Birinci Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkesi hükümleri gereğince İtilaf Devletleri kendileri açısından gerekli bölgeleri işgal etme hakkı kazanmışlardı.Anadolu'nun farklı yerlerine yapılan işgallerden özellikle İzmir'in 15 Mayıs 1919'da Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmesi tüm yurtta büyük bir infial yaratmıştı. Bir anlamda milli uyanışı tetiklemiş ve İzmir'in kurtarılması milli mücadelenin nihai bir hedefi haline gelmişti. 1920-21 yıllarında Türk ve Yunan orduları arasında meydana gelen İnönü ve Sakarya muharebelerinin Türk ordusu tarafından kazanılması, İzmir'e ulaşma yolunda askere büyük bir moral güç sağlamıştı.
Bir Kuran-ı Kerim kılıç
Bu dönemde milli mücadeleye destek sağlayabilecek Sovyet Rusya ve çeşitli Müslüman ülkelerle de temas kuruluyordu. Sakarya zaferi bu temasları arttırmıştı. Buhara Emirliği'ni temsilen bir heyet 1922'nin Ocak ayında Anadolu'ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Heyettekiler yanlarında armağan olarak bir Kuran-ı Kerim, üç adet de kılıç getirmişlerdi. Kuran-ı Kerim Müslümanlar arasındaki dayanışmayı, kılıçlar ise zafer umudunu temsil etmekteydi. Kılıçlardan biri Mustafa Kemal'e, diğeri Garp Cephesi komutanı İsmet Paşa'ya, üçüncüsü de Türk ordusuna armağan edildi. Mustafa Kemal bu üçüncü kılıcın İzmir'e ilk girecek "fatih"e verileceğini belirterek "Sakarya savaşını kazanan ordumuz inşallah İzmir'e girerek bu kılıcı da kazanacaktır. Ben de bu kılıcı İzmir'e ilk giren fatihe vermekle şerefyaab olacağım" diyordu.
26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos'ta kazanılınca, Batı Anadolu'ya doğru Yunan kuvvetlerini takip başlamıştı. İşgal altındaki bütün şehirler birer birer özgürlüklerine kavuşurken son olarak 8 Eylül'de Türk birlikleri İzmir kapılarına dayanmıştı. 9 Eylül sabahı Manisa yönünden gelen askerler ilk Bornova'yı ele geçirerek Alsancak üzerinden Kordon boyuna ulaşmıştı.
"Kanımın bulaştığı bayrağıma şimdi gözyaşlarım bulaşıyor"
Bu askerlerden biri olan Yüzbaşı Şerafettin iki bölükten oluşan müfrezesinin önünde, yağan kurşunlara aldırış etmeden atının üstünde dört nala ilerliyordu. "İlk hedefiniz Akdenizdir" emrine göre hızla mesafeleri kat ediyorlardı. Kaçan düşman geçtikleri yerleri yakıp yıkıyordu. Yollarda askerin moralini bozmak için yapılan vahşiliklere rastlanıyordu. Göğüsleri kesilen Türk kızları gibi…
Alsancak'a vardıklarında artık düşman neferleri silahlarını yere atıyor, sağa sola kaçışıyorlardı. Pasaport civarında dar bir sokaktan geçerken bir Rum çeteci elindeki bombayı Yüzbaşı Şerafettin'in atının önüne fırlattı. Zavallı at paramparça olurken, Yüzbaşı Şerafettin de omzundan ve şakağından ağır yara aldı. Fakat o halde yaraları kim düşünür! Başka bir ata atladığı gibi Kordon boyunu hızla geçti. Hükümet Konağı'nın önüne vardıklarında genç bir delikanlı, yüzbaşıya bir Türk bayrağı verdi. Yüzbaşı Şerafettin kanlı elleriyle bayrağı alıp Hükümet Konağı'na girdi. Yanında iki silah arkadaşıyla birlikte Yunan bayrağını indirip Türk bayrağını göndere çekti. Bu sırada dudaklarından şu sözler dökülüyordu: "Kanımın bulaştığı bayrağıma şimdi de gözyaşlarım bulaşıyor. Ölsem ne gam. İzmir'e ilk ulaşan biz olduk ya!"
Şan ve şeref dolu yıllar ve çöküş
Mustafa Kemal, üzerinde yakut ve zümrüt gibi değerli taşların olduğu üçüncü kılıcı 15 Eylül günü düzenlenen bir törenle Yüzbaşı Şerafettin'e verdi. İzmir'e ilk giren fatih olarak yıldızı birden parladı. Bütün gazeteler ondan söz ediyordu. Ülkenin işgalden kurtuluşunun sembolü haline gelmişti. Derhal binbaşılığa getirildi. Ordunun en gözde subaylarından biriydi. 250 Osmanlı lirası ödül aldı. Emin Paşa'nın güzelliği dillere destan, felsefe tahsili gören kızı Siret hanım ile evlendirildi. 1926'da çift İstanbul'a taşındı. Kısa bir süre sonra kızları Gönül doğdu. Genç kahraman herkes gibi mesleğinde ilerleme arzusundaydı. Bunun için Fransa'ya eğitim almaya gitti. Bu arada Atatürk tarafından kendisine İzmir soyadı verildi. Fransa'dan döndükten sonra ise hayatının kahramanlık yılları yavaş yavaş kararmaya başladı. Fiziksel olarak denge problemleri yaşıyordu. Sol eli tutmuyordu. Doktorlar bunun bir tür Parkinson başlangıcı olduğunu söylüyordu. İzmir'de aldığı yaralar sinirlere iyice baskı yapmaya başlamıştı. 1942 yılında kısmi felç geçirerek 1944 yılında malulen emekliye ayrılmak zorunda kaldı. Emekli maaşı yetmiyordu, maddi bir bunalım içine girmişti. Amerikan Koleji'nde okuyan kızının eğitim masraflarını bile karşılayamaz olmuştu. Yakınları kılıcını satmasını tavsiye ediyordu. Ancak o böyle bir şeye tenezzül edecek karakterde biri değildi. Canını hiçe sayarak kahramanlıkla aldığı böyle bir hazineyi para için satacak değildi.
O kılıç ulusun malı Bu zor günlerinden birinde gazetede İzmir İnkılap Müzesi açılacağını okudu. Eşi Siret hanımı yanına çağırıp "üçüncü kılıç"ın kendilerinden daha çok, ulusun malı olduğunu söyleyerek, bunu İzmir'deki müzeye göndermesini rica etti. Siret hanım kılıcı İzmir'e gönderilmek üzere İstanbul Valiliği'ne teslim etti. Kısa bir süre sonra 1947 yılında Siret hanım ani bir şekilde hayata gözlerini yumdu. Dört yıl sonra da Şerafettin İzmir 6 Kasım 1951'de Beşiktaş'taki evinde yaşama veda etti. Acılarla dolu bir kuşağın ortak yazgısını o da bütün ağırlığıyla yaşamıştı. Yıllarca alçakgönüllü tavrının gölgesinde saklanmış bu tarihsel şöhretin ölümü de, yaşayışı kadar sessiz olmuştu. Ölümü gazetelerde küçük bir ilan ile duyuruldu. "İzmir Fatihi" unvanı alan bu mütevazı kahraman, İstanbul'da çok sevdiği eşi Siret hanımın Yahya Efendi Kabristanı'ndaki mezarının yanına sade bir törenle, küçük bir askeri birliğin omuzları üzerinde ebedi istirahatgâhına nakledilerek gömüldü.
Adı zamanla unutuldu
Zaman içinde Balçova Belediyesi Yüzbaşı Şerafettin adına bir park açtı. Dokuz Eylül Üniversitesi Sabancı Kültür Sarayı'ndaki salonlarından birine Hasan Tahsin'in, diğerine de onun adını verdi. İzmir'de bir semtin ve Alsancak'ta bir sokağın adı Yüzbaşı Şerafettin oldu. Karşıyaka Belediyesi tarafından Milli Mücadele Açıkhava Müzesi'nde Yüzbaşı Şerafettin'i Mustafa Kemal'den kılıcı alırken gösteren bir rölyef yaptırıldı. Ancak gel zaman git zaman bu milli kahraman unutuldu. Yıllar sonra kızı Binnaz Gönül Manioğlu, oğlu Osman Şerafettin ile birlikte İzmir'deki müzeye kılıcı görmeye gitti. Ancak İzmir'in bütün müzeleri aranmasına rağmen kılıcın izine rastlanamadı. Prof. Dr. Kemal Arı tarafından yazılan "Üçüncü Kılıç/ İzmir'in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin" adlı kitap da işte bu hikayeyi anlatıyor. Bir dönemin gözü kara kahramanlığı kayıp bir kılıcın izinde tüm detaylarıyla anlatılıyor. Genelkurmay Başkanlığı'nın resmi arşivlerinden, gazete, dergi, kitap ve makalelerden, yerli ve yabancı kaynaklardan derlenerek yazılan kitap, İzmir fatihinin kahramanlık ve zorluklar içinde geçen hayatını ve Kurtuluş Savaşı'nın sembollerinden biri olan üçüncü kılıcın hikayesini aktarıyor. Avukat Neşe Ay Benli öncülüğünde bir grup İzmirli hukukçu da bu kayıp kılıcın peşine düşmüş durumda. Hikayenin anlatıldığı bir dosyayı kamuoyunda yankı bulması umuduyla siyasi partilerin ilgili birimlerine ve milletvekillerine gönderiyorlar şu sıralar. Biz de tarihi bir değerin bulunmasında katkımız olsun diyerek bu yazıyı hazırladık.
Kılıç nerede?
2000 yılında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina, "Tarihsel kaynakların bir bölümüne göre, bu kılıcın Yüzbaşı Şerafettin bey tarafından İzmir Belediye Müzesi'ne armağan edildiği öne sürülüyor. İzmir Belediye Müzesi 1950 yılında dağıtılarak elindeki tarihi değerler, İzmir'deki diğer müzelere verilmiştir. Yaptığımız araştırmalarda, elimizde o tarihten bugüne ulaşan Yüzbaşı Şerafettin beyin kılıcıyla ilgili herhangi bir somut veri yoktur. Yüzbaşı Şerafettin beyin kılıcı şu anda İzmir'in diğer müzelerinde de bulunmamaktadır" şeklinde Dokuz Eylül Üniversitesi'ne yazılı bir açıklama yapmış. Yüzbaşı Şerafettin'in kızı ve torununun da üçüncü kılıcı müzelerde arama çabaları sonuçsuz kalmış. Bugün 87 yaşında olan kızı Gönül hanımın en büyük arzusu ölmeden önce artık efsaneye dönüşen kayıp üçüncü kılıcı bir kez olsun görebilmek.
ÜRÜN DİRİER / AKTÜEL