*Müzik insan için neden önemli?
Müziğin başladığı bir nokta var. Birçok şeyin bittiği nokta aslında… Söz bitiyor. Onun için bir anlamda bütün sözel müzikler, müzikal yönden eksiklidir. Çünkü hâlâ sözü, müziğin içine katarak bir şeyleri söyleme iddiasını sürdürür. Aslında orada şiirin iddiası devam ediyor. Her sözel müzik mutlaka şiirsel olmak zorunda değil; ama mutlaka bir şey anlatıyor. Müziğin var oluş sebebi bence bu değil!
*Nedir peki?
Müzik, sazlarda başlar ve en derin karşılıklarını yine saz müziklerinde bulur. Mesela bizde ya popüler müzikleri aşağılama eğilimi ya da onları gerektiğinden fazla abartma eğilimi var. Oysa çok abartılı bir şekilde aşağıladığımız şeylerle zaman içinde bir yerlerde abartılı olarak uzlaşabiliriz de.
*Seçkincilerin arabeskle kurduğu ilişki gibi mi? Müslüm Gürses'le mesela?
Arabeski dışlayanların hatta aşağılayanlara baktığımız zaman genelde bizdeki klasik müzik icracılarını görürüz. Onlar müziğe çoğu kez müzik üzerinden bakmamışlardır. Müzik onlar için başka bir yüce ereğin aracıydı. Mesela "Türk aydınlanmasında müziğin rolü" gibi bakıyorlardı. Pek çok şey kendiliğinden yerli terine otururdu.
*Popüler kültürün nasıl bir etkisi oldu?
Popüler kültür, her şeyi estetize eder. O estetizasyon sonucunda, bu müziğe bir zamanlar lanet okuyanlar yeni zevkler geliştirdiler. Popüler kültür, hiçbir şeyi kendi başına bırakmıyor. Mutlaka bir füzyonun konusu yapıyor. Bir şeyi bir şeye katarak var ediyor.
*Arabeskin bu dönüşümü ne zaman başladı?
Aşağı yukarı 1980'lerden sonra. Bu konuda taverna müziğinin çok kritik olduğunu düşünüyorum.
*Nasıl bir etkisi var?
Piyano çok Batılı ve duygusal da bir saz. Romantizmin ön plana çıkardığı sazlardan bir tanesi. Ümit Besen, Ferdi Özbeğen gibi isimler, piyanonun içine arabeski yerleştirdiler. Arabesk, taverna müziğinde yıkandı. Bir bakıma kınayıcı otoritelere şu denmek istendi: "Sen bütün Türklerin piyano çalmasını istemiyor muydun? Bak, Anadolu'nun bağrından gelen biri geçti piyanonun başına, çalıyor. Hatta tarzı Batı tarzı piyano çalma teknikleriyle melezlendirerek arabeski sunuyor. Oldu mu?"...
Klasik müzikçilerin gardını düşürdü mü bu?
Bir gün bakarsınız bu ülkede Fazıl Say'la Ümit Besen beraber de sahne alabilir. Buna hiç şaşırmayalım.
Peki ya gerçek Müslümcüler…
*Bu etki, sanatçıdan mı başlıyor, onu takip eden kitleden mi? Mesela bu, Müslüm Gürses örneğinde çok tartışıldı.
Cenazesi bile estetize edildi. Teoman'ın bir eserini kendine göre icra etti. Rock'çı çevrelerle, bir köprü oldu o şarkılar. Müslüm Gürses, masumiyetini kazandı bu süreçlerde.
*Gerçek Müslümcülerin tarafında ne oldu peki?
Onlar orta sınıf zevklere eklemleniyor. Birçoğu gecekonduda değil artık. Tüketim hayatıyla da sahte markalar üzerinden ilişki kuruyor, ya da prestijli markaların benzerini bularak. İnsanlar artık Müslüm Gürses üzerinden sekterleşemez.
*Müslüm Gürses örneğinden gidersek, samimiyetle bir toplumsal kitlenin sözcülüğüne soyunmak, müzikal bir kriter olabilir mi?
Ben orada ölçüyü sözellik olarak kurdum. "Yandım, tutuştum" diyorsanız, müzik öncesi süreçler üzerinden müziği temellendiriyorsunuzdur. Durduğunuz yer, o kadar da müzik de değildir aslında! Müzikte ne kadar söz kullanıyorsanız, o kadar da müzikal bir durumun dışındasınızdır. Küçümsemek için söylemiyorum. Aynı şeyi Beethoven için de söyleyebilirim. 9. Senfonisi'ndeki koral bölümde, Beethoven da müziğin dışına çıkıyor! Mesela bir ney taksimi... Söz yoktur orada; ama erbabı üflediğinde, diyelim ki bir Niyazi Sayın üflediğinde insanlar duruyor! Ama bu aşağıya doğru bir şey söylemez.
*Peki, insan sesinin de bir musikisi yok mu?
İnsan sesini de bir enstrüman gibi düşünmek lazım. Özellikle Osmanlı müziğinin çok özel olduğunu bana düşürten şey, neo-klasiklere gelinceye kadar, sözün anlamsızlaştırılarak kullanılmasıdır. Yani sözü sadece, ses dediğimiz enstrümana bir fon teşkil edecek düzeye indirgenmesini sağlayan bir müzik olmasıdır. Mesela açık heceleri, uzattıkça uzatır. Bir süre sonra, "Ya ne diyor bu adam?" der, anlamazsınız. Söz o kadar da önemli bir şey değildir, Osmanlı müziğinde. Zeki Müren'e niye ilgi duydu insanlar?
*Sahi niye?
Tane tane okuduğu için. Yoksa Zeki Müren'in icrasında özel hiçbir şey yok! Özel olan, sözleri açığa çıkartmasıdır. Bu bizde şarkı formuyla başladı. Hacı Arif'ler, Rahmi Bey'ler, Şevket Bey'ler falan. Zevkli şeyler ortaya koydular; ama onlarla birlikte söz, ön plana geçti. Oysa klasik fasıllarda, mesela Itrî'de, Dede Efendi'nin külliyatının çok önemli bir bölümünde, Enfi Hasan Ağa'da, Zaharya'da falan, icra sırasında sözleri yakalayamıyorsunuz ve "Bu adam ne dedi?" diyorsunuz.. Çünkü sözü, sese yastık yapmışlardır.
*Öyleyse gerçek bir müzik kapalıdır. Mıknatıs gibi sizi kendine çeker ve içinde kaybolursunuz…
Çok doğru söylediniz. "Gerçek müzik" gibi özcü bir şey söylemek istemiyorum; ama böyle. Benim çok hayranlık duyduğum, müziğini her dinlediğimde, beni içine alan Hintli bir sitar ustası vardır: Velayet Han. Çok aristokratik tutumlarıyla tanınır. Mesela Ravi Shankar'ı kâle bile almaz! Müziğin iç sesine titizlenen birisidir. Bu işten anlayanlar da "O, sitarın afitabıdır." diyorlar. Ona bir röportajda, "Müziğinizi kimin için yapıyorsunuz?" diye soruyorlar. "Bakın, ben şöhret olmak istemedim. Tam tersine müziğimi bir istiridye kabuğunun içine koydum ve kapattım. Dıştan onu anlayamazsınız. İçine girmeniz lazım." diyor.
*Hatta bulmak ya da bulmamak da değil; aramak galiba?
E tabii, ben de doğrusu o inciye ulaşmış hissedemem kendimi. Ama onu aramanın gerekliliğine inanıyorum. Onun için, mesela Necdet Yaşar'ı dinliyorum. Onun için, ileri yaşta, Niyazi Sayın'ın öğrencisi oldum.
*Ne zaman tanıştınız Niyazi Sayın'la?
İlk tanışmam çok eskidir de, onun lütfetmesiyle yakınlaşmamız, 2000'lerin başlarıydı.
*Ney'i, ne zaman elinize aldınız?
Elime almam çok eski; ama düzenli üflemeye başlamam, 1985-86. İddialı bir neyzen olacağımı söyleyecek değilim. Ama Niyazi Hoca'nın müziğini anlamak içindir her şey! Çünkü o çok başka bir şey! Mesela Necdet Yaşar'ın tamburunu anlamak içindir! Mesud Cemil'i anlayabilmek içindir! Onlara yakınlaşmak… Müzik, çok batıni, ezoterik bir dünya. Daha geride başka bir ada var ki, o bence çoktan kaybedildi: Tanrı için müzik. O çok daha ezoterik.
*Tanrı için yapılan müzik ne zaman kayboldu?
Zannetmiyorum ki bugün Tanrı müzik dinlemek istesin bu dünyada! Herhalde Bach'ın müziğine, Itrî'nin tekbirine kulak kabartırdı. Kendisine adanmıştı çünkü. Ama bugün herhangi bir müziği dinlemeye, dünyevileşmenin etkileriyle alakalı, gönlü olabileceğini zannetmiyorum. Tabii günaha girme riski de var bu lafları ederken! Günahı da benim olsun! Ama dünyevileşmeyi küçümsemiyorum. Bireyselleşme denilen hikaye, dünyevileşmenin neticesidir. Hepimiz modern bir dünyada doğduk.
*Niyazi Sayın'ı bulmak için çok aradınız mı?
E tabii. Çünkü ney müziğine çok ilgi duyuyordum. Ney'i öğrenmeye çalışıyordum. Mutlu tesadüfler, beni önce Ömer Erdoğdu'larla buluşturdu. Kendisi Niyazi Sayın'ın yetiştirdiği en kıymetli iki, üç neyzenden biridir.
Yüzeyde kalmanın getirdiği telaş
*Akademisyenliğinizle müzisyenliğiniz arasında nasıl bir bağ var?
Müziğin ezoterizmini çözebildiğim nispette öğrendiğim şeyler, bu dünyaya bakışımı değiştirdi. Onun için entelektüelliğin sanatsız götürülmesi tuhafıma gider. Hele hele akademisyenlik siyasallaşıp çok hırslı ve keskin noktalara geldiyse, bilin ki ardında sanatsızlık çıkar. Yüzeyde kalmanın getirdiği telaşla, keskinlik üretmeye başlıyorsunuz. Bu da genellikle siyasal oluyor.
FATİH VURAL