeliyetçi insan"ı şöyle tanımlıyor: "Kendinde ve/veya çevresindekilerde en ufak bir hatayı bile kabul edemeyen, sürekli olarak eleştiren, kendi doğrularına göre düzeltmeye çalışan, gerçek dışı hedefler koyan ve bu hedeflere ulaşamadığında hayal kırıklığı ve öfke yaşayan, süreçten keyif almaktan uzak, sonuç odaklı, sürekli olarak beğenilmeme ve sevilmeme kaygısı yaşayan biri." Bu kadar net ifade edildiğinde ürküten, ancak her özelliği tek tek ele aldığımızda birçoğumuzda aslında var olan tavırlar…
Atasoy, adının mükemmeliyetçilik olduğunu bilmeseler de bu sorunu yaşayan çok kişi olduğunu, fark edilmesinin ve bir sorun olduğunun kabul edilmesinin zor olduğunu belirtiyor, çünkü "mükemmeliyetçiliğin ödüllendiren ve egoyu okşayan bir tarafı vardır. İnsanlar mükemmeliyetçi kişileri sürekli başarmaya odaklandıkları ve çoğu zaman başarılı oldukları, düzenli ve tertipli oldukları, organize çalıştıkları, hata yapmaktan ölesiye kaçındıkları için sürekli olarak överler." Pelin Atasoy, gelecekte giderek yaygınlaşacağını düşündüğü mükemmeliyetçilikle ilgili en çok yardım arayanların, kadınlar olduğunu deneyimlemiş. Kadından "başarılı bir iş insanı, iyi bir anne, iyi bir ev kadını olması" gibi pek çok şeyi en iyi şekilde yapabilmesinin beklendiğini söyleyen Atasoy, erkeğin de toplumun kendisine yüklediği "duygularını ifade etmemesi, evini geçindirebilmesi, sürekli olarak güçlü ve dayanıklı olması" gibi beklentilerin baskısını hissettiğine dikkat çekiyor. Bu noktada Atasoy, kişinin iç görü ve farkındalık geliştirebilmesinin öneminin altını çiziyor. Eğer "dışarıdan onaylanma ve olumlu geri bildirim bekliyor, sürekli olarak başarısız olmaktan, beğenilmemekten endişe ediyor ve bundan kaçınmak için insanüstü çabalar gösteriyorsanız" Atasoy'a göre kesinlikle ortada bir sorun var ve tedavi edilmesi gerek. Peki bunun tek sebebi kişinin kendisi mi? Atasoy, yapılan araştırmaların, kaotik aile ortamında büyümüş, cinsel tacize ya da fiziksel şiddete maruz kalmış veya sevgi esirgenmiş çocuklarda mükemmeliyetçiliğin gelişmesinin daha olası olduğunu gösterdiğini ifade ediyor.
Atasoy çocuğun ailesi ancak başarılı olduğunda, ya da kendi istedikleri gibi olduğunda çocuğu sevecekleri ve onaylayacakları mesajını verdiyse, çocuğun da ancak "mükemmel" olduğu zaman sevileceği ve kabul edileceği inancıyla büyüdüğünü söylüyor ve anne ve babalara şu mesajı veriyor: "Çocukların en büyük ihtiyaçları koşulsuz sevilmek ve onaylanmaktır." Elbette tablonun bir başka boyutu da, günümüz dünyasının bireylerden beklentileri. Atasoy gittikçe dışa odaklı yaşamaya başladığımızı düşünüyor: "İç dünyamızdan çok dış dünya önem kazanıyor. Performansa dayalı hayatlar yaşanıyor. Kabul görmek ve değerli hissetmek için maddi göstergelere daha çok ihtiyaç duymaya başladı insanlar. Hep daha iyisi var, daha üst modeli, daha güzeli/yakışıklısı, daha pahalısı, dahası var yani. Ama içe baktığımızda büyük bir boşluk görüyoruz, öyle bir duygusal boşluk ki, 'daha'larla bile dolması mümkün değil." Bir başka psikolog Mehmet Dinç de modern bireyin işte, evde, trafikte, tatilde her an her yerde bir yarış içerisinde olduğuna dikkat çekiyor: "Yarışta olan herkes kazanmak ister. Ancak bu bir yarış değil. Herkes hayatı kendi imkânları ve imkânsızlıkları içerisinde yaşıyor ve hiç kimsenin şartları bir diğerinin şartları ile aynı değil. Hayat bir tiyatro sahnesi ve herkes kendi rolünü hakkını vererek, en iyi şekilde oynamakla yükümlü." Psikolog Çiğdem Şahbaz da globalizasyon ile sosyolojik ve kültürel biriciklikler kaldırılırken yerini insanın doğasını hiçe sayan siyah ve beyazlar aldığına inanıyor: "Algılar var ya da yok, mükemmel ya da berbat arasında gidip gelirken kişisel bir olgu yerine toplumların zihinsel anlamda border-line (sınır) durumlarına tanıklık ediyoruz. Hayatın varoluşsal zorlukları bahtsızlık ve kaybediş olarak algılanıyor, hâlbuki tüm bu yaşantılar eksiklikler, korkular, kaygılar, kötülükler, yetersizlikler insana, yani hepimizin hayatına ait…" Şahbaz'ın modern bireye önerisi ise etkili: "Kişinin kendiliğini, kendi içsel kaynaklarıyla beslemesi; cezayı, tatmini, cevapları, arayışları içinde araması ve bulması ona yetecektir ve kaynaklar dışsal olmadığı için dışarıdan gelen baskılara ve eleştirilere gayet güzel göğüs gerecektir. " Tüm bu bilgilerin ışığında yazıyı dünyaca ünlü ve fakat sert bir şekilde eleştirilen yazar Deepak Chopra'nın, ancak bazen insana iyi gelen sözleriyle bitirmek anlamlı görünüyor: "Mükemmel olmak çok sıkıcı bir şey. Kusurlarınızın ve zayıflıklarınızın olması eksiklik değildir; tam tersine gerçek ve bütün olmaktır."
Mükemmeliyetçi olup olmadığınızı anlama ve baş etme rehberi
Mükemmeliyetçi kişilerin özellikleri
Sürekli olarak denetleme ve onay alma
Tekrarlama ve düzeltme
Aşırı planlama, düzenleme ve sıralama
Karar vermede güçlük çekme
Erteleme
Kaçınma
Başkalarını değiştirmeye çalışma
Mükemmeliyetçilikle baş etmek için...
Mükemmel olmanın yarar ve zararlarını ayrı ayrı sıralayın: Ödediğiniz bedellerin çok daha fazla olduğunu görebilirsiniz.
"Ya hep ya hiç" şeklindeki eleştirel düşünce tarzınızın farkına varın: Kendiniz ya da bir başkası tarafından mükemmel olmayan şeyler yapıldığında, yapılanların iyi olan yanlarını bulmaya çalışın.
Yapabilecekleriniz konusunda gerçekçi olun: Gerçekçi hedefler koydukça "mükemmel olmayan" sonuçların korktuğunuz ya da kaygılandığınız olumsuz sonlara varmadığını yavaş yavaş fark edeceksiniz.
Eleştiri karşısında ve kendiniz hakkında daha nesnel olmaya çalışın: Eğer biri sizi yaptığınız bir hatadan dolayı eleştirirse, hatanızı anlamaya çalışın ve hata yapma hakkınız olduğunu hatırlayın. Hatasız öğrenme ve gelişmenin de mümkün olmayacağını unutmayın.
Kaynak: Psikolog Pelin Atasoy'un BÜREM için hazırladığı broşür.
Füsun Çevikel Kuran:
"Hatasızlık çok agresif bir yaklaşım"
Stefanel Türkiye Genel Müdürü Füsun Çevikel Kuran'la ofisinde görüştük. Çevikel, 9 aylık, üstelik ikiz bebeklere hamile olmasına rağmen bizi kırmadı ve keyifli sohbetimizde sadece mesleki anlamda mükemmelliği değil, çalışan kadınların iş ve ev arasında denge kurmalarını da konuştuk. Çevikel mükemmelin "insanın yapabileceğinin en iyisi" olduğuna inanıyor, ancak "herkesin en iyisi farklı, her işin en iyisi de farklı" olduğu için mükemmelliğin çok göreceli bir kavram olduğunu belirtiyor: "Bence mükemmellik elimdekinin en iyisini herkesten alabilmek, herkese verebilmek ve bununla en iyi işi çıkarabilmek." Benzer yaklaşımını çalışanlarına karşı da gösteren Çevikel, birlikte çalıştığı insanların "kapasitesiteleri dâhilinde" mükemmel olmalarını bekliyor. Hatalar konusunda ise Çevikel'in tavrı net: "Hatasız bir insanın olmadığını insan iş hayatında çok net bir şekilde görüyor, hatasız bir işin olamayacağını da. Önemli olan boyutları ve fark edildiklerinde ne kadar geri dönülebilir oldukları. Tabii bir de hatayı yapanın hem hataya hem de geleceğe dair tavrı belirleyici." Çevikel iş hayatında bir yönetici veya bir kurum kendi hatasını kabullenemezse, onunla ilgili gerekli manevrayı yapamayacağı için zarar edeceğinin altını çiziyor. Peki iş hayatında erkeklerin ve kadınların mükemmellik algısı arasında fark var mı? Bu soruma Çevikel'in verdiği yanıt ilginç: "Kadınlar yaptıkları işe daha ayrıntılı baktıkları, detaya inebildikleri için hatayı çok daha net görüyor ve hatasız bir işin olamayacağını çok daha net algılıyor. Erkekler hayatta olanları çok daha yüzeysel gördükleri için kendilerinin veya yaptıkları işin mükemmel olduğunu sanabilirler." Hata yapmadan başarının mümkün olamayacağını, hata yapmadan bir işin yürümesinin ütopya olduğunu düşünen Çevikel, bu yaklaşımla mükemmelliğin üzerinde baskı yaratmadığını belirtiyor. Çevikel'in bir kadın olarak iş ve ev arasındaki dengeyi kurmak konusunda söyledikleri ise, mükemmelliğin aslında göreceli bir kavram olması gerektiğine işaret ediyor: "Ev ve iş hayatı dengesinde elimden gelenin en iyisini iki taraf için de yapıyorum. Benim kendi mükemmelliğim çerçevesinde ona verdiklerim onun için de mükemmelse o zaten iyi bir evlilik oluyor."
Abdülkerim Durmaz:
"Sporcum Rambo olsun, Dragon olsun istiyorum"
Mükemmellik konusunda beklentilerin en yüksek olduğu mesleklerden biri şüphesiz sporculuk. Biz de bu nedenle, futbolculuk yaşamı iniş-çıkışlar ve skandallarla dolu, Milli Takım ve Fenerbahçe'nin sükseli oyuncusu Abdülkerim Durmaz'la neşeli bir söyleşi yaptık. Abdülkerim Durmaz'ın satır araları, spor yaşantısının çelişkileriyle dolu. Kendisini hiç çekinmeden "Oğuz Çetin, Rıza Çalımbay, Hakan Şükür gibi mükemmel bir profesyonel" değil, "mesleğine ihanet etmiş bir insan" olarak tanımlıyor ve bir zamanlar "insani zaafları"na kapıldığını itiraf ediyor. Şu anda Pendikspor Teknik Direktörlüğü yapan Durmaz, bir hoca olarak sporcusundan beklentilerini şöyle sıralıyor: "Çok haksız bir istek belki ama özel hayatı olmasın, fazla seks yapmasın, alkol almasın, gece gezmesin, geç yatmasın, erken kalksın, idmanlarda çok çalışsın, oradan direkt eve gitsin, ballı sütünü içsin istiyorum. Sahaya çıkınca kanının son damlasına kadar savaşsın. Rambo, Dragon falan var ya, öyle olsun. Ben öyle istiyorum." "İnsan öyle yaşayabilir mi?" sorumuzu, "Yaşayamaz işte, ama oraya yakın yaşayanlar başarılı oluyorlar" diye cevaplayan Durmaz, mutluluk konusunda ise endişeli: "Çok mutlu oluyorlar mı peki? Meslekî anlamda 'evet' diyebilirsiniz ama işin dışında da bir hayat var. En çok oynasan 35'te bitiyor. O zamana kadar hiçbir şey görmeyince iyi olmuyor." Durmaz'ın bir hoca olarak sporcularından beklentilerinin kendisini bir zamanlar nasıl etkilediğine dair sözleri ise aslında özelde futbolcular, genelde tüm sporcuların hissettiği baskı konusunda ipucu veriyor: "Fenerbahçe'de oynuyorsun. Hocan, taraftar, medya, hepsi baskı yapıyor. Mükemmel olmanı bekliyorlar. Şimdi 'üç büyükler'de oynayan bir oyuncu, kaybetmeyi hazmedebilir mi? Seyircisi de öyle. Fenerbahçeliler, Fenerbahçe'nin her maçı kazanmasını istiyor."
Bülent Yurdalan:
"Bu dünyada güçlüler ayakta kalıyor"
22 yıldır Finansbank'ta çalışan, yedi yıldır ise Teftiş Kurulu Başkanı olan Bülent Yurdalan, mükemmele yakın bir performans beklenen bir birimi yönetiyor. Yurdalan ile odasında keyifli bir sohbet yaptık.
Mesleğinizde mükemmellik beklentisi sizce yaygın mı?
Mükemmellik, yani her tarafın aldığı hizmetten, servisten, üründen, yaptığı işten maksimum faydayı sağlaması ütopik bir kavram. Ancak sorumlu olduğum alanda ister istemez mükemmel ya da mükemmele yakın bir performans sergilemeniz gerekiyor. Denetim faaliyetlerinin eksiksiz, hatasız, kusursuz yerine getirilmesi, denetçilerin de işinde üst seviyede yetkin olmaları arzu edilir. Çünkü denetim faaliyeti tüm faaliyetlerin sonundaki bir filtredir. Bu sürecin etkin ve efektif çalışmaması işletme adına önemli risk ve kayıplara neden olabilir.
Bir yönetici olarak siz çalışanlarınızdan mükemmel olmalarını bekliyor musunuz?
Kesinlikle bekliyorum, ki beklentim sanırım sektördeki tüm benzer organizasyonlar için de geçerli. Tümü seçilerek gelen çalışanlarım meslek hayatlarının benimle geçirecekleri dönemi boyunca da seçilmenin farklılığını hisseder ve bu farklılığı işlerine pozitif yansıtırlar. Unutmayalım ki, farklı olanlar ve fark yaratanlar diğerlerinden daha önde olurlar. Çalışanlarımdan mükemmel olmalarını bekliyorum, zira onları özenle seçiyorum, mesleğe hazırlıyorum, engelleri gösteriyorum, ihtiyaç duydukları her konuda eğitim imkânı veriyorum, dünyanın herhangi bir yerinde bu mesleği icra edebilecek yetkinliğe getiriyorum. Ancak bunu tipik bir yönetici hırsı olarak değil, yetişmiş insan gücünün çok önemli olduğuna inandığım için yapıyorum.
Hatalara karşı tolerans gösteriliyor mu?
İş yapıyorsanız, hata da yapacaksınız. Mühim olan hatanın arkasında yatan nedeni bulmak. Hiç hata yok demek de bir problem göstergesi. Herhangi bir alanda yaptığım bir çalışmada en ufak bir hata dahi tespit edemezsem, emeklilik vaktim gelmiştir.
Sizce çalışanlarınızdan mükemmellik beklentiniz onlarda baskı yaratıyor mudur?
İlk algı tabii ki öyle. Burada çalışan herkesin beklediğimiz ölçülerin üzerinde performans sergilemesi lazım. Bu sene 5 bin 700 müracaat içinden 2 bin 500 kişiyi sınava davet ettik, genellikle 10-15 kişi alınıyor. 10- 15 kişinin hepsi en üst seviyeyi, yani genel müdürlüğü hedefleyerek geliyorlar. 160 bin bankacı, yaklaşık 40 genel müdür varsa, hedef zaten çok yüksek. Ancak ben o arkadaşların iş hayatında daha güçlü bir şekilde yere basmalarını, özgüvenlerini oluşturmalarını ve geleceğe güvenle bakmalarını sağlamak istiyorum. Bu dünyada güçlüler ayakta kalıyor, bunu kabul etmek lazım. Günü kurtarmak, işin ucundan tutmak, idare etmek maalesef bizim jargonumuzda olmayan şeyler. Bence hangi mesleği yaparsanız yapın idare etmemeniz gerekir.
Mükemmel olma gayreti sizin üzerinizde baskı yaratıyor mu?
Hayır, mükemmel olma gayretim başlangıçtan bugüne değin devam ediyor ve sanırım mesleği bırakacağım son gün dahi sürecek. Bir küçük sakıncası ise bu işin özel yaşantıma yansımış olması. Zira aile fertleri üzerinde önemli bir sıkıntı yarattığını söyleyebilirim.
Nasıl bir sıkıntı yaratıyor?
İşiniz gereği her şeyin hem negatif hem pozitif tarafından bakmaya başlıyorsunuz, herhangi bir karar verirken olumsuz da düşünmeye başlıyorsunuz, ki özel hayatta bu pek hoş değil. En basitinden bir yere gidilecekse eşinize ve kızlarınıza olumsuzlukları belirtiyorsunuz. Bu tabii benim kişiliğimden de kaynaklanan bir şey, bankacı olduktan sonra böyle olmadım, çocukluğumdan beri böyleyim. Mükemmeliyetçilik çok hoş bir durum da değil aslında. Aile üyelerinden de her şeyin en iyisini bekliyorsunuz. Çocuklarınız en iyi okullarda okusun, başarılı olsun… İster istemez bu insanlarda bir stres yaratıyor. Çok fazla talepkâr olmak, insanların başarılarının artmasını istemeniz sizin insanların üzerinde biraz tahakküm yaratmanıza sebep oluyor. Bunu aşmak, insanları özgür bırakmak lazım.
Prof. Dr. Kemal Sayar:
"Bir şeyleri eksik de olsa tamamlamayı erdem saymalıyız"
Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Sayar, Yeni Aktüel okurları için modern dünyanın mükemmellik baskısını değerlendirdi: "'En iyi, iyinin düşmanıdır' derler. Her işte en iyiyi hedefleyen bireyler bir süre sonra hiçbir şey yapamazlığın veya kronik erteleyici olmanın tuzağına düşebiliyor. Günümüz dünyasında pek çok insan hedefler arasında öncelik sıralaması yapmadan pek çok alanda birden başarı hedefliyor. Hem kariyer, hem çocuk, hem zenginlik, hem sosyal ilişkilerde en iyi olmak zorunda hissediyorlar. Bu büyük bir yorgunluk getiriyor beraberinde, zamanı bir türlü yettiremeyen, hiçbir işte arzu ettiği kadar başarılı olamadığı için hayata havlu atan bireyler ortaya çıkıyor. Bu insanlar bir süre sonra yılgınlığa kapılıyor ve mücadeleyi bırakıyorlar. Modern hayat, başarıyı çok fazla ön plana çıkarıyor. Bu başarı yarışında geri düşenler, sorunun sistemde değil kendilerinde olduğunu düşünerek utanç duygusu geliştirebiliyor. 'Tutunamayan', 'kaybeden' bireyin depresif olduğuna hükmediyoruz. Ama belki de bu başarı kültünde ve görünme yarışının kendisinde bir arıza var. Ancak başka insanlar üzerinde olumlu bir izlenim oluşturduğumuz zaman var olduğumuzu hissediyoruz. İçsel huzurun otantik kaynakları itibar kaybediyor. Başkalarının bakışı ve yorumu öne çıkıyor. Başarıyor ve alkış alabiliyorsak varız. Bu da kendi içimizde başarı için koyduğumuz kıstasları yükseltiyor. Bu durumda da kendi iç eleştirel sesleri sonuna kadar açık, kendilerini beğenmeyen bireyler ortaya çıkıyor. Bu mükemmellik arzusunun bir tür öz yıkımsal tabiatı ortaya çıkıyor. Kendi kendisini beğenmeyen, hep övgü ve takdir peşinde koşan, ertelemeyi mizaç hâline getirmiş işlevsiz bireyler türüyor. Mükemmel olma baskısına karşı koymak için önce yavaşlamayı bilmek gerek. Zaman baskısını üzerimizden atmayı bilmeliyiz. Varılacak hedef değil, onun uğruna ter akıtma bizim maksadımız olmalı. Ve en başta kusurlu varlıklar olduğumuzu, ne yapsak mutlaka bir eksiklikle malul bulunabileceğini kabullenmeliyiz. Her şeyin üzerinde tam ve mutlak bir kontrolümüzün olamayacağını peşinen kabullenirsek mükemmellik iddiasından da geri durabiliriz."
Gökçen B.DİNÇ / Bu yazı AKTÜEL 29 Nisan 2010 sayı 216'da yer almıştır.