"Canım babacım. Bizim burada keyfimiz çok yerinde… Okulda ve halı atölyesinde günlerin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Halı dokumayı iyice öğrendim. Buradan dönünce bizim orada da devam edeceğim dokumaya… Sen de çok savaşma babacık!.. Savaşı bitirin biz de gelelim…" Bu satırlar sekiz yaşındaki Suriyeli Salime'nin babasına yazdığı son mektuptan. Babasını İdlib'te Esad güçleriyle savaşırken bırakıp annesiyle birlikte Türkiye'nin yolunu tutmuşlar. Babul Hawa sınır kapısında başladıkları Türkiye yolculukları onları Adıyaman'daki mülteci kampına kadar getirmiş. Türkiye'nin en büyük mülteci kampının 10 bin sakini arasında yerlerini almışlar. Resmi adı "Adıyaman Konaklama Tesisi" olan, AFAD'a bağlı bu kamp 13 aydır iç savaştan kaçan Suriyelilere kapılarını sonuna kadar açmış durumda. Burası, Türkiye'deki 22 mülteci kampından sadece biri değil. En büyüğü, en düzenlisi, en disiplinlisi, en konforlusu… Geçtiğimiz hafta Türkiye'nin bu en büyük mülteci kampına "özel izinle" girdik, oradaki hayatı "içeriden" gördük ve 10 bin savaş mağduru insanın ruh halini anlamaya çalıştık… Dönelim tekrar küçük Salime'ye ve babasına yazdığı mektuplara… Sekiz yaşındaki Salime ve 29 yaşındaki ismini vermekten kaçınan annesi yedi aydır bu kampta yaşıyor.
Her hafta sonu anne kız önemli bir görev için kamptan çıkıp çarşının yolunu tutuyorlar. Salime'nin babasına yazdığı mektupları postaya vermek için… Mektupların adrese ulaşıp ulaşmadığı, babalarının hayatta olup olmadığı ise bir muamma… Ama annesi şunun farkında; kızı için asıl mutluluk ne halı dokumak, ne de kamptaki yeni arkadaşları... Kızının asıl mutluluğu babasına yazdığı mektuplar ve bir gün evlerine dönme umudu… Evleri İdlib'in Terip kasabasındaymış… Sınırın sadece birkaç kilometre ötesindeki bir Suriye kenti İdlib. Esad'a karşı mücadele eden Özgür Suriye Ordusu'nun merkez üssü konumunda… Ama son günlerde korkunç saldırılara maruz kalıyor bu şehir… Hava saldırısı, zehirli gaz, bombardıman, füzeli saldırı… "Esad son kaleyi indirmek için şehrimizi yerle bir etmeye kararlı" diyor Salime'nin annesi… "Ama havasını alacak…"
Ortalıkta koşuşturan 3 bin çocuk
Kamptaki 10 bin kişinin 3 binden fazlası çocuk… 435 dönüm üzerinde kurulan tesislerin hemen her tarafında çocuklar koşturuyor. Çünkü günlerden cumartesi. Okullar tatil… Hafta içi kamp içerisinde kurulan ilkokul ve lisede hepsi derslerine devam etmek zorunda… 23 Eylül 2012'de ilk Suriyelinin giriş yaptığı bu mülteci kampının yapımı ise sadece 26 gün sürmüş. Zaman içerisinde memleketlerinde çatışmanın bittiği haberini alan bazı aileler evlerine geri dönmek istediklerinde, sınıra kadar araçla bırakılıyorlar. Ve onların yerine, geçici koğuşlarda sırasını bekleyen yeni mülteciler yerleştiriliyor. Her gün kamp alanından şehir merkezine otobüsler kalkıyor. Günde 100 kişi bu çarşı izninden faydalanıyor. Kamp genelindeki hangar görünümlü büyük çadırların her birinde ayrı bir aktivite var. Dikiş, nakış, bilgisayar, tekstil, el sanatları, kuaför, halı atölyelerinde her gün hem zanaat öğretiliyor, hem de üretim yapılıyor. Burada üretilen her şey şehir merkezinde satılıp parası üretenlere dağıtılıyor. Mesela halı atölyesinde üretilen halılar ortalama 6-7 bin TL'ye satılıyor. Bu paranın maliyeti düşüldükten sonra kalan kısmı halıyı dokuyan kızlara veriliyor. "Ülkelerinde asla kazanamayacakları paralar" diyor halı atölyesindeki eğitmenleri… Halı atölyesinin en çalışkan kızlarından Faika'ya, "çok kazanıyor musun" diye soruyoruz. "Annem tüm parayı ablamın çeyizi için saklıyor" diyor, "yakında Hama'ya döndüğümüzde ablamın düğününü yapacağız…"
Kampa en çok Suriye'nin hangi bölgesinden gelen olduğunu merak ediyoruz. Ağırlık İdlib ve Halep'ten… Onlar kadar olmasa da Hama ve Humus'tan gelen savaş mağdurları da var… Kamp sakinlerinin neredeyse hepsi kampa kadar yürüyerek ve sadece üzerindeki giysileriyle gelmiş… Yanlarında ne para, ne bir valiz varmış. Gerekli her tür malzeme, kap kacak, kıyafet, yiyecek buradan verilmiş… Şu an 16 metrekarelik çadırların her birinde dörder kişi yaşıyor. Atatürk Barajı manzaralı çadırlarda her türlü ihtiyaçları karşılanıyor…
Kampın psikoloğu bile var
3 bin 500 çocuğun yaşadığı kampta doğal olarak en önemli ihtiyaç sağlık hizmetleri… Büyük çadırlardan biri de bu yüzden hastane olarak hizmet veriyor. Dahiliye, çocuk, doğum, diş, röntgen, laboratuvar, psikolog gibi bölümlerin hizmet verdiği hastane çadırında çevirmenler eşliğinde Türk doktorlar çalışıyor. En fazla kuyruk çocuk bölümünde var. Oyun oynarken sakatlanan, Suriye'den kaçarken yaralanıp da yaraları hâlâ iyileşmeyen, başına güneş geçen, midesini bozan birçok çocuk yanlarında anne ya da babalarıyla doktor sırası bekliyorlar… Ve tabii savaşın özellikle çocuklarda bıraktığı psikolojik izler de tedavi ediliyor. Yanında babasıyla psikologla olan randevusuna gelen yedi yaşındaki Hasan, üç ay önce kampa geldiklerinde haftalardır hiç uyku uyuyamayan, zor da olsa sızdığında ise ağlayarak ve bağırarak uyanan bir çocukmuş… "Rüyamda her seferinde anneme ve babama ateş ediyorlardı… Hep aynı rüyayı görmemek için uyuyamıyordum…" diyor Hasan… Burada da aynı rüyalar devam etmiş, ama psikologla olan düzenli seanslarından sonra bu kabuslar sona ermiş. Şu sıralar haftada bir de olsa psikolog randevularına devam ediyorlar… Küçük Hasan yine de şanslı sayılır. Tamam, savaşı görmüş, büyük bir travma yaşamış… Ama yavaş yavaş atlatmak üzere. Oysa, onunla aynı hastane çadırında, babasının elini tutarak doktor sırası bekleyen Beşir'in sırtında ise artık iyileşmeye başlayan ciddi yaralar var. Ve bir kolu hâlâ alçıda… "Savaşın hatıraları…" Babası böyle diyor, ve buruk bir gülümsemeyle oğlunun saçlarını okşuyor.
HAKAN TURPÇU
hakan.turpcu@aktuel.com.tr