Şehrin kalbi İstanbul Boğazı tüm güzelliğinin yanı sıra büyük bir gizemi de barındırıyor. Tepelerinde omuzlarına binen yük gibi duran plazaların, sahilinde sıralanan onlarca mekanının ötesinde hiç el değmemiş, doğasını korumuş, sakin insanların kendi dünyalarında yaşadıkları birkaç köy bu gizemi yaratan. Otomobille Boğaz trafiğinde ilerlerken birkaç virajı döndükten sonra kendinizi bu dünyanın içinde buluveriyorsunuz.
İstanbul denince akla gelen ilk kelimeler; kalabalık, trafik ve kaos oluyor… Oysa bu kadar güzel bir coğrafyanın ortasına kurulan İstanbul'un hala bakir kalabilen, denizine baktığınızda suyun dibini görebildiğiniz, trafik karmaşasının olmadığı ve çıt çıkmayan yerlerinin olduğunu hatırlamak gerekiyor zaman zaman. Hatta söz konusu lokasyonlar, şehir merkezinden kilometrelerce uzaklıktaki yerler de değil, bir yol kıvrımıyla kendinizi Boğaz trafiğine açılan noktada bulacağınız "sınır alanları" adeta… Rumeli Kavağı, Rumeli Feneri, Garipçe, Poyrazköy ve Anadolu Feneri…
Rumeli Kavağı
Sarıyer'in sonunda başlayan huzur durağı
Sahilde sıralanan birkaç restoran, bir iskele, kayıklarını, takalarını sıralamış balıkçılar, banklarda insanlar ve denize giren çocuklar…Deniz, turkuvaz bir taş gibi parlıyor Rumeli Kavağı'nda, başka bir ülkenin sahilinde sanıyorsunuz kendinizi denize bakarken. Yamaçlarda denize bakan evler dikkatinizi çekiyor. Ağaçlarla kaplı yollarla çıkılıyor tepelerine. Rumeli Kavağı'nın sahillerinde iki adet plaj var. Bir tanesinden küçük-büyük herkes faydalanabiliyor, bir diğeri ise sadece kadınlara hizmet veriyor. Bu hat üzerindeki köylere baktığınızda Kavak şehrin kalabalığına en yakın olanı, en kozmopolidi aslında. Hemen dikkat çeken mekanı ise Ayder isimli balıkçı restoranı. Onu Ayder Latife takip ediyor. Bu iki mekan, Rumeli Kavağı'nın en bilindik iki yeri haline gelmiş adeta. Sabahın erken saatlerinden geceyarısına kadar her iki yerde de rahatlıkla vakit geçirebilirsiniz. Elbette hafta sonları, diğer günlere oranla daha yoğun.
Rumeli Feneri
Türkiye'nin en büyük balıkçı köyü
Rumeli Kavağı'nı geride bırakarak daha da ilerlediğinizde, sahildeki büyük balıkçı barınağı, kocaman feneri, çok az ama çok özel birkaç mekanıyla Rumeli Fener'i çıkıyor karşınıza. Dar yollardan oluşan sokakları, eski evleri, küçük meydanındaki köy kahvesi ile tamamen kendi dünyasında bir yer Rumeli Feneri. Ancak ekonomik açıdan bakıldığında Türkiye'nin en büyük balıkçı köyü olarak geçiyor. Nüfusun çoğunluğunu Rizeliler oluşturuyor, 150 sene önce İstanbul'a göç ederek gelenler bu balıkçı köyüne yerleşmişler. Zaten coğrafi olarak da kendinizi Karadeniz'de gibi hissediyorsunuz.
Yüzyıl önce göç edenlerden bir tanesi de Menekşe ailesi. Ailenin en büyüğü Nuri Menekşe ve çocukları köyün en güzel kahvaltı mekanı olan Menekşe Bahçesi'nin işletmeciliğini yapıyorlar. Nuri bey 80 yaşında, yıllarca Beyoğlu'nda sürdürdüğü yoğun iş hayatının ardından köydeki evinde bir Pazar günü ailesiyle kahvaltı yaparken, ikamet ettikleri mekanın yanından geçen üniversite öğrencilerinin önerisi ile Menekşe Bahçesi'ni açmaya karar vermişler. Denize tepeden bakan, çiçeklerin, asmaların gölgesinde ahşabın kullanıldığı çok güzel bir mekan burası. Oğul Kadir Menekşe ve torun Mert Doğruer bir arada tam bir aile dayanışmasıyla misafirlerini ağırlıyorlar güzel bahçelerinde.
Bu mekandan ayrıldıktan sonra büyük balıkçı barınağına doğru indiğinizde sizi Barınak Balık karşılıyor. Sabah 10:00, gece 01:00 saatleri arasında hizmet veren mekan, kışın da yoğun bir müşteri potansiyeline sahip. 14 yıl önce açılan balık restoranında her şey taze… Denizden ne çıkarsa o anda mekana geliyor ve masalarda servis ediliyor. Çok doğal, sade bir mekan burası.
Rumeli Feneri'nin bir diğer özelliği de neredeyse hemen hemen herkesin birbiriyle akraba olması. Anlayacağınız nüfusa çok da yabancı girmemiş. Köyün doğal sahillerinden denize girilebiliyor. Şehrin kalabalığından bunalan, kafasını dinlemek isteyen ve özellikle zihnini boşaltmaya ihtiyacı olanlar için Rumeli Feneri'nin kıyıları ilaç niteliğinde.
Garipçe
Bir günlük cennet
Adı gibi kendi halinde ama çok güzel bir köy burası. Ufak sahili, sakinlik içinde yaşayan insanları ile birkaç saat için bile olsa kaçabileceğiniz İstanbul'un "bir günlük cennet"i... Köyün en ünlü restoranı Aydın Balık'a uğramadan gitmek olmaz… Sizin de yolunuz buraya düşerse, mekanı ziyaret edin. Zaten o kadar güzel bir lokasyonda kurulmuş ki burası, es geçmeniz imkansız. İçki satışı olmayan restoran, önceden yıllarca çay bahçesi olarak hizmet vermiş. Ardından bu güzel mekan bir balık restoranına dönüştürülmüş. Deniz ürünleri bir yana, Gürcistanlı bir hanım tarafından yapılan baklavası parmak ısırtan cinsten.
Poyrazköy
En güzel plajın olduğu yer
Anadolu yakası her zaman karşısındaki yakaya göre daha sakin, daha mütevazi, daha huzurlu ve her zaman daha "mahalle"… Boğaz'ın Asya yakası demek denizin keyfini gerçekten çıkarmak, bir Boğaz insanı nasıl olurmuş anlayabilmek ve İstanbul'da yaşadığınızı hissetmek demek. Sahil şeridinden ilerlerken Beykoz'dan Anadolu Kavağı'na gelip de, tabelada gösterilen iki köyü keşfetmeden geriye dönmemek gerekiyor.
İlk durak Poyrazköy… Buraya gelecekseniz, kesinlikle denize gireceksiniz uzun ve güzel kumsalında uzun uzun vakit geçireceksiniz. Sadece yazın da değil sonbahar, kış fark etmez, bu plaja gelmek lazım. Çok güzel bir deniz, keyifli bir sahil ve arka fonda tepelere kadar uzanan yemyeşil ağaçlar… Bir, iki balık restoranı ve herkesin uğrak noktası haline gelen Poyrazköy'ün çay bahçesi Mert Cafe gençlerin, yetişkinlerin sohbet ettiği buluşma adresi olarak köyün silüetini çiziyor adeta. Elbette nüfusun neredeyse hepsini oluşturan Karadenizlileri unutmamak lazım.
Anadolu Feneri
Asya'nın Boğaz'da parlayan son ışığı
Tepelerinden denize bakmak ayrı keyif, sahiline inerek denizine adım atmak ayrı… Anadolu Feneri, kardeşi gibi olan Rumeli Feneri'ne tam karşı kıyısından bakıyor. Ama oraya göre daha sade, daha sakin ve daha bakir…Bir kere Anadolu Kavağı'ndan yukarıya doğru ilerleyen yolda giderken ne bir toplu konut görüyorsunuz çevrenizde, ne de büyük bir sosyal tesis…Topu topu birkaç şık ev veya yamacın tam kenarında konumlanmış tek tük minik, yemek yenilen, çay içilen alan…
Ondan gerisi de orman…
Fener'e vardığınızda ufacık bir köy kahvesi dikkatinizi çekiyor. O kadar sessiz ve sakin ki, sakinleri de evlerini terk etmiş sanırsınız. Muhteşem bir manzarası var bu tepenin. Elbette fener tüm ihtişamıyla duruyor en yüksekte, hemen yanında ise yüzyıllık tarihi bir camii. Orada dikkati çeken en belirgin mekan emekli şehir hatları vapuru kaptanı Ahmet Faruk Başaran tarafından 22 yıl önce kurulmuş olan Reis Restaurant…
Bu balıkçının farkı denizin kenarında konumlanmamış olması, denize Anadolu Feneri'nin hemen yanından, en tepeden bakması. Sabit menüsü yok bu mekanın, o gün hangi taze balık gelirse o sunuluyor gelenlere. Fener'in aşağı kısımlarına, sahil tarafına iniyorsunuz kıvrımlı yollardan ve karşınıza bir kumsal çıkıyor. Burada deniz tertemiz ve herkes kendini suya atarak bu bambaşka yerin tadını çıkarıyor. Her şey çok sade, hiç işlenmemiş ve çok doğal kalmış. Anadolu Feneri'nin en belirgin özelliği de bu belki de… Hala, her şey çok doğal bu köyde.