Herman Usta, Erman Usta, Hermanus'ta, Herr Manusta ya da en dolambaçsız şekliyle Hermanusta.
Nasıl okursanız okuyun. Çünkü ben nasıl yazmak istersem yazacağım.
Siz ne anlam yüklemek, nasıl algılamak, neresinden katılmak ya da hiç katılmamak isterseniz, dilediğiniz gibi yapmakta özgürsünüz. Zira ben de özgürce kaleme alacağım; gezdiklerimi, gördüklerimi, yediklerimi, içtiklerimi, duyduklarımı, okuduklarımı; kısacası yaşadıklarımı.
Buraya nereden mi geldim? Çok kısa özetleyeyim.
Bu yazının başlığındaki "ta"sız Hermanus, Güney Afrika'nın en dibinde, Cape Town'a 120 km. uzaklıkta, okyanus sahilinde, nüfusu 80 bin civarında kendi halinde bir kasaba. Daha çok yaz aylarında balina gözlemleme aktiviteleriyle ünlü bir turizm diyarı. Buyrun buradan bakın: http://www.hermanus.co.za/
Gittim mi, gördüm mü? Hayır. Akrabalarım da yok orada yaşayan. Balina gözlemleme turları düzenlemeyi hiç düşünmüyorum; en azından şimdilik. "E o zaman Hermanus'tan sana (ya da bana) ne be adam" diyeceksiniz, haklısınız. Neredeyse…
Google Maps'ten baktım, siz de bakabilirsiniz. Hermanus şehir merkezinden çıkıp, kuzeye 10 km. kadar gittiğinizde, orada Hamilton Russell bağlarına varıyorsunuz. Hamilton Russell (http://www.hamiltonrussellvineyards.co.za/), 1975 yılında kurulmuş, Güney Afrika'nın en saygın ve köklü şarap üreticilerinden biri.
Benim de bu yazıyı yazmama sebep olan sevgili dostum Onur Yıldırım'la paylaştığımız Hamilton Russell Pinot Noir 2008 şişesinin kaynağı o topraklar. Alın size (ama daha çok bana), dünyanın bir diğer ucuna gitmeniz ve oraları görmeniz için balina gözlemlemekten daha cazip bir neden. Gitmişken balinaları dünya gözüyle görmeden dönmem derseniz, seyahatinizi Haziran ayından itibaren yaz (güney yarımkürede kış) aylarında planlamanızı önerebilirim.
İlk tadışta aşk
Dedim ya, Onur Yıldırım ile Londra'ya yaptığımız bir iş seyahatinde yaşadığımız eşsiz bir deneyimin ürünü bu yazı.
Bir öğle yemeği için gittiğimiz ünlü İskoç aşçı Gordon Ramsay'in 2011 yılında açılmış olan en yeni restoranı Bread Street Kitchen'da (http://www.gordonramsay.com/bread-street/) tanıştık. Hamilton Russell Pinot Noir 2008 ile.
"İlk tadışta aşk"tı bizimki. Restoranın "Amerikanvari modern şehirli brasserie" ambiansından ve çoğu odun ve kömür ateşinde pişmiş yemeklerden oluşan menüsünden çok etkilenmiş olsam da, ne yediğimi inanın hatırlamıyorum. Ya da içtiğimin yanında yediklerim teferruat gibi gelmiş olabilir bana. Son derece rafine, dengeli, hafif baharatlı, orta gövdeli, kadife kırmızısı o şarabı, menüden tamamen içgüdüsel bir motivasyonla seçerken zihnimde çektiğim o resmi, şaraptan aldığım keyifle birleşip de beynime kazınmasıyla asla unutamayacağım sanırım.
Şu şarabı biraz daha ayrıntıya girip anlatsana derseniz; "Mürdüm eriği tadı var mıydı, derinden gelen iki kez tabaklanmış deri tonları taşımıyor muydu, tanenlerinin şaraba verdiği burukluğun bitimdeki ağırlığını nerende hissettin" diye sorarsanız, kusuruma bakmayın, o ben değilim.
Ha, şunu tasvir edebilirim belki:
"Restorana öğle yemeği için geçmeden önce, Londra'nın sembol yapılarından biri olan yakındaki St. Paul Katedrali'ni ziyaret ettik. 1710'dan 1962'ye kadar Londra'nın en yüksek binası olan St. Paul Katedrali'nin yerden 85 metre yükseklikteki çatısına 528 basamakla (http://www.stpauls.co.uk/Cathedral-History/Explore-the-Cathedral/Climb-the-Dome) ulaştıktan sonra büyüleyici bir Londra manzarasıyla karşılaştım. Yüzümü, binlerce kilometre öteden özgürce esip Londra'ya ulaşan okyanus rüzgarı okşadı.
Papazların çektikleri cefanın sonunda ulaştıkları ilahi huzur gibi bir duygu kapladı içimi. Hayatın bütün yüklerinden arınmış gibiydim. Hamilton Russell Pinot Noir 2008'i, bu duyguları keşfediyormuşçasına keşfettim. Ön yargısız, yüksek beklentilerden uzak, dost muhabbetinin sıcaklığında. O an için, benim için, dünyanın en büyülü lezzetiydi. O nedenle de hemen efsaneleşti bireysel tarihimde. Sevgiliyle kısa bir buluşmanın tarifsiz hazzı gibi yaşadım o deneyimi. Tüketilmeden tükendi. Bir sonraki buluşma için tutkulu bir bekleyişe dönüştü. Mekandan ayrıldım, ama hayalinden asla…"
Bir sonraki buluşma, Londra'ya bir başka seyahatimde 6 ay sonra gerçekleşti. Yine aynı restoran, farklı bir grup da olsa yine dostlar ve yine o…Hamilton Russell Pinot Noir 2008. Bu kez beni ilk tadıştaki kadar etkilemedi. Etkileyemedi. Aradan geçen zaman birçok şeyi alıp götürmüşçesine buruk bir tat verdi. İki eski dost olarak kalmaya karar verdik. Yıllar içinde birbirimize yeniden şans tanıma ve sadece anılarımızı değil tutkularımızı da tazeleme sözüyle birlikte.
"Artık ona ulaşmak istiyorsam illa ben mi fedakarlık yapacaktım? Mutlaka Güney Afrika'ya ya da İngiltere'ye mi seyahat etmem gerekecekti?" diye düşünürken, hiç ummadığım bir anda ve mekanda çıktı karşıma.
Bu kez İstanbul'da, geçtiğimiz Kasım ayında Kuruçeşme'de açılan İncirli Şaraphane'de (http://www.facebook.com/IncirliSaraphane). Beni görmek için binlerce kilometre yol katetmişti. KDT Şarap Dağıtım ve Paz. A.Ş.( http://www.facebook.com/KdtSarapPazarlamaVeDagitimAs) sağolsun, Türkiye'ye ithal etmişti. Daha kolay ulaşabileceğimi, kavuşabileceğimi bilmek hoş bir duyguydu. Gerçekten hoş bir duygu muydu, yoksa heyecanımı sıradanlaştırdı mı bunu zaman gösterecek. Ama artık biliyorum ki sınırlar her yerde olduğu gibi yavaş da olsa yaşam gustosunda da kalkıyor. Standartlar yükseliyor, herkes için lüks bir ölçüde standartlaştıkça yaşamım deneyimlerimle ve keşiflerimle her geçen gün daha zenginleşiyor. O zaman da "yaşamak ve yazıya dökmek ne güzel" demekten kendimi alamıyorum.
Ercüment Şener