Dini cemaatler, klasik anlamda 'sivil toplum' kategorisi içine konulamasalar da sivil hayatın birçok yansımasını barındırıyorlar.
Bazı yorumlara göre Gülen Cemaati dahil, cemaatler birer sivil toplum örgütlenmesi. Bazı yorumlar ise bunun tersi yönde. Hangi tür örgütlenmelerin sivil toplum örgütü olduğu konusunda bir görüş birliği yok. Geleneksel tartışmalarımızdan birisi de ülkemizdeki sivil toplum örgütlerinin niteliği.
Bu konunun uzmanı sayılabilecek isimlerden birisi, Profesör Dr. İsmail Kara. Yeni Şafak gazetesinden Yusuf Genç'e konuşan Kara, eskiden beri savunduğu tezini ayrıntılandırarak dile getiriyor: "Cemaatlerin ve tarikatların sivil toplum kuruluşu olmadıklarını ilk defa siz söylediniz değil mi" sorusuna şu cevabı veriyor: "Herhalde… Daha ileriye götürerek 'Türkiye'de sivil toplum kuruluşu yoktur' dedim.(...) Cemaat ve tarikat yapıları DP'den bu yana hep kazanacak olan merkez sağ partiyi desteklemişlerdir. Bu, sadece kendi tercihleri değildi muhtemelen.(...) Cemaat ve tarikatlar askeri darbelerin çoğuna hiç değilse zahiren sıcak baktı, önemli bir kısmı alenen destekledi. Özal da 12 Eylül'ün bir parçasıdır neticede.(...) Cemaat ve tarikatların(...) önce zihniyet dünyaları itibariyle devletçi ve merkeziyetçi olduklarını söyleyebiliriz. Türkiye'de bu aynı zamanda askerlere yakın demek.(...) Devlet bizimdir ama başkalarının, yabancıların elindedir, bizim elimize geçerse mesele hallolacak diye düşünürler. Derin bir sistem tasavvurları, devlet fikirleri ve tenkitleri yoktur. Bu, Türkiye'ye karşı müdahalede kullanılma ihtimallerini de artırır..."
İsmail Kara'nın şu değerlendirmesi de ilginç: "Ankara (...) irtica der, şeriat der, teokratik devlet der, bu sloganlar üzerinden onları mahkûm eder. (...) Diğer taraftan toplumu ayakta tutacak, devleti meşrulaştıracak en köklü ve etkili varlık olarak dinin, yerli dindarlığın bunlar üzerinden, bunlar vasıtasıyla devamını ister, bunu teşvik eder."
Dini cemaatlerin siyasetle ilişkilerinin pek de sivil olmadığı tezi, yabana atılır bir tez değil. Bir örgüt veya topluluğun 'sivil toplum örgütü' olabilmesi için ilk şart 'devlet dışılık'sa; bunun da ötesinde, hiyerarşik yapılardan, otoriter tek adam yönetimlerinden uzaklık gerekli.
Ülkemizdeki dini cemaatler, genellikle bir lider etrafında toplanan, o liderin etrafında şekillenen örgütlenmelere sahipler. Sivil toplumda birey öne çıkar. Bireyin yok olduğu, tamamen 'cemaat'in öne çıktığı örneklerde, 'sivil toplum'dan söz etmek zorlaşır.
Gülen Cemaati, Fethullah Hoca etrafında, onun efsanesiyle hayat bulan bir özelliğe sahip. Süleyman Tunahan Efendi'nin takipçileri 'Süleymancılar' diye anılır. 'Nurcular', Saidi Nursi'yle, 'Işıkçılar', Süleyman Hilmi Işık'la kendilerini tanımlarlar.
İsmail Kara, bütün bu toplulukların devletle olan ilişkilerini, siyasetle olan ilişkilerini sorunları görüyor, çelişkilere dikkat çekiyor.
Askeri vesayetle hesaplaşma
Tablonun bir başka boyutu ise bu cemaatlerin aynı zamanda 'toplumun değişik kesimlerinin ortak bir duygu birliği içinde dayanışmasını' içermeleri. Kelimenin evrensel anlamıyla 'sivil toplum' çerçevesinde değerlendirilmeleri zor olsa da bu yönleriyle, sivil bir karakter taşıdıkları söylenebilir.
Osmanlı modernleşmesiyle başlayıp, Cumhuriyet reformlarıyla şekillenen yeni devlet içinde, dini cemaatler, 1950'ye kadar yok sayıldılar. Devleti ruhen destekleyen bir kültüre sahip olmalarına ve 'devletin kendini meşrulaştırması' bağlamında çeşitli roller oynamalarına rağmen, devletle ilişkileri hep 'zor bir ilişki' oldu. Gördükleri baskıların sonucu olarak, 'sivilleşmeye doğru itildikleri' de düşünülebilir. Son dönemde, askeri vesayetle hesaplaşmada, cemaatlerin de bir etkisi olduğu gerçeği inkâr edilemez.
Dini cemaatler, klasik anlamda 'sivil toplum' kategorisi içine konulamasalar da sivil hayatın birçok yansımasını, devletin dışında var olabilmenin özelliklerini içlerinde barındırıyorlar.
Çelişmeli bir gerçeklik bu.