UEFA'nın aldığı karar çok açık net. Disiplin Soruşturmasının sonucunda Fenerbahçe 2+1 yıl UEFA Turnuvalarına katılmaktan men edildi. Dolayısıyla herhalde bundan daha ciddi, bundan daha net bir şey bulabilmek de mümkün değil. Bu karar yüzünden Fenerbahçe asgari 80 milyon € maddi ve paha biçilemez manevi bir zarara uğradı. Soru da şu, Fenerbahçe neden böyle bir sonuçla karşılaştı ve bundan sonra ne yapılması gerekir?
Neden böyle bir sonuçla karşılaştık? Bu konuda Galatasaray yönetimi ve taraftarını suçlamanın hiçbir manası yok. Galatasaray Yönetimi ve Galatasaray taraftarı ister Fenerbahçe / Aziz Yıldırım düşmanlığı / nefreti olsun, ister burada bir avantaj gördükleri için olsun, ister ortaya çıkan bulgular sebebiyle şike suçunun işlendiğine inandıkları için olsun bu konuyu gündemde tuttu. Buna da hakları var. Dünya tarihinde UEFA'ya gönderilen fakslar yüzünden veya twitterda trending topicte öyle yazdığı için ceza alan bir tane kulüp yok. Galatasaray'ın şayet bahsedildiği gibi etkin figürleri de bir iletişim kampanyası yapmışsa, kendi fikir ve düşüncelerini uluslararası ve ulusal karar vericilere aksettirmişlerse buna da hakları var. Lütfi Arıboğan ve birkaç kişiyi saymazsak, bunun gerçekten suç olduğunu veya belirleyici olduğunu düşünmek mümkün değil. Galatasaray Yönetimi ve taraftarı Özel Yetkili Mahkemeleri kurmadı, delilleri karartmadı, basına yanlı ve tek taraflı bilgi vermedi, kamuoyu algısı yönetimi için polis fezlekelerinden, eşkal fotoğraflarına kadar her şeyi medyaya servis etmedi. Bu operasyonu planlamadı, yönetmedi, tutukluluk kararı vermedi, dosyanın ÖYM tarafından görülmesi için bir başvuruda bulunmadı, HSYK kararlarını hiçe saymadı. Ünal Aysal çok başarılı bir şekilde süreci yönetti, takip etti, bilgi aldı ve bu bilgileri de kamuoyu ile paylaştı. Neye kızacaksın? İşi bu ve bu işi çok iyi yapıyor. Çok haklı. Bir yönetici öyle davranır. Kendi kulübünün menfaatlerini korumaya çalıştığı için kendisini suçlamak da doğru değil.
Bu konuda ahlaken söylenebilecek tek şey, bu hareketlerin yapılarak özel yetkili mahkemelerde yapılan türlü çeşit hukuksuzluğa meşruiyet tanındığı olabilir. Bu da söylendi zaten. Ancak geldiğimiz noktada bunu öncelikli olarak gündeme getirmek mümkün değil. 3 Temmuz günlerinde getirilebilirdi, ama kimse Aziz Yıldırım Recep Tayyip Erdoğan'a sevgisini açıklayıp, Mehmet Ağar ve İhsan Kalkavan ile buluşurken bunu öncelikli olarak gündeme getiremez. Getirmemeli. Ünal Aysal'a gelene kadar insan önce kendine bir bakacak. İkincisi, siz kendi hakkınızı savunmuyorsanız, Ünal Aysal da doğal olarak savunmaz.
Özel Yetkili Mahkemeler'de görülen davaların hepsinde benzer hukuk ihlalleri var. Bu bir şablon ve uygulanıyor. Genellikle hükümete muhalif veya bir şekilde hükümetin ilgi alanı dışında kalmış gruplara karşı "örgütlü bir suç" iddiası ile soruşturmalar açılıyor, soruşturma süreci sırasında emniyete mensup bazı kişiler tarafından bilgi ve belgeler hükümet ile cemaate yakın medya gruplarına sızdırılıyor, bu medya grupları ile bir kamuoyu algısı oluşturuluyor, bu yolla masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı ihlal edildikten sonra da uzun bir yargılama süreci ile davalar devam ettiriliyor.
3 Temmuz süreci ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a yönelen soruşturma kapsamında kamuoyunda bu mahkemelerin genel olarak "cemaate" yakın şahısların kontrolünde olduğu yönünde bir algı oluştu. Başbakan "alacaksan beni al" diye açıkça buradaki otonom iktidar yapısına cephe aldıktan sonra da özel yetkili mahkemeler –mevcut davaları sürdürmek kaydıyla- kapatıldı, yerlerine de bölge ağır ceza mahkemeleri açıldı. Gerçekten de Türkiye'de emniyet – yargı – medya bileşenlerine sahip alternatif bir iktidar yapılanmasının olduğu, mevcut kanunlar kapsamında, belirli bürokratlar eliyle operasyonlar yönettiği, çeşitli soruşturmalara ve dava süreçlerine yer verdiği görülüyor. Bunu da artık Türkiye'de herkes söylüyor. Fenerbahçe de böyle bir alanda bir operasyona maruz kaldı.
Ancak Ahmet Şık'ın ifadesini hiç unutmamak lazım, doğru tanımlama "hükümetin açtığı yolda hareket eden bir örgüt"tür ve Hakan Fidan ile ilgili olaya kadar da tüm bu davaların arkasında hükümetin iradesi / desteği / bilgisi bulunmaktadır. Nihayetinde Tayyip Erdoğan da kendisini bazı davaların savcısı olarak ilan ederek bu iradesini gösterdi. Yine 3 Temmuz'da soruşturma başlamadan önce kendisine emniyet güçleri tarafından bir brifing verildiği ve müsaade aldığı da ortaya çıktı.
Çok geniş bir tahlile gerek yok, Fenerbahçe'ye yönelen dava da bu sistemin içerisinde hayat buldu, yine bu sistemin bileşenleri tarafından uygulandı ve sonuçlandı.
Bu davayı diğer davalardan ayıran şey ise Fenerbahçe'ye yönelen bu davanın Fenerbahçe'nin ismi nedeniyle kamusallaşması, geniş bir kitle desteğine kavuşması, özel yetkili mahkemelerdei uygulamaların meşruiyetini daha güçlü bir şekilde sorgulatır hale gelmesi oldu. Cengiz Çandar'dan Ahmet Hakan'a kadar geniş bir spectrumda da bu davaya destek gittikçe büyüdü, bu davanın gayri hukuki yöntem ve delillere dayanan bir operasyon olduğu yönünde de kamuoyunda güçlü bir irade ortaya çıktı.
Dolayısıyla evet Özel Yetkili Mahkemeleri mümkün ve var kılan sistem Fenerbahçe'nin başına gelenlerden sorumludur. Fenerbahçe yargının siyasetin dominasyonu altında olduğu bir alanda, adil yargılanma, masumiyet karinesi gibi temel haklarından mahrum bir şekilde savunma yapmak zorunda kalmıştır ve bütün bunlarda birincil sorumlu, bu sistemi kuran, işleten, savunan, değiştirmeyen, İçişleri Bakanlığı ve diğer ilgili bakanlıklara bağlı birimler eliyle de sürece bizatihi müdahil olan iktidardır. O kadar net. Net de bu da bugünün bilgisi değil. 1 yıl önce de biliyorduk. Buyrun işte haşmetmaaplarının önünde eğildiniz. Şimdi neden onların hükmüne razı değilsiniz? Bu isyana hakkınız yok. Kendinizi emanet ettiklerinizin hükmüne de razı olacaksınız. Hayatın kuralı bu. Madem satranç masasında tavla oynamayı tercih ettiniz, buyrun işte zarlar böyle geldi, şimdi bunu kabul edeceksiniz.
Bu sonucun bir tane gerçek sorumlusu var.
Aziz Yıldırım. Eldeki deliller 6222 sayılı kanun anlamında bir şike suçu işlediğini göstermiyor. Doğrusunu Allah bilir. 1 yıl boyunca da çok önemli bir savunma ortaya koydu. Metris'te hem özel yetkili mahkemelerin ne olduğu, nasıl olduğu ve davanın niteliği hakkında ciddi bir kamuoyu oluşturdu. Haksızlıklardan yakındı, zulme ve zalime cephe aldı, Çayan Birben'den, Cihan Kırmızıgül'e kadar haksızlığa uğrayanlara da selamlarını gönderdi, yanında olduklarını gösterdi. 2 Temmuz 2012 tarihinde hapisten çıktığı zaman kendisi Türkiye'de toplumsal bir figürdü. Bunu şundan söylüyorum, ne yaptığını hiç anlamamış. Ne olduğunu da anlamamış.
Türkiye tarihinde ilk kez bir karikatür dergisi bir spor kulübü yöneticisini kapak yaptı, hem de dalga geçmek için değil, desteklemek için.
Türkiye'nin çok önemli entelektüelleri destek yazıları yazdı, Türkiye onun üzerinden adaleti, hukuk sistemini ve demokratik uygulamaları tartıştı. Hayatı boyunca sokağa bir kere bile çıkmamış, her politik görüşten binlerce insan sokaklara çıktı. Adalet ve özgürlük talebi öyle basit iki kelime değildir. Çok ciddi bir şeydir, dünyayı değiştirir. Çok haklıdır, çok meşrudur, zalimlere karşı çok net bir taleptir ve milyonlarca insanın kalbini ateşler. İnsanlar haksızlığa isyan ettiler. Bu halk hareketi, bu meşru talepler, sokakta binlerce insanın yürümesi siyasi bir bedel olarak da ortaya çıktı. İktidarın süreci dikkatle takip ettiğini ve bu olaylardan sonra uzlaşmacı bir tutum sergilediğini, nihayetinde 6222 sayılı yasada bazı değişiklikler yapıldığını da biliyoruz. Bunu iyi okumak gerekiyordu. İktidar bu noktaya geldiyse, Türkiye'nin her yerinde binlerce insanın ortaya koyduğu mücadele sonucunda geldi. Ancak, işin gerçeği şu:
Aziz Yıldırım eğer bu işin kendisine yönelik şahsi bir destek olduğunu vahmettiyse son derece yanlış bir vehme sahip. İnsanlar haksızlığa isyan ettiler. Kimse şahsen Aziz Yıldırım için yürümedi, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'a ve Fenerbahçe'ye yönelik haksızlığa karşı çıkmak için herkes elinden gelen mücadeleyi ortaya koydu.
İkincisi, Aziz Yıldırım dik durduğu için bu desteği arkasında toparladı. Sustuğu için değil. Uysal koyun gibi davrandığı için değil. Uslu uslu boyun eğdiği için değil. Hakkını aradığı için. Nazım Hikmet şiirleri göndermeler, Zülfü Livaneli şarkılarını statta çalmalar, mücadelemiz zulüm ve zalimledir cümleleri, "ne futbolu memleket elden gitmiş" demeçleri de uzun zamandır bu haksız uygulamalara şahit olan binlerce insanın kalbinden ve gönlünden geçenlerin yansıması oldu. Ancak 2 Temmuz 2012 tarihinde bu iş bitti. Net olarak bitti. Aziz Yıldırım 3 Temmuz'dan bir gün öncesine geri döndü. Aynı kibir, aynı yönetim mantığı, aynı bakış açısı.
1 yıldır kulübü yönetiyor. En başta bekledik, umduk, sabrettik, sessiz kaldık, öğrenmiştir dedik, değişmiştir dedik, ancak 1 yılda yapılan hatalara herhangi bir insanın gözünü kapatması mümkün değil. Esasında "doğru yapılan ne var" diye sorulduğu zaman kurumsallaşmadan başka bir şey diyemiyoruz, o da Aykut Kocaman'ın istifası sürecinde görüldüğü gibi büyük bir balondan ibaret.
1 yılda neler oldu?
Mehmet Ağar ziyareti ile açılışı yaptık, sene başında bütün vaatlerin aksine "ben buradayım" diyen bir takım kurulmadığını gördük, bir stat dolusu kadın taraftara fırça çekilmesini izledik, Alex'in gönderilmesi sürecinin nasıl bir krize çevrildiğini de izledik, divan kurulunda "bu zamana kadar kulübü bakkal dükkanı gibi yönetmişiz" denildiğini de duyduk. Bir çok kez konuşursam yer yerinden oynar denildiğini de sessizliği de gördük. Muzlu basın toplantısı gibi gerçekten "dahiyane" bir girişime şahit olup, en sonunda Gezi Parkı'nda bu ülkenin çocukları dayak yerken Nusret'te Mehmet Ağar ve İhsan Kalkavan ile yemek yenildiğini de öğrendik. Afiyet olsun.
Çok uzatmayayım, kimse Aziz Yıldırım'dan bir Subcommandante Marcos olmasını beklemiyordu. Haksızlığa karşı çıkmak sadece Zapatistaların görevi değil. Bir insan "mücadelemiz zulüm ve zalimledir" dedikten sonra böyle pelte gibi duruyorsa, susuyorsa, zalimlerin yanında çok fazla duruyor, mazlumlara karşı da çok mağrur oluyorsa en azından bu sözünü yerine getirmiyordur. Susulacak yerde konuşmak, taraftara fırça üstüne fırça çekmek, hükümet istifa sloganları atan Fenerbahçe taraftarına marjinal gruplar demek bu sözü yerine getirmiyor. Belki unutmuştur ama bu sloganlar 10 Temmuz'da Bağdat Caddesi'nde de atıldı.. O sloganları atanlara marjinal diyenler de Aziz Yıldırım'ın cellatlarıydı.
En büyük geyik ise "siyasallaşmayalım." Korkunun yeni adı. 3 Temmuz'dan sonra bu kulüp siyasallaşmadı mı? Bana bir operasyon yapıldı, "ne şikesi memleket elden gidiyor" demek siyaset değil miydi? Özel yetkili mahkemelerden şikayet etmek, Cumhuriyet dönemine referanslar vermek komposto tarifi miydi? Hakkı korumak ve gerçeği söylemek siyaset değil insanlık vazifesidir. Davan asliye hukuk mahkemesi'nde görülmesi gerekirken Özel Yetkili Mahkeme'de görülüyor. Deliller belirli bir grup tarafından belirli medya organlarına sızdırılıyor. Bu operasyonda hangi "siyasi" cenahın yer aldığı belli. Eğer bunların adil, haklı olduğunu düşünüyorsan neye itiraz ediyorsun? Madem itiraz ediyorsun "hak talebin" neden siyasi olsun? Evet bir hak talebinin de siyasi sonuçları vardır ve hakkını talep etmek zalimleri de kızdırabilir ama bu siyaset değildir. Bir mazlum hakkını savunurken siyaset yapmaz, insan olmanın gereğini yapar. Bütün bunlar korkunun, güçlü iktidar başımıza büyük belalar açabilir korkusunun başka tümcelerle söylenmesinden ibaret. Temkinli olmaya evet, korkaklığa hayır. Buyrun işte korkunuzla hareket etmediniz, sustunuz, hareket etmediniz ne oldu? Ben hayatımda korkakların tarih yazdığını görmedim. Aziz Yıldırım da korktuğu için değil, korkmadığı için 2 Temmuz'da oradan çıktı ve şimdi korktuğu için de başına bunlar geliyor. Ancak bir şey daha var, Aziz Yıldırım kendisini korumak için herhangi bir şey yaptı mı? Hayır. Bütün bunlar yapılırken, geçen 1 senede kulübün haklarının savunulması ve haksızlıklardan hesap sorulması için hangi adım atıldı? Sıfır. UEFA süreci takip edilmedi, edilmediğini görüyoruz. Edildiyse bile bunun iyi yönetilmediği belli. Kulübe zarar verenlerden de hesap sorulmadı, susuldu. Taraftarların sesi dinlenmedi, 3 Temmuz ile ortaya çıkan büyük halk hareketinin beklentileri de motivasyonu da karşılanmadı. Çok uzun anlatmaya gerek yok, öze dönüş yaşandı, tek adam bütün haşmetiyle kendi bildiği yolda yürüdü.
Şimdi o yolun sonundayız. Evet bir insan aynı anda hem inşaattan, hem hukuktan, hem siyasetten, hem halkla ilişkilerden, hem futboldan, hem betondan, hem transferden, hem coğrafyadan, hem insan kaynaklarından anlamaz. Mümkün değil. İyi yöneticiler, her şeyi bilen adamlar değildir, iyi yöneticiler doğru sistemleri kuran, profesyonellerden yararlanan, ödül ve yaptırım mekanizmalarını işleten, hedef koyan, hedeflere ulaşılmasını denetleyen kişilerdir. Bu sistemler kuruldu mu? Hayır. Bugün geldiğimiz noktada Fenerbahçe'nin Başkanı, bazı yöneticileri "teknik olarak" yok. UEFA'dan 2 + 1 yıl men cezası almış durumdayız ve Yargıtay süreci önümüzde bekliyor.
Belirli makamlara seçilenler icra görevine sahiptir. Bu işin sefası başarının mutluluğunu gururunu yaşamaktadır. Fenerbahçe çok vefakardır. Borcunu öder. Bütün Türkiye isminizi biliyor. Herkes sizleri izliyor, görüyor. Binlerce insan alkışlıyor, başınıza bir şey geldiğinde bedel ödemeyi göze alarak hareket ediyor. Ancak sefayı yaşayan cefaya da razı olmalı. Başarısız olan da cefayı çeker. Yönetemeyen istifa eder.
Aziz Yıldırım artık yönetemiyor. Kendisine itiraf edebiliyor mu bilmiyorum ama yönetemiyor. Aziz Yıldırım'ın yönetememesi, bu yönetim zaafiyeti de kulübe zarar veriyor. Büyük umutlarla başlanan bir yılın sonunda geldiğimiz nokta budur. Bunun da bir tane sorumlusu var. Kendisi.
Bizim kulüp yönetimimiz kendisini savunmazken, susarken, Stockholm sendromundan muzdarip gibi kendi celladına aşık aşık bakarken, kendisine kumpas kuranların kendisini kurtarmasını umarken, "stratejik" adı verilen bir teslimiyet politikasını benimserken kimseye kızacak halimiz yok. Adama sorarlar, Mehmet Ağar ile yemek yiyenler mi zulmün karşısında, İhsan Kalkavan ile oturanlar mı "cemaat" ile mücadele ediyor? Geçiniz.
Fenerbahçe'nin baştan ayağı yenilenmesi lazım. Daha iyi, akıllı ve çağdaş bir yönetime, her şeyin tek adamın iki dudağı arasında olduğu bir sistemden kurumsal ilişkilere, kapris, sitem, kavga üzerine kurulu medya iletişim stratejisinden çağdaş bir medya iletişim stratejisine, muzlu toplantı yapan akıldan daha sofistike düşünebilen bir yönetim aklına ihtiyacımız var. Heyecan, tansiyon, sinir, öfke nöbetlerine değil hesaba, kitaba, planlamaya, programlamaya ihtiyacımız var. Duble yollar gibi projelerden daha çok stratejik akıl üreten mekanizmalara, çağdaş işletme metotlarına, kamuoyu iletişimine ihtiyacımız var.
Uygun yöntem ve araçlarla kulübün haklarının savunulması için önce bu uygun araç ve yöntemleri mümkün kılacak bir değişim gerekiyor.
Yol bitti. Kredi sıfır. Lütfen artık istifa edin. Kötü bir yıl geçirdiniz, bütün yılı çok kötü yönettiniz ve çok zarar verdiniz. Daha fazla zararı engellemek için hareket etmek de bir "hizmettir." Bugün yapılabilecek tek hizmet bu kaldı..