"Mutsuzluk arıyorum"
Nihilist eğilimleri gün geçtikçe artar Ayşe Şasa'nın; "Mutluluk bir burjuva illüzyonudur" onun için: "Böyle diyorum ve mutsuzluğu aramaya başlıyorum. Binbir muzırlık icat ediyorum adeta, daha mutsuz olmak için…" Şasa özel enerji harcar mutsuz olmak ve mutsuzluğuna neden olduğunu düşündüklerini mutsuz etmek için… Çok da zorlanmaz mutsuz olmakta, döndüğü her köşede mutsuzluğu, tabir uygunsa katmerlenerek artar. Ruhi sıkıntıları da mutsuzluğu ile paralel bir şekilde derinleşir. Nihilizmden sosyalizme doğru kayarken, aile koşulları iyice sorun olur onun için… Hem sosyalist hem de varlıklı bir ailenin kızı olmak kolay değildir. Yine alay konusu olur bulunduğu çevrelerde. Çevresi değiştikçe ailesiyle olan zayıf bağı iyice zayıflamaya, sorunlar artmaya devam eder. Bu arada sinemaya olan merakı iyice belirginleşir. Ve ilk evliliğini yönetmen Atilla Tokatlı ile yapar.
Aile kesinlikle karşı çıkar bu evliliğe. Ama kızlarına dinletemezler. Ailenin bu evliliğe bu kadar uzak olması onu iyice teşvik eder evlenmeye… Sonunda ailesinin canını yakacak bir malzeme bulduğunu düşünür. Ama içinde bulundukları ciddi yoksulluk ve Atilla Bey'in ukalalıkları kısa sürede evliliği çekilmez hâle getirir. Ayşe baba evine döner. İnat üzerine gerçekleştirdiği evliliğinin ardından kendini toparlayınca Atıf Yılmaz ile çalışmaya başlar. Bu çalışmanın içinden Şasa'nın ikinci evliliği çıkar. Atıf Yılmaz ile gönül rahatlığı ile evlenir çünkü ailenin; toplumda iyi bilinen başarılı bir sinemacı olan Atıf Yılmaz'a itirazı olmaz. Ayşe Şasa evlenince Yılmaz'ın Şişli'deki bekâr evine taşınır. Kendi ailesinin beş yüz metrekare evinden sonra, hiçbir konforu olmayan, bu küçük çatı katı Ayşe Şasa'ya gerçek bir yuva olur. Orada kendini mutlu ve güvende hisseden Şasa için oldukça verimli geçen bu dönem, hastalığının ortaya çıkmasıyla La Paix hastanesinde sonlanır. "Çok zorlu günler… Ben ziyarete gelenlerin; annemin, babamın, Atıf'ın farklı siyasi kamplara, devletlere ait casuslar olduğunu zannediyorum. Naziler, Gestapo filan… Uzayda büyük bir savaş oluyor, cuntalar savaşıyor; işkence odalarından gelen çığlıkları duyuyorum."
Hastaneden çıkınca bir süre ailesinin yanına yerleşiyor ve bu arada eşi Atıf Yılmaz ile olan tüm bağı kopuyor. Böylece bir sayfayı da kapatıyor Şasa… 1980 yılına kadar Gayrettepe'de ailesinin aldığı evde hastalığıyla mücadele ediyor. Bazen yurtdışına gidiyor tedavi olmak için… O günler için "kuyunun dibindeydim, diri diri gömülmüş gibiydim" diyor. Tam o günlerde hayat muhasebesi yaparken Yeşilçam'dan arkadaşı ünlü senarist Bülent Oran aklına düşüyor, arayıp not bırakıyor; "Bülent beni arasın." Bülent Oran arıyor Ayşe Hanım'ı. Evleniyorlar bir süre sonra. Bülent Oran bir daha ayrılmıyor Ayşe Hanım'ın yanından, adeta pervane oluyor için… Birlikte mücadele ediyorlar, Şasa'yı "yiyip bitiren" hastalıkla…
Kurtuluşu tasavvufta buldu Ayşe Şasa'nın hayatı tedavi için Londra'da bulunduğu sırada eline geçen bir katalogda rastladığı bir kitap ile değişiyor. Muhiddin İbni Arabi'nin eseri Füsusu'l Hikem. Kitabı ediniyor Ayşe Hanım fakat okuması için aradan bir-iki yılın geçmesi gerekiyor. Hayatındaki büyük değişimi bakın Şasa nasıl anlatıyor: "İdrakimin diri olduğu bir zamanda Füsus'u okumaya başlıyorum. Füsus çok ağır bir eser, kolay bir eser değil. Bir müddet sonra mantıkla, akılla izah edilemeyecek bir olay vuku buluyor, önümde sanki büyük bir sevinç ışığı, bir aydınlık deniz beliriveriyor… Hazret, Füsus'ta hep, Allah'ın Rahman sıfatını öne çıkararak kainatın, âlemlerin tasvirini yapıyor, manalandırıyor… ve orada tasavvuf adamlarının çok sevdiği meşhur hadisi zikrediyor; 'Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim!' Bu hadis-i kudsi sarıp sarmalıyor beni…" Şasa yıllarca yaşadığı kuyudan tasavvufa yönelerek kurtuluyor. Ruhunun ıstırabını Kuran'la dindiriyor. Nihilizmden, sosyalizmden geçen yolu, bir "u" dönüşü ile tasavvufa çıkıyor, huzuru buluyor ve sık sık şunu tekrarlıyor: "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim!"
IRAK KRALI FAYSAL İLE ARKADAŞTI
"Lise yıllarımda su kayağı beni çok cezbetmişti. Kayakla akrobatik numaralar yapmaya başlamıştım. Osmanlı Hanedanı'ndan Dürrüşşehvar Sultan'ın oğlu, Haydarabad Nizamı'nın torunu Prens Bereket ile arkadaş olmuştuk bu su kayağı fasıllarında. Ve kendisi bir kayak şampiyonuydu. Nice'te bulunmuş, oralarda kayak yapmış. Tahtadan bir tramplen yapmıştık denizin içine. Bu tramplenden atlamak isteyenler çok oldu. Prens Bereket öğretti. Fakat benden başka yapabilen çıkmadı. Su kayağı ile de çok tehlikeli şovlar yapardım… Prens Bereket'in arkadaşı Irak Kralı Faysal vardı; rahmetli. Kendisiyle spor vesilesiyle arkadaş olduk. Daha sonra Irak ihtilâlinde katledildi. Hiç unutmam, Britannica'nın maddelerini ezberlerdi; 'D' harfine gelmişti, tamamlayamadı… Peşinde badigardlarla dolaşırdı; badigardlar aramızda mizah konusuydu. "
NECLA BAYRAKTAR / AKTÜEL
Aktüel Dergisi'nin 10 Aralık 2009 tarihli 206'ıncı sayısında yer alan haberdir