Bir asra yaklaşan ömründe Cumhuriyet'in kuruluşu, Şeyh Sait hareketi, Ağrı Dağı isyanı, Dersim katliamı, tek parti dönemi, DP dönemi, 49'lar davası, TİP, KDP ve DDKO dönemleri, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahalelerine tanıklık eden TİP kurucularından Diyarbakırlı avukat Canip Yıldırım, anılarını yazdı. Taraf Gazetesi yazarı Orhan Miroğlu tarafından kaleme alınan anı kitabı "Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı" adıyla 2005 yılında İletişim Yayınları tarafından basıldı. Yeni Aktüel'in 196. sayısında yayımlanan "Çok mu acı çektin?" başlıklı haberde yeralan Karaköprü olayları, yaşamı mücadeleyle geçen Canip Yıldırım'ın anılarında geniş yer tutuyor. Yıldırım, tanığı olduğu Karaköprü olaylarıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Karaköprü olaylarıyla ilgili neler hatırlıyorsunuz?
Karaköprü hadisesi tarihi bir olaydır. 1930'lu yıllarda Diyarbakır'ın en güçlü ailelerinden Cemilpaşa ile Pirinççizadeler arasında husumet vardı. Pirinççizadeler devletten yana olan ailelerin en başında geliyordu. Buna karşılık Cemilpaşa ailesi devletin uygulamalarına karşı tavırlarıyla bilinen ve devlet tarafından "tehlikeli" kabul edilen bir aileydi. Devletin gazabından kurtulmak için Suriye'ye kaçan Cemilpaşa ailesinden Muhammed Bey, belli bir bölgede nüfuz ve otorite sağlıyor. Elinin altında binlerce dönüm arazisi ve silahlı adamları vardı. Muhammed Bey, başlarında Muşlu Fesih'in yer aldığı silahlı adamlarını bir gece Diyarbakır'a gönderiyor. Amacı, düşmanı Pirinççizadelere ait un fabrikasını tahrip etmekti. Ancak Diyarbakır'a varamadan güneş doğunca Karaköprü hadisesi patlak veriyor.
Karaköprü'de neler oldu?
Adamlar "hadi eli boş dönmeyelim" diyerek yoldan geçen araçları durdurmaya başlıyorlar. Durdurulan araçların sayısı 17'yi buluyor. Bunların arasında keşfe giden hâkim, savcı, adliye kâtibi ve jandarmaları taşıyan araç ile yolcuları arasında babamın da yeraldığı bir kamyon vardı. Babam Osman Şahap Bey, Mardin'de ziraat şefiydi. Mardin Valiliği'nin mobilya ihtiyacı için sipariş vermeye gittiği Diyarbakır'dan Mardin'e dönüyordu. O sırada ilkokul 3'üncü sınıftaydım, hadiseyi babamdan dinledim. Kamyonun şoför mahallinde oturan Yüzbaşı Şerafettin Bey, adamları gümrük muhafaza memuru sanarak küfürle karışık "Artık devlet memurlarını da mı durduruyorsunuz?" diyor. Bunu duyan Muşlu Fesih kamyonun kapısını açıp yüzbaşıya yöneliyor. Eşi Müşerref Hanım, kocasını öldüreceklerini anlıyor ve Fesih'in eline kapanıyor "Kocamı bana ve kızıma bağışlayın. Beni dul, kızımı da babasız bırakmayın" diye yalvarıyor. Fesih, "Korkma kızım" diyor ve yüzbaşıyı yakasından tutup arabadan indiriyor; "Karına ve kızına dua et. Yoksa seni köprünün birinci ayağında kesecektim. Evimize gelirsiniz, altınıza iki döşek, sırtınıza iki yastık koyarız. Sizi memnun etmek için etrafınızda dolanırız. Siz ise bizim namusumuza göz dikersiniz" diyor.
Yolcuları soyuyorlar mı?
Kadınları bir tarafa, erkekleri başka tarafa diziyorlar. Erkeklerin üzerindeki para ve kıymetli eşyaları toplarken, kadınlara "Namahremsiniz size dokunamayız. Gönlünüzden ne koparsa onu verin" diyorlar. Fılité Kıto adlı soyguncu, kadınlardan birinin kolundaki bileziği çıkarmaya çalışırken Muşlu Fesih'e yakalanıyor. Fesih, elindeki kırbacı Fılité Kıto'nun suratına indiriyor. Yanağı yarılıyor ve kanamaya başlıyor. Fesih, Fılité Kıto'ya "Ulan biz namus için dağa çıktık. Bir kadının kolundaki bileziği nasıl çıkarmaya kalkışırsın?" diye çıkışıyor.
Soyguncular yakalanmadı mı? İşlerini bitirdikten sonra Suriye'ye dönüyorlar. Bir süre sonra Suriye'nin Amude şehrinde Araplar, Kürtler ve Süryaniler arasında etnik çatışma başgösterince Fransa devleti eşkıyaları Türkiye'ye teslim etti. O tarihte Suriye Fransa'nın sömürgesiydi. Türk askeri, Mardin sınırları içinde soygun yapan Çelkeoğulları adlı çete üyelerini Suriye sınırında kurşuna diziyor. Mardin Valisi Fehmi Vural, diğer eşkıyaları Diyarbakır sınırına götürüp teslim etmeden önce dinlemeye karar veriyor. İçlerinden Şıkeftanlı Ahmet adlı eşkıya, valiye "Hiçbir zaman devletin otoritesine karşı çıkmadık. Sadece düşmanlarımıza karşı silahlandık. Suriye'ye kaçmaya mecburdum, yoksa düşmanlarım beni öldürecekti" diyor. Vali Karaköprü'deki soygunu soruyor. Şıkeftanlı Ahmet, yoldan geçen araçları soymayı önceden planlamadıklarını söylüyor. O arada araçlardan birinde yolcu olarak bulunan babamı ölümden kurtardığını anlatıyor. Bunun üzerine askerler gece yarısı kapımızı çaldı. Biz çok korktuk. Fehmi Vural, babama "Şahap gel bak ahbapların neler söylüyor?" diye takılıyor. Babam Şıkeftanlı Ahmet'in sözlerini onaylıyor, "Düşmanları kendisine pusu kumuştu. Suriye'ye kaçmasaydı vuracaklardı" diyor. Babamın ifadesi üzerine soyguncuları kurşuna dizmek yerine Diyarbakır Valiliği'ne teslim ediyorlar. Soyguncular cezaevine kapatılıyor ve yargı safhası başlıyor. Müşerref Hanım da mahkemede tanıklık yapıyor, "Ben bu soyguncuların hiçbirinden şikâyetçi değilim" diyor ve eliyle Muşlu Fesih'i mahkeme heyetine gösterip "Kocamı, kendilerine hakaret ettiği için öldüreceklerdi. Rica ettim beni kırmadı, kocamı bana ve kızıma bağışladı" diyor.
Şıkeftanlı Ahmet, Karaköprü soygununda babanızı ölümden nasıl kurtarmış?
Babama "Beyim seni de arıyorlar, kimliğini değiştir" diyor. Çünkü Cemil paşa ailesiyle köylerimiz komşuydu ve aramızda arazi ihtilafı vardı. Bu yüzden cezalandırmayı kararlaştırdıkları isimler arasında babamın da ismi vardı. Muşlu Fesih babama ne iş yaptığını sorduğunda "müteahhit" yanıtını alıyor. "Ne biçim müteahhitsin, cebinde beş kuruş paran yok" diyor. Babam "Biz senetle iş yaparız, üzerimizde nakit para taşımayız" diyor. Şıkeftanlı Ahmet, arkadaşları kuşkulanmasın diye babamın üzerindeki ceketi alıyor. Türkiye'ye teslim edildiğinde üzerinde babamın ceketi varmış.
Karaköprü'deki yargısız infazlar silahlı soygun üzerine mi başlıyor?
Diyarbakır'a 18 kilometre mesafede soygun yapıyorlar. Soyulanlar arasında devletin subayları, hâkimi, savcısı, jandarması da var. Durdurdukları bir kamyonun üstünden kendilerine silah doğrultan bir jandarmayı ve kaçıp ilgililere haber vermeye kalkışan bir köylüyü vurup öldürüyorlar. Devletin otoritesi bu soygunla ciddi bir şekilde sarsılıyor. Devleti temsil edenler çok öfkeleniyor ve verilecek ceza konusunda ikiye bölünüyorlar. Diyarbakır ve Havalisi Umum Müfettişi Abidin Özmen ile bazı bürokratlar, bu hareketin (soygunun) bir Kürt kalkışması olduğunu ve devlete muhalif olanların en ağır şekilde cezalandırılmaları gerektiğini söylüyor. Bir diğer grup ise, halka baskı yapılmasına karşı çıkıyor. Sonunda Özmen'in dediği oluyor ve bu Karaköprü hadisesini bahane edip muhalif bildikleri ne kadar insan varsa götürüp kurşuna diziyorlar. Sorgusuz sualsiz, mahkemeye çıkarmadan yapıyorlar bunu. Abidin Özmen, orta boylu, şişman, sevimsiz, kulakları çok kıllı bir adamdı. Halk, bu uygulamalarından dolayı ona "Öküzmen" adını takmıştı.
Anılarınızda, arkadaşınız Edip Altınakar'ın babası Şeyh Sıddık'ın Karaköprü'de yargısız infaza kurban gitmesinden de söz ediyorsunuz… Edip'in babası Şeyh Sıddık, toplumsal sorunlarla yakından ilgilenen entelektüel bir din adamıydı. Diyarbakır-Çınar yolundaki kendi köyü Altınakar (Altuxer) köyünde bir köşkte yaşıyordu. Diyarbakır'da Olağanüstü Hal Bölge Valiliği benzeri bir yapı oluşturulmuştu. Başında da Umum Müfettiş Abidin Özmen vardı. 1936 yılında asker köylerde silah araması yapıyor. Silahı olanlar teslim ediyor, olmayanlar dayaktan kurtulmak için parayla temin ediyor. Diyarbakır Valisi Faiz Bey, zaman zaman Şeyh Sıddık'ı köşkünde ziyaret ediyordu. Şeyh Sıddık, bu ziyaretlerden birinde valiye olan biteni anlatıyor, bazı askerlerin toplanan silahları silahı olmayan köylülere parayla sattığını söylüyor ve "Bana imkân verin bunu size ispatlayayım" diyor. Vali de kabul ediyor. Bunun üzerine Şeyh Sıddık, Hücceti köyünden Sadi Sadun ve Göktepe köyünden Mehmet Durmaz (Hammé Asya) vasıtasıyla 13 adet silah satın alıp köşke getiriyor. Sonra da Vali Faiz Bey ile Defterdar Basri Konyar'a haber yolluyor. Silahlar Vali Konağı'na getiriliyor, burada seri numaraları kaydedildikten sonra "jandarma buldu" denerek orduya teslim ediliyor.
Şeyh Sıddık, silahların askerler tarafından köylülere parayla satıldığını kanıtlayabildi mi? Aynı kişiler, aynı yollardan bu defa 20 adet silah satın alıyorlar. Vilayete götürüp daha önce alınan 13 silahın seri numaralarıyla karşılaştırdıklarında, 6 silahın daha önce orduya teslim edilen silahlarlarla aynı seri numarayı taşıdıkları görülüyor. Köylülerden toplanan silahlar Diyarbakır Ulu Cami'deki Şafiiler bölümünde depolanıyordu. Sorumlular görevden alındı ve yapılan soruşturmada, depoda görevli askerlerin silahları caminin tavanında açtıkları delikten iple çekerek çıkardıkları ve daha sonra bunları piyasada sattıkları anlaşıldı. Umum Müfettiş Abidin Özmen ve Kolordu Komutanı (Galip Deniz veya Kenan Paşaydı) Diyarbakır Valisi Faiz Bey'e "Sahamıza girdin, ordunun şerefiyle oynadın" diye kızıyorlar. Özmen, Şeyh Sıddık'a da "siyasi gücümü sarstı" diyerek kinlendi ve onu tutuklattı. Kardeşi Celal, Kızıltepe'ye kaçtı. İkisinin de ailesini Kütahya'ya sürgün ettiler.
Şeyh Sıddık neyle suçlanıyordu?
Abidin Özmen'in hazırladığı düzmece bir belgeyle Fransa'ya casusluk yapmakla suçladılar, ama tutturamadılar. Mahkemede beraat etti. Cezaevinden çıktıktan sonra çocuklarının yanına gitmek üzere trene bindi. Askerler Yolçatı'da indirip Karaköprü'ye götürdüler ve burada kurşuna dizdiler. Cesedine köylüler sahip çıkıp köprünün yanına defnettiler.
Neden öldürüldüğü konusunda bir fikriniz var mı?
Cezaevi'nden çıktıktan sonra istihbarat elemanları "Sıddık artık çıktın" deyince "Sesimi Çankaya'dan duyacaksınız" diye karşılık vermiş. Yani yapılanları Çankaya'ya çıkıp Atatürk'e şikâyet edeceğini ima ediyor. Ajanlar bunu Abidin Özmen'e ulaştırınca Çankaya'ya çıkmasını engellemek için apar topar trenden indirip kurşuna diziyorlar.
"ÖZAL'IN PANTOLONUNU SOYUP KUYRUK ARADILAR"
Mardin Ortaokulu'nda Turgut Özal'la arkadaşlık yaptım. Annesi öğretmen, babası ise Ziraat Bankası'nda şef veya müdürdü. Annesi Alevi kökenlidir, Dersim (Tunceli) Çemişgezekli olduğunu söylerler. Benden bir sınıf gerideydi. Ama çok çalışkan, sempatik ve terbiyeli bir çocuktu. Turgut Bey ortaokulu Mardin'de bitirdi. Oradan da Adana Lisesi'ne gitti. Turgut (Özal) diyor ki, "şehrin lisede leyli (yatılı) olan çocukları külotumu indirdiler ve kuyruğumun olup olmadığına baktılar." Aynı lisede Musa Anter'e de aynısını yapmışlar. Bunu bana Bitlisli, Turgut (Özal) ile canciğer dost olan bir müteahhit anlattı. >> 1943-44 yıllarında Dil-Tarih'te olaylar oluyor. Ahmed Arif, Mediha ve Niyazi Berkes, Behice Boran tutuklanıyor, İstanbul'daki Sansaryan Han'a kapatıyorlar. Ahmed Arif'in yanındaki hücrede yayıncı Orhan Suda var. Ahmed Arif, "birileri duvarlara İngilizce 'to be or not to be' yazmıştı. Ben de boş bir yere Kürtçe 'ya herro ya merro' yazdım." Hücrede epey kalmış. O kadar çok işkence yapmışlar ki, artık hiç iyi olmadığının farkına varıyor. "Ahmed Arif, korkusundan çıldırdı" diyecekler diye, bulduğu cam parçasıyla bileğini kesip intihara kalkışıyor. Akan kanı fark eden görevliler tarafından hastaneye kaldırılıp kurtarılıyor. >> 27 Mayıs darbesinde Diyarbakır Kolordu Komutanı Şanar Yurdatapan'ın babası Danyal Yurdatapan'dı. Danyal Paşa, 27 Mayıs'ta büyük bir kitleyi sürgün olmaktan kurtardı. Danyal Paşa bir gün diyor ki Fevzi'ye (Kalfagil); "Ben bir Kürt dostuyum. Neden diyeceksin. Sakarya Savaşı'nda ben süvari üsteğmeniydim. Seyisim de Kürt'tü. Savaşta yaralandım, seyisim seyyar hastaneye kadar beni sırtında taşıdı. Hastane kapısında kanlar içinde yıkıldı. Meğer o da yaralıymış. Kimse Kürtlere olan sevgimi, saygımı benden alamaz. Kürtleri ancak savaşta tanıyabildim."
Amcamın oğlu işadamı Bozo Kemal, daima Süleyman Demirel'le birlikte olmuş ve beraber mücadele vermiştir. İlişkileri çok eskiye dayanır. Kemal, Demirel'e inanmış biri, Demirel de "Bozo" der, başka bir şey demezdi. Demirel'in en belirgin özelliği adamlarına, dostlarına sahip çıkması. Kemal'e karşı minnettarlığı vardır. Hamzaköy'de mecburi ikamete tabi tutulduğunda gidip kendisini ilk ziyaret edenlerden biri de Kemal'dir çünkü. Demirel de affı, Bozo Kemal'in Fil Mıho'yu öldürdüğü tarihe kadar uzattı. Bu tarihten başladı af kapsamına giren suçlar.
Mehmet KORKMAZ / Bu yazı AKTÜEL Dergisi 6 Ağustos 2009 tarihli sayı 197'de yer almıştır.