Sürgün bir Rum kızı olan güzel Eleni ile Sedat'ın aşkını anlatıyor. Eleni bir zengin kızı, Sedat ise bir faytoncunun oğlu. İkisi de edebiyat fakültesi öğrencisi, ikisi de adalı... Aileler karşı çıkıyor bu aşka. Aslında gündelik hayatta sorun yok, herkes bir arada yaşıyor Büyükada'da. Ama işin içine iki gencin aşkı girince hem aileler arasındaki ekonomik uçurum, hem de inanç farklılığı devreye giriyor. Araya bir de politika girince iş iyice karışıyor. Türkiye, 16 Mart 1964'te, İnönü ve Venizelos arasında imzalanmış İkamet, Ticaret ve Seyr-i Sefain anlaşmasını tek taraflı feshederek Yunan uyruklu Rumlar'ı sınırdışı etme kararı alıyor. Hikayeye göre Eleni'nin babası Stavro da sürgün edilenlerden. Hikayenin devamı var elbette... Ama vizyona giren bu büyük aşk hikayesini izlemek isteyenlerin hevesini kaçırmayalım... Filmin yapımcısı Türker İnanoğlu, yönetmeni ise Erol Özevli. Rıdvan Akar'ın İstanbul'un Son Sürgünleri isimli kitabından yola çıkılarak hazırlanan senaryoya Selin Tunç imza attı. Filmin oyuncuları Tolgahan Sayışman, Saadet Işıl Aksoy, Mahir Günşiray ve Ruhsar Öcal ile bir araya geldik.
Tolgahan Sayışman
DİZİ BİTTİĞİ GÜN UNUTULACAĞIM AMA SİNEMA FARKLI
Tolgahan Sayışman kendisini nerede görüyor?
Şu anda kendimi mutlu hissettiğim ve yapmaktan keyif aldığım bir işin içindeyim. Mümkün olduğunca oyunculuğa devam edip, sektöre kalıcı bir şeyler bırakmak istiyorum. Benim için ana başlık sinema. Sinemayı çok önemsiyorum ve önümüzdeki 10 sene içinde sinemada kariyer yapma hedefim var. Bizi ileriki dönemde yaşatacak olanın sinema olacağını düşünüyorum.
Dizilerden bıktınız mı?
Olur mu! Dizi de yapacağım ama dizi yapmak suya yazı yazmak gibi. Elveda Rumeli gibi şahane bir dizide rol aldım, başarı ölçütü reytingse o da vardı; ilgi alakaysa, o da vardı. O dönem 'Tolgahan Sayışman' diye birini tanıdı insanlar. Dizinin çekildiği Makedonya'dan İstanbul'a döndüğümde, insanlar beni havaalanında karşıladı. Sokakta inanılmaz güzel tepkiler aldım. Dizi bittikten sonra hepsi unutuldu gitti. O dizinin tutkunları tarafından, 'Evet öyle güzel bir dizi vardı' diye hatırlanıyor. 10 yıl sonra tamamen unutulacak. Şimdi Lale Devri var, bana sorarsanız, dizi bittiği gün unutulacağım. Sinema öyle değil. Sinemada iyi iş yaparsanız, başarılı bir projeye imza atarsanız kalıcı olursunuz. İnsanların kalbine dokunabilirseniz uzun zaman unutulmuyorsunuz.
DAHA YOLUN BAŞINDAYIM
Sinemada romantik komedilerin jönü imajınız var. Dizilerde gösteremediğiniz yüzünüzü, sinemada gösterebildiğinizi düşünüyor musunuz?
Göstermeye çalışıyorum. Sinema konusunda daha yolun başındayım, bu üçüncü sinema filmim. Daha önceki iki filmim, aynı gibi gözükse de, farklı karakterlere ve konuya sahipti. Romantik komedi türünün, 1960'larda, 70'lerde Türk sinemasında jönler vardı. Aktörler arasında Tarık Akan mesela... Şimdi sinemamız yeniden yükselişe geçti ve bu örnekler artmaya başladı. Türün içinde bir isim olarak yer edinebildiysem bu benim için çok mutluluk verici bir şey. Ben 'Bu adam da hep aynı filmlerde oynuyor' lafına çok aldırış etmiyorum. Tarık Akan, bu tür filmlerden 50- 60 tane çekmiş. Ama ismini bir yere getirdikten sonra arzu ettiği, içinde olmaktan hoşlandığı projelere imza atmış. Orada da çok başarılı oldu. Bu planı zamana yaymak lazım. Aynı türe çok bağımlı kalmadan, benzer sıcaklıktaki projelerle ismimi pekiştirmek istiyorum.
O zaman Sürgün filmi sizin için bir test gibi. Çünkü bir romantik komedi değil...
Kesinlikle. Daha önce çektiğimi iki filmden de farklı ve bambaşka dokusu olan bir proje. Sürgün dönem işi, yaşanmış bir hikaye. Oynadığım karakter çok farklı. Bu film benim için çok heyecan verici ve önemli bir sınav. Oyuncu olarak baktığınızda, senaryoyu okuduğunuzda heyecanlanmanız lazım ama oynayacağınız karakterin de farklı kapılar açmasını istersiniz. Oyun alanı geniş karakterler her zaman bir oyuncu için daha caziptir. Sürgün'de canlandırdığım karakterin aslında geniş bir oyun alanı yok ama senaryo çok güzeldi. Bu hikayede olmak istedim.
Sürgün projesinde neden yer almak istediniz?
Önce Türker İnanoğlu anlattı. Sonra senaryoyu okudum ve içinde yer almak istedim. Benim için sinemada karşılığı olan bir hikayeye sahip. Bir başarı hikayesi, kavuşamama hikayesi, çok büyük bir dram ve büyük bir aşk var... Bunların hepsini harmanlayınca çok güçlü bir melodram çıkmış ortaya. Bir çok anı var çekimlere dair. Yönetmenimiz, Erol Özevli ile çalışmak ilk kez nasip oldu bana. Nasip oldu diyorum, çünkü çok da güzel bir dostluk oluştu Erol'la aramızda. Bence sinemamızın çok iyi yönetmenlerinden biri. İyi ki onunla çalıştım. Oyuncu ekibi çok kaliteli ve mükemmel insanlardan oluşuyordu, hepsi çok profesyoneldi. Çok mutlu çekim anıları biriktirdim. Sinema setleri normal şartlarda ağır geçer ama bizimki keyifliydi. Biz de zorlandık bazı durumlarda ama arkama dönüp bakınca mutlu hatırlıyorum.
SAATLERCE SUYUN İÇİNDE KALDIM
Biriktirdiğiniz anılardan birini anlatsanız...
Filmde, gece vakti yüzerek nehir geçme sahnesi vardı. Çekimler Terkos Gölü'nde yapıldı. Üç gün sabaha kadar, gün doğana kadar çalıştık. Suyun içinde saatlerce kaldım. Ama sorun gece yarısı suyun içinde kalmam değildi, gölde yılanlar varmış. Bacağıma çarpan bir şeyler hissediyor ama yosundur diye dikkate almıyordum. Yönetmenimiz yılanları fark edince 'Buradan vazgeçelim, Tolgahan mümkün değil buraya girmez' demiş. Dublörüm de vardı aslında sahne için ama onu sadece bir gün çağırdık. Dublörü nehir sahnesinin uzak planlarında kullanacaktık. Bana 'Nehirde yılanlar var ama yarın dublör kullanacağız' dediler; kabul etmedim, girdim. Ama öyle bir sahnemiz vardı ki, hem profesyonel yüzücü olduğunu söyleyen dublörümün hem de benim olmam gerekiyor. Ama dublörüm can çekişiyor, yüzemiyor. Prodüksiyonu profesyonel yüzücüyüm diyerek kandırmış. 'Bırakın ben yüzeyim' dedim. Velhasıl gecenin üçünde uzun uzun yılanlarla yüzdüm. Maceralı oldu.
Bu büyük takdir görmüştür sanırım...
Setteki insanlar sizi daha çok takdir ediyor ve motive oluyorsunuz. Birinin bana o ortamda 'Aferin sana, helal olsun' demesi çok keyifli bir şey. Bu filmde insanlar beni kabullenmişti. İlk zamanlar takdir görme sıkıntısı yaşıyordum ama bu konunun zamanla aşılacağını düşünüyordum. Bir projeyle yıldızlaşmak önemli değil. Bir yapımcı sizi güzel yüzünüzün hatırına alır, bir diziye koyar, o dizi reyting rekorları kırar, siz de Türkiye'nin o gece en ünlü kişisi olursunuz. Sonrasında bunu devam ettirebilmek mesele. Bunu sinemaya aktarabilir misiniz, orada kendinizi geliştirebilir misiniz, bunları zaman gösterir. Kimi bunu başarıyor, kimi başaramıyor. O zaman isminizin önünde önce manken, sonra oyuncu, sonra başarılı oyuncu sıfatı ekleniyor.
Mahir Günşiray
SÜRGÜN OLAYLARI İLK DEFA SİNEMADA YER ALIYOR
Türk sinemasının şu an geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz?
Dünya çapında yönetmenlerimiz var. Kimisi sizin tarzınıza uyar, kimi uymaz ama sinema yönetmenlerimiz çok iyi. Nuri Bilge Ceylan'ın, Reha Erdem'in yaptığı filmler dünya çapında. Bir Kelebeğin Rüyası... Bence Türkiye'yi aşan bir film. Çekim sahneleri, oyunculuk harika... Dizi sektörünün ve reklam piyasasının sinemaya çok büyük katkısı oldu. Kıvanç Tatlıtuğ dizilerde çalışmasaydı, sinema ile başlasaydı, bu kadar başarılı olamayabilirdi. Dizileri küçümsememek lazım, o vesileyle çalışmaya ve para kazanarak bu işi yapmaya devam ediyoruz. Üstelik teknik anlamda da gelişiyoruz. Orhan Günşiray'ın yaşadığı yıllarda sinema çok farklı bir şeydi. Bugün oyuncu direkt olarak seyircinin oturma odasına giriyor. O zamanlar sinema seyirciyle sokakta buluşuyordu. Şimdinin dizileriydi o zaman sinema. Adana'dan sinema sahibi telefon açıyordu yapımcıya, 'Bana Orhan Günşiray'lı film yazın' diye. Bugün reytingi bol oyuncular için dizi yapılması gibi bir durum var. O dönemin sıcaklığı sinemada yok ama dizilerde devam ediyor.
YUNAN ADALARI'NA ÇOK GİDERİM
Bu projeye 'Evet' dedirten ne oldu?
Senaryoyu çok beğendim. Senaryo çok katmanlı ve güzel yazılmıştı. Konu ülkemizin özellikle azınlıklar konusunda yaşadığı sıkıntıları hissetmeye çalışan bir oyuncu olarak beni etkiledi. Mübadele ve 6-7 Eylül olayları elbette çok önemli ama sürgün ilk defa sinemada yer alıyor ve birçok kişi bu konuda çok az şey biliyor. Sürgün'ü, Rumlar'ı kaybetmemizin son noktası olarak görüyorum. 12 bin kişiye ulaşan bir acı tablosu var karşımızda. Yapım şirketi çok önemliydi, yönetmenimizin dinamizmi ve oyuncu kadrosu çok doğru geldi. Sinema filmi yapmak için iyi bir senaryo gelsin diye bekliyordum ve geldi.
Sürgün'ün senaryosuna yakınlığınız var mıydı?
Rumlar'ın buradan kaçmak zorunda kalması ya da sürülmesi konusunda çok düşünmüş, çok konuşmuştum. Yunan adalarına çok giderim, daha önce Rumlar'ın yaşadığı bölgeler Gökçeada, İmroz, Tenedos, İğneada gibi yerlerde çok iyi ilişkilerim var. Babam çocukluğunu Büyükada'da geçirmiş ve biraz da olsa Rumca bilirdi. Bu karaktere yakındım yani. Sıfırdan 'Ne yapacağım ben?' olmadım. Oyunculuğun da çok kolay bir şey olduğunu düşünüyorum. Başka bir karakter yaratmak gibi görmüyorum, senaryodaki rol benim olduktan sonra, kostümümü giyip, tavırlarımı, konuşma biçimini yakaladıktan sonra o karakter ben oluyor. Mahir olarak bu karakterde olsaydım, nasıl yaşıyor olurdum diyerek devam ediyorum. Olabildiğince Rum aksanını yapmamaya karar verdim. Bunu minimuma indirmeye çalıştım, sesime küçük değişiklikler vererek, küçük kaymalar yapmaya çalıştım. Bazı sahnelerde hâlâ kendimi eleştiriyorum ve iyi yapamadığımı düşünüyorum ama seyirciye bırakıyorum yorumu.
Ruhsar Öcal
BU TOPRAKLARDA ÇOK BÜYÜK ACILAR YAŞANMIŞ
"Zaman geçtikçe daha iyi kavrıyorum, bu topraklarda çok büyük acılar yaşanmış. Yaş ilerledikçe daha iyi anlıyor insan. Ama yaşananların tek taraflı olduğunu düşünmüyorum, tamam bizde de yanlış var ama tek taraflı bakmamak lazım. Sonuçta hiçbir dahli olmayan halk, zavallı insan toplulukları etkileniyor. Bu da onu gösteren bir senaryoydu. Bu nedenle 'Evet' dedim. Benim de bir ailem var ve bu filmde bir anneyi canlandırıyorum. Anne çok önemli. Maria'nın durumu da aynı şekilde. İnsan belli bir yaşa gelince ülkesine, etrafına güveniyor, bir çevre oluşturuyor, arkadaşları var, sohbet bile önemli. Maddi manevi güven içindeyken, her şeyin elinden alınması, hiç beklemediği bir yere sürülmesi çok zor bir şey. Karakterimin yaşadıkları çok üzücü. Ailemin bambaşka bir dönüş hikayesi var. Bizler Kafkas'dan gelmişiz Rus Harbi'nde. Ama geçmişe bağlılık söz konusu değil. Ülkemize ve anavatanımıza büyük bir bağlılık yaşıyoruz. Büyüklerim anlatırdı kaçış hikayelerini, altın mı yuttular diye bağırsakları kesilenleri gördüklerini, kaybettikleri yakınlarını... Mühim olan bunlardan ders almak. Bu tür filmlerin bu tür olayları topluma anlatmada, bundan sonraki davranışı belirlemede katkısı olacağını düşünüyorum. Yaz dönemi içinde çektik filmi ama sıcaktan çok bunaldığımı ve soğuktan da tir tir titrediğimi hatırlıyorum. Terkos Gölü'ndeki çekimler hepimiz için zorlayıcı oldu. Ama çok önemli bir sahneydi. Büyükada'daki çekimler çok keyifliydi. Adayı bilmediğimi de anladım."
SAADET IŞIL AKSOY
ElenI'nin oyunculuk kariyerimde olmasını çok istedim
Sürgün filminde yer almayı neden istediniz?
Türker İnanoğlu'nun bu kadar uzun zaman sonra, bir filmin yapımcılığını üstlenmesi beni çok heyecanlandırdı. Kendisiye görüştüğümde, filme, projeye, karakterime yaklaşımı beni çok pozitif bir noktaya götürdü. Eleni'nin oyunculuk kariyerimde bir karakter olarak yer almasını çok istedim. Tarihsel bir gerçeğin önünde yaşanan bir aşk hikayesi bu. Büyük toplulukları etkilemiş hikayelerin bireyler üzerinden anlatılması sinemada çok sevdiğim şeylerden.
Çekimleri dair unutamadığınız anılarınız var mı?
Projeyi yapıyorsunuz, belli bir süre onunla yatıp kalkıyorsunuz ve karakteri sürekli besliyorsunuz o dönem. Sonra proje bittiğinde bir bıçak gibi çıkıyor hayatınızdan. Filmi izlediğimde anılar tekrar canlandı gözümde. Çok zor bir projeydi. Dönem işi olması işi çok zor hale getirdi. Oyuncular da bunun sonuçlarını yaşıyorlar. Erol Özevli de çok titiz bir yönetmen, çok tekrar yapıyorduk. Tolgahan'ın teknik olarak çok zorlandığı sahneler oldu. Benim en zorlandığım alanlardan biri makyajdı. Çünkü yaşlı ve genç halimin çekimlerine uygun makyajlar yapılıyordu. Bir gün sette, suratım şişti ve kızardı. Ve o gün çekim yapamadık.
Ana akım sinemada sizi görmeye pek alışık değiliz. Bu filmin yönetmeni de reklam kökenli. Daha önce çalıştığınız isimlerle kıyaslayınca ne fark yaşadınız?
Sanat filmlerine yakın tarzda çalışan bir oyunca olarak düşünmüyorum kendimi. En son yaptığım Twice Born ana akım sinemaya hitap ediyordu mesela. Yönetmen sinemasına ait filmler genelde 10-15 kişilik küçük ekiplerle çekiliyor. En net fark buydu. Bu filmde çok büyük bir ekip vardı.
Şu anda neler yapıyorsunuz?
Yurtdışındayım şu anda. İtalya'da televizyonda yayınlanacak bir film için çalışıyorum. Marco Pontecorvo yönetiyor, kendisi daha önce Game of Thrones dizisinin görsel yönetmenliğini yapmıştı. Luca Argentero isimli ünlü bir İtalyan aktörle başrol oynuyorum. Lübnanlı bir kadını canlandırıyorum, bir casusluk ve aşk hikayesi... Roma'da çekimler tamamlandı, şimdi Tunus'tayız... Bu film sayesinde İtalyanca öğrenmeye başladım. Gittiğimde tek kelime İtalyanca bilmiyordum.
Bu projenin kapısını Twice Born filmi mi açtı?
Evet. Ama uzun süredir dünyanın dört bir yanında uğraşıyorum. Benim İtalya'da, Amerika'da, Londra'da menajerlerim var. Sürekli seyahat ediyorum. Bir ağ kurmaya çalışıyorum, büyük projeler için görüşmeler yapıyorum. İlk görüştüğüm anda kabul edilmiyorum elbette, bu bir yol, bir süre sonra yapımcılar bana aşina oluyor ve kapılar açılıyor. Oyunculukla ilgili beni heyecanlandıran bir çok şey var ama seyahat etmek, dil öğrenmek ve başka kültürler tanımak en cazibeli kısmı benim için.
Sonat BAHAR/ CUMARTESİ SABAH