Birkaç ay önce Mısır'da olanları akıllarına getirenler şu sıralar Türkiye'de yaşananlara çok şaşırmıyor olsa gerek. Mısır'ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi iyi dizayn edilmiş bir darbe ile indirenler daha sonrasında iktidar partisini deyim yerindeyse siyaset hayatından da sildiler.
Şimdi "iyi sıhatte olsunları" emniyet ve yargı ile değiştiren paralel devlet, benzer bir operasyonu Türkiye'de yönetiyor.
Devlet içinde kurulmuş olan paralel yapının başta Başbakan Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan olmak üzere AK Parti'ye yakın çok sayıda iş adamı ve bürokratı gözaltına almaya karar verdiği basına yansıyan yargı kriziyle ortaya çıktı. Şimdiden analistler 25 Aralık girişimini hükümeti devirmeye yönelik bir hareket olarak değerlendirmeye başladı bile.
Basına sızdırılan isimlerden ve iddialardan anlaşıldığı kadarıyla Yasin El Kadı adlı Suudi iş adamı üzerinden Başbakan'ın oğlu da dahil olmak üzere yakın çevresine El Kaideci damgası vurulmak istendi. Operasyonun Halkbank üzerinden İran'la yapılan altın ticareti meselesi ve Suriye ayağını da düşünürsek, aylar önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan aleyhine Washington Post ve Wall Street Journal yayınları üzerinden kurgulanan "hem İrancı, hem El Kaideci" ithamının Erdoğan için de uygulanmak istendiğini görmek zor değil.
Uluslararası destek aranıyor
Bu senaryoda ABD'de zaten Erdoğan aleyhine var olan başta İsrail lobisi olmak üzere AK Parti'den kuşku duyan Cumhuriyetçilere ve Türkiye ile temel dış politika konularında bazı ayrılıklar yaşayan Demokrat yönetime karşı oynandığı görülüyor. Burada asıl mesele Obama yönetiminin kendisiyle çalışmak istediğini deklare eden bu yapıya karşı nasıl bir tepki vereceği. Her ne kadar bu paralel yapı ABD'den emir almışa benzemiyor olsa da, artık devlet içinde mevzilenmiş ve hatta uslararası bir aktör haline gelmiş olan örgütlenme yapısıyla satranç tahtasında yeni ittifaklar peşinde koştuğu açık. Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in devrilmesi ve bölgede bu gelenekten gelen tüm siyasi oluşumların tek tek tarih sahnesinden silinmeye çalışıldığı ayan beyan ortadayken paralel yapının (her ne kadar kendi nedenleri olsa da) bu projeksiyona uygun bir şekilde Erdoğan'a karşı savaş ilan etmesi normal oluyor. Çünkü her darbenin dış desteğe ihtiyacı vardır.
Operasyonun en ilginç yanı da Yasin El Kadı hakkında ortaya atılan iddialar. "El Kaide finansörü" olarak suçlanan El Kadı'nın Bilal Erdoğan'ın da içinde olduğu bir grup kişiye finansman sağladığı öne sürülüyor. (Kimileri suçlanan bu kişilerin El Kadı'yı finanse ettiğini iddia ediyor) Böylelikle Başbakan Erdoğan'a karşı da "El Kaide'nin finanse ettiği adam" imajı giydirilmeye çalışılıyor.
Fakat El Kadı'nın isminin tüm bu iddialardan temizlendiğinin çoğu kişi farkında değil.
Bilindiği üzere milyarder bir iş adamı olan Suudi vatandaşı El Kadı hakkında 1999 ve 2000 yıllarında BM Güvenlik Konseyi 1267 ve 1333 numaralı kararlar ile yaptırımlar uygulamaya sokulmuştu. El Kadı'nın El Kaide lideri Usame Bin Ladin'in iş yaptığı kişilerden biri olduğu da iddia edilmişti. Bu çerçevede ABD 12 Ekim 2001'de El Kadı'nın ABD'deki malvarlığını dondurmuştu. Buraya kadar olan kısmı Türkçe kaynaklarda mevcut fakat sonrası nedense yok sayılmış.
El Kadı kendini akladı
El Kadı'nın Avrupa'da ve BM nezdinde açtığı davalar sonucunda ismi 2007 yılında İsviçre, 2008 ve 2010 yıllarında AB ve İngiltere "terör" listesinden çıkarıldı. 13 Eylül 2010'da El Kadı aleyhine 11 Eylül saldırılarıyla olan ilişkisi nedeniyle açılan bir dava da düştü. 5 Ekim 2012'de de BM Güvenlik Konseyi'nin yaptırımları takip eden komitesi El Kadı'nın dilekçesi ile onu yaptırım listesinden de çıkardı. Her şeye karşın El Kadı'nın ismi ABD'nin "Küresel Terör" listesinde var olmayı sürdürüyor. Bu hikayeden de görüleceği gibi El Kadı'nın "terörist" olmadığına ilişkin başta AB ve BM'den ayrı ayrı kararlar alınmış durumda.
Peki neden hala "terörist" olduğu iddiası Today's Zaman yazarları arasında bu denli popülerlik buluyor? Cevap basit.
Erdoğan'ı "terörizm destekçisi" olarak göstermek hükümeti devirmenin mantığı açısından yurtdışında oldukça meşru bir gerekçe olabilir. Özellikle bu iddiayı Türkiye'nin Suriye'de El Kaide bağlantılı Nusra'ya karşı müsamahakar olduğu söylemleriyle birleştirince pek çok kişinin zihninde mantıklı bir düzleme oturacaktır.
Önceki gün Mısır'dan gelen ve Müslüman Kardeşler'i "terör organizasyonu" olarak ilan eden Bakanlar Kurulu kararını hatırlarsak ne demek istediğim belki daha iyi anlaşılabilir...