Berivan Tapan/Aktuel
-Ak Parti ve cemaat arasındaki bu gerginliğin dershane öncesine dayandığını varsayarsak bu durum ne zamandır sürüyor?
Ak Parti ve cemaat arasındaki gerginlik çok uzun zamandır zaten vardı. Bu gerginliklerin, bürokrasideki hakimiyet kaygısı ile başladığını ve sürüp gittiğini de biliyorum. Bu süreçte bazı kritik gelişmeler oldu.
İlki; Mavi Marmara olayıydı. Fethullah Gülen, "İsrail'den izin almalıydınız" sözleriyle Ortadoğu sorununa farklı bir yerden baktığını ortaya koydu.
İkinci kritik gelişme ise, 7 Şubat'ta yaşanan Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması olayıydı.
Üçüncüsü; İlker Başbuğ'un tutuklanması ve sonuncusu da polis istihbaratının üst düzeyinde yaşanan tasfiyelerdi.
- Peki, bunlar iddia edildiği gibi Cemaatin bir eylemi miydi?
Bu sorunun yanıtı, Cemaatin yayın organlarının yaptığı yayınlarda… 7 Şubat kriziyle ilgili çıkan haberlerde, Hakan Fidan'a karşı olduklarını anladık. Aynı şekilde Cemaatin Taraf'taki taraftarlarının köşe yazılarında da benzer bir tutum dikkat çekiciydi… Cemaatin de polis istihbaratını elinde tuttuğunu, hükümeti köşeye sıkıştırma ihtiyacı duyduğu an elindeki malzemeleri kullanabildiğini gördük. Bugünün ortamında 2004 tarihli MGK belgesinin Taraf gazetesinde yayımlanması da bu açıdan önemli.
MGK belgesinde Erdoğan'ın imzasının olmasını o dönem içinde değerlendirmek gerekir; iktidarın gücü yoktu, o yıllar yarım yamalak bir iktidar vardı ve Ak Parti'nin kapatılma tehlikesi vardı.
HER CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ ÖNCESİ OLAYLAR YAŞANIYOR
- Bu belgenin yayımlanması neden dershane tartışmasına denk getirildi yoksa neden başka mı?
Esas üzerinde durduğum ana tahlil şu; Türkiye'de her cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi kanlı ve çatışmalı bir süreç yaşanıyor. En son 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Hrant Dink öldürüldü, Zirve katliamı yaşandı…
-Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Başbakan Erdoğan'ın 3 dönemi dolduruyor olması, bundan sonra ne olacak sorusunu akıllara getiriyor…
Erdoğan ile birlikte yeni bir iktidar ilişkiler ağı oluştu. Bu ağ; yeni bir siyasi ve ekonomik güç alanı yarattı. Şimdi ise, Erdoğan ile birlikte neredeyse çevresindekilerin hepsi 3. dönemini dolduruyor. Bu süreçte 20'ye yakın bakan siyaset dışı kalacak. Bu da şu anlama geliyor; Erdoğan'ın yerine gelecek isim, yeni bir iktidar ağı oluşturacak. Medya dahil bu iktidar ilişkiler ağı yeniden kurulacak. Banka genel müdürleri, ihaleler yeniden şekillenecek. Hepsi yeniden hizaya sokacak kendisini. Cemaat de bu yeni ağ içinde daha etkin olmak istiyor. Böyle olunca da önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimleri daha da kritik hale geliyor ve bu seçimler Ak Parti'nin geleceğini belirleyecek.
YENİ İLİŞKİLER AĞI KURULACAK
-Peki, Erdoğan, Başbakanlığa devam etmenin bir formülünü mü bulacak yoksa cumhurbaşkanlığı yoluna mı girecek? Cumhurbaşkanlığı durumunda Erdoğan'ın yerine hangi ismin geleceği konuşuluyor?
Kanun değişikliği olmazsa, 2014'ün Ağustos'unda Cumhurbaşkanlığı seçimi olacak. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığına aday olursa, Ak Parti Genel Başkanlığından ayrılmak zorunda kalacak. Böyle bir durumda ise, Erdoğan'ın koltuğuna geçici bir isim oturabilir ya da Abdullah Gül gelebilir… Ancak, benim edindiğim bilgilere göre, Ak Parti içinde bir grup Gül'ün başkanlığını istemiyor. Erdoğan'ın ilk tercihi de Gül değilmiş gibi geliyor… 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Gül'ü pek istekli desteklemediği değerlendirmeleri yapıldı. Gül'ün Erdoğan'ın yerine başbakan olmasının, bütün o ilişkiler ağını başkasına devretmek anlamına geleceğini düşünüyorlar. Eğer Gül Başbakan olursa, bu yeni bir iktidar anlamına gelecek.
Tam da bu noktada Erdoğan'ın iki seçeneği var. Birincisi; 3 dönem sınırını değiştirebilir. İkincisi de Başkanlık konusunda MHP veya BDP ile Anayasa değişikliğinde uzlaşma sağlar. Bu olursa, Cumhurbaşkanı olan kişinin aynı zamanda genel başkan olmasının yolu açılır. Böylece Erdoğan, başbakanlığı Gül'e vermez ve kendi sözünü dinletecek bir Başbakan seçtirir. İşte o zaman Atatürk gibi Cumhurbaşkanlığı koltuğundan Türkiye'yi yönetmeye devam eder.
Çözüm süreci konusunda BDP ile zaten dolaylı olarak bir uzlaşma içindeler. BDP, Hükümete yönelik zaman zaman sert eleştiriler yapıyor ama, uzlaşma sonuçta devam ediyor. BDP'nin sert görünen tepkileri, kendi mahallesini ayakta tutmak için. Yoksa Başkanlık sistemi için Erdoğan'a destek vermeleri mümkün. Bunun karşılığında özerklik talep edebilirler.
Cumhurbaşkanlığının yetkileri sanıldığı kadar az değil. Bir cumhurbaşkanının bütün hükümet toplantılarını yürütme hakkı var. Cumhurbaşkanları bu hakkı genelde kullanmaz. Ama Erdoğan, isterse kullanır. Bakan olarak istemediğini de atamaz. Yönetme yeteneği olan birinin kolay kolay iktidar ilişkilerini bırakması da beklenemez.
CEMAAT HÜKÜMETİ SIKIŞTIRDI
-Cemaat, bu noktada nerede duruyor?
Cumhurbaşkanlığı yarışında bir sorun yok bence. Gül, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına karşı çıkmayacak ve hatta destekleyecek. Ancak Gülen Cemaati, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı seçilmesi sırasında işler kritik bir noktaya gelirse bir etken olarak ortaya çıkabilir. Dershane olayı da böyle bir nedene dayanıyor. Cemaat, kuvvet dengelerinin değiştiğini bilerek, Tayyip Erdoğan ile tartışmada dershane meselesini bir fırsat olarak kullandı. Hükümetin, dershaneler konusunda kesin bir kararı yokken, hükümeti sıkıştırdı. Erdoğan'ın uzlaşmacı bir dil kullandı bence.
Öte yandan, Gül'ün cemaatle kavgası yok. Gül, anlayabildiğimiz kadarıyla Ak Parti'nin başına gelmek istiyor. Cemaat, Erdoğan'ı köşeye sıkıştırıp inisiyatifini kırabilirse, Gül daha da güçlenecek ve Cemaat de yeni iktidar yapılanmasının ortağı olabilecek.
YEREL SEÇİMLERDE KİM KAZANIR KİM KAYBEDER
-Yerel seçimlerde sonuç ne olur?
Yerel seçimler, Ak Parti'nin geleceğini belirleyecek. Oy oranları açısından ise, çok büyük bir değişiklik olmayacak. Ak Parti kaybetse kaybetse 1-2 puan kaybeder. Asıl kapışma da İstanbul'da olacak. Bu kentte cemaatin etkisi hissedilebilir.
Yerel bazda insanlar Ak Parti'nin toplu ulaşım konusundaki çalışmalarından çok memnun. Topbaş'ın uzlaşmacı bir isim olması da Ak Parti'nin İstanbul'da güçlü olmasının bir diğer önemli nedeni. CHP açısından ise, Mustafa Sarıgül oyları artırsa arttırsa ancak 1-2 puan artırabilir. Çok büyük bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. HDP'den yarışacak olan Sırrı Süreyya Önder de ancak 1-2 puan artırabilir.
YENİDEN SİLAHLAR PATLAMAYACAK
-Peki, çözüm sürecinde neredeyiz? Sizce bir 'tıkanma' söz konusu mu?
Kürtler, artık silahlı mücadeleye son verdiler. Bölgede barışçıl yaşam giderek kalıcılaşıyor. Yeniden bir savaş başlatacak koşullar yok. Öcalan'a rağmen bu mümkün görünmüyor. Kürtlerin savaş dönemi artık bitti. Kuzey Irak'ta ticaret yapıyorlar, baskı azalıyor… Toplumsal psikoloji barış yönünden büyüyor. Bu durumdan yalnızca parti bürokrasisinin bir kısmı ve PKK bürokrasisinin bir bölümü memnun değil.
Şu anda Kürtler yarı yarıya iktidarlar kendi bölgelerinde ve bunun için de silaha ihtiyaçları yok. Psikolojik olarak Kürt kimliği bölgede egemen zaten. Hükümet de PKK'dan hoşlanmayan, iktidar ilişkiler sayesinde ekonomik çıkar sağlayan ve kuvvetli dindarlardan alıyor oyunu.
HAKAN FİDAN'I TUTUKLAYACAKLARDI
-Cemaat ile Ak Parti arasındaki iplerin gerilmesinde çözüm sürecinin rolü nedir?
MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Erdoğan'ın en güvendiği isimlerden, Öcalan'ın da ona güvendiği biliniyor. Çözüm sürecinin mimarlarından. Hakan Fidan, aynı zamanda cemaatin yayın organlarında en çok hedef alınan iki isimden biri. Diğeri de Beşir Atalay…
CEMAAT 'ÇÖZÜM SÜRECİ'Nİ SEVMEDİ
-Neden peki? Cemaat çözüm sürecine nasıl bakıyor?
En karşı oldukları iki ismin Öcalan ve Endoğan'ın uzlaşması, Cemaatin bölgedeki hesaplarını olumsuz yönde etkiledi. Çünkü hesaplarını ve ilişkilerini çatışmanın devamı üzerine kurmuşlardı. Cemaatin böyle bir planının olmasının nedeni, elinde tuttuğu yargı ve polisin savaşçıl bir ortamda daha aktif olabileceği beklentisi. Bu nedenle, hükümete iki yıl önce şu telkinde bulundular: "KCK'yı içeri al, PKK'ya da operasyon yap ve bu işi bitir, Öcalan'ı tecrit et, PKK'ya destek veren aydınları da içeri al" dedi. Erdoğan, bunları yaptı. Ancak sonra baktı ki bu işten çıkış yok, hemen frene bastı.