Şehir hayatı bizi bir yandan özümüzden uzaklaştırırken bir yandan da farklı umut kapılarına yönelmemizi sağladı. İnsan olmanın doğasında var olan aşk; mutluluk; manevi zenginlik ve gücü kendimizden uzakta hatta Alaaddin'in sihirli lambasında arar olduk! Bu lamba bazen EFT yöntemi olarak çıktı karşımıza, bazen kuantum yasaları olarak... Arınmayı, istemeyi ve elde etmeyi vadeden pek çok metot ve öğreti popüler oldu. İçlerinde en kapsamlı ve en çok şeyi vadedense nefesti; doğal olarak dikkatleri en çok çeken de.
Bir gün nefesimizi doğru kullanmayı öğreniyorduk ve o günden itibaren kişilik bozukluklarından takıntılara; panik ataktan kronik solunum hastalıklarına kadar tüm sorunlarımız halloluyor aşkı; parayı; başarıyı ve bolluğu yaşamınıza çekmeye başlıyorduk. Daha doğrusu bunlar nefes terapistlerinin iddialarıydı. Onlar bu açıklamaları yaparken, terapiye gidenlerden de terapi sırasında çok kustukları; ağladıkları; kabuslar görmeye başlayıp uyuyamadıkları hikayelerini duyar olduk. Hatta bu terapiye giden kişileri gözlemleyenlerin de konu hakkında şöyle tespitleri vardı: "Nefes terapisine gittikten sonra eşinden ayrıldı. İşini değiştirdi.
Her şeyi yapacağına inanıyor egosu çok yükseldi..." vs. Peki nerede hata yapılmıştı da insanlar nefes terapileri hakkında olumsuz referanslar vermeye başlamıştı? Sanırım bu noktada nefesin etkileri bir pazarlama metodu olarak aktarılırken işleyişinin anlatılmaması ve doğaüstü bir güç gibi sunulması etkendi. Holoterapi nefes eğitmeni bir psikolog olarak nefesin dokunduğu her şeyi nasıl da bilimsel dayanaklarla şifalandırdığını ise hem çok iyi biliyor hem de şahit oluyordum. O halde olumsuz görünen bu tablonun anlamı neydi? Önce bu konuya açıklık getirmek lazımdı…
Hangi alanlarda nasıl etki gösteriyor?
Bizler doğduğumuz andan itibaren diyafram nefesi kullanarak hayata tutunuruz. Diyafram nefesi sağ beyin lobuna etki eder; hayal gücü ve duygu dünyasını besler. Zamanla hazmedemediğimiz olaylar, içimize attığımız sıkıntılar ve ifade sorunları yaşadığımız durumlar sonucu nefes alışımızda blokajlar oluşturur sadece üst yani kaburga solunumu yapmaya başlarız. Üst solunum da sol beyin lobunu çalıştırır ve hayal gücünden yoksun daha çok mantıksal kararlar alınmasına etki eder.
Diyafram ve sırt nefesi kullanmayı unuttukça biz solunum kapasitemiz daraldığı gibi (bu yüzden kronik solunum hastalıkları oluşur) ayrıca yoğun sol beyin lobuyla alınan kararlar yüzünden anksiyete ve kontrol çabasıyla panik atak hastalıkları baş gösterir. Bu durum bir süre sonra nefesimizi yanlış kullanmanın oluşturduğu blokajlarla mutluluk hormonumuzu yeterli ölçüde sağlayamamıza sebep olur ki dolaylı olarak da olsa şeker hastalığını tetikler.
Çünkü şeker hastalarının çoğu hayattan keyif almayan mutsuz insanlardır. Kaburga-sırt ve diyafram nefesini doğru oranlarda kullanmayı becerebilen biri bu hastalıkların oluşumunu da engellemiş olur. Ayrıca nefes tutturma yöntemiyle yapılan nefes çalışmaları sonucu panik atak hastaları nefessiz kalma fobilerinden de kurtulur. Tıpkı bu fobide olduğu gibi tüm fobilerin temelinde bilinçaltındaki yanlış kodlamalar ve korkular yatar. Aşk acılarının, saplantılı durumların ve takıntıların kökeninde de yine bilinçaltı kodları etkilidir. Kısa ve hızlı solunumla zihin teta seviyesine getirilir ve bilinçaltındaki yanlış kodlar terapistin olumlama telkinleriyle değiştirilir.
Özetle nefes terapilerinin hepsi bilimsel dayanıklı ve spiritüel olmayan bir güce sahiptir. Olumsuz hikayelere gelecek olursak; bu göstergelerin hepsinin mantığında şu yatar; farkındalık! Nasıl mı? Yıllardır kariyerinde başarı grafiği tutturamayan biri esas sorunun başkaları olmadığını fark eder; kendi potansiyelinin farklı bir iş pozisyonunda değerlendirilmesi gerektiğini de. Bu nedenle iş değiştirmek ister. Uzun süredir evli ve mutsuz olan biri, terapi sırasında bağımlı kişilik bozukluğu olduğu için kendisini mutsuz eden eşinden ayrılamadığının bilincine ulaşır ve üzerinde yıllardır yük yaratan bu ilişkiyi sonlandırma kararı alır. Terapi sırasındaki ağlama krizleri ve kusma da bastırılmışlıkların dışa vurumudur.