Mahşer âleminde, dirilme gününde Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimize şefaat yetkisi verilecektir. İslam akaid alimlerine ve bütün mezheplere göre bu konuda hiçbir tereddüt yoktur. İslam tarihi boyunca, yoldan çıkmış, sapkın olarak nitelendirilmiş hariciler ve mutezile mezhebinden bazı kişiler hariç, şefaati inkâr eden hiç kimse olmamıştır.
Kadı İyaz bu konuda şöyle der: Ehli sünnet mezhebine mensup bütün alimler şefaatin gerçekleşeceği konusunda söz birliği yapmışlardır. Sapık mezhep sayılan hariciler ve mutezile mezhebine mensup bazı kişiler şefaati inkâr etmişlerdir. Bunların sözüne ise itibar edilmez. Kuran-ı Kerim şefaatin olacağını haber veriyor. Bir ayette şöyle buyruluyor: "O gün Rahman olan Allah'ın izin verdiklerinden ve söz söylemesine müsaade edilenden başka hiçbir kimseye şefaat fayda vermez." (Taha, 109) Sebe suresinin 33. ayeti de aynı anlamdadır. Kadı İyaz'ın da dediği gibi, benzeri ayetlerin dışında ayrıca şefaat hakkındaki hadisler -inkâr edilmesi mümkün olmayan sayıda ve yoğunlukta- bir sayıya (tevatüre) ulaşmıştır.
Bazı ayetlerde görülen ve o gün şefaatin yarar sağlamayacağı şeklinde olan ayetler ise, (Müdessir, 48; Gafir, 18 gibi) kâfirler hakkında inan ayetlerdir. O ayetler kâfirlerin mahşerdeki halini anlatır. Yüce Rabbimiz bu ayetlerde, imansız olarak ölen ve putlara tapınanlara putlarının fayda sağlamayacağını belirtmiş olmaktadır.
Şefaat ne demektir?
Şefaat, Yüce Allah'ın kendi izni ve merhametiyle, mahşer günü günahkâr insanlara iyilik yapmaları için seçtiği bazı özel kurallarına yetki ve izin vermesidir. Onların bu husustaki aracılığına müsaade etmesidir. İzin ve yetki tamamıyla Yüce Allah'ın kontrolündedir. O, sevdiği bazı özel insanlara dünyadaki sadakatleri karşılığında vefasını gösterecektir. Yoksa Yüce Allah dileseydi hiçbir aracıya gerek görmeden yapacağını yapar ve bütün kullarını ya affeder veya cehennemlik ederdi. Ama dünya hayatında kendisine sadık kalan büyük peygamberlere, meleklerin bir kısmına ve şehitler gibi özel gruplara şefaat hakkı tanıyacaktır.
Mahşerde şefaat nasıl olacak?
Bu şuna benziyor: Kişi büyük suçlar işlemiştir. Deliller aleyhinedir. Belki suçu işlerken boş bulunmuş, belki bir anlık gaflete kurban olmuştur. Ama suçludur. Mahkemeye çıkacaktır. Fakat kendini savunacak ne mecali vardır, ne de hali. Büyük mahkemede kendisini savunacak, sözüne güvenilir bir aracı ister. Aracı da, mahkemede, hüküm verecek büyük makama karşı adamı anlatır. Onun halini arz eder. Adamın suç işlerken, zafiyet içinde olduğunu veya suçun büyüklüğünü anlamadığını beyan eder. Cezada indirim ister. Savunulacak hali olan bu suçluyu, en az cezayla kurtarmaya çabalar. İşte şefaat, buna benzemektedir. Büyük mahkeme müsaade etmedikçe aracının aracılığı da kabul edilmeyecektir.
Bu örnekteki büyük mahkeme, Rabbimizin mahkemesidir. Aracı Hz. Peygamber'dir (s.a.v.). Suçlu olan ise günahkâr Müslüman'dır.
En büyük şefaat Hz. Muhammed'e (s.a.v.) verilmiştir
Mahşer gününde en büyük şefaat yetkisi Hz. Peygamber'e (s.a.v.) verilecektir. Efendimiz de bu yetkiyi her mümin için kullanacaktır. O bunu şöyle anlatıyor: "Ben Adem oğlunun büyüğüyüm de bunda bir böbürlenme yoktur. Kıyamet günü dirilmek için yerin yarılmasıyla kabirden ilk çıkacak olan da benim. Bununla beraber böbürlenme yoktur. İlk şefaat ve şefaati ilk kabul olunacak kimse de benim. Ve bununla iftihar etmek de yoktur. Kıyamet günü hamd bayrağı benim elimde bulunacaktır. Bununla beraber böbürlenmek yoktur."
Hz. Peygamber (s.a.v.) Yüce Rabbimizin kendisine verdiği bu özel yetkiyi elbette O'nun emri ve rızası ile kullanacaktır. Rabbimiz müsaade etmezse, kim konuşabilir o dehşetli günde? Kim söz söyleyebilir? Kim ben varım diyebilir ki! Yerin, göğün ve ötelerin tek muktediri hâkimi, söz sahibi O'ndan başka kim olabilir ki.
Büyük günahkârlar şefaate ulaşacak mı?
Yaygın bir yanılgımız vardır. Zannederiz ki şefaat sadece küçük günah işleyenleredir. Halbuki mesele bunun tam zıddınadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda bizi şöyle bilgilendiriyor: "Siz benim şefaatimi Allah'a kulluk görevini tam yapan müminlere yapacağımı mı sanıyorsunuz. Hayır öyle sanmayınız. Ve lakin o şefaatim günahkâr, hatalı ve pis işlere karışan Müslümanlar içindir." (İbn Mace, hd: 4311)
Büyük ve utanılacak günah işleyenler esas büyük şefaate muhtaçtır. Zira küçük günahlar dünya hayatında yapılacak duayla, tevbeyle, sadakayla ve benzeri iyiliklerle belki bağışlanacaktır. Ama öyle günahlar var ki, belki onları Yüce Allah ahirette cezalandırmak isteyecektir. Veya belki kul, bu günahlara tövbe etmediği için durumu büyük hesap gününe kalacaktır.
Merhamet önderi olan Peygamberimiz (s.a.v.) öyle diyordu zaten: "Benim şefaatim kıyamet gününde ümmetimden büyük günah işleyenleredir." (İbn Mace, hd: 4310, İbn Hibban,6433) Bu hadisler şöyle anlaşılmamalıdır: Müslüman her türlü sahtekârlığı, günahı suçu işlesin, nasılsa şefaatle kurtulacaktır. Eğer kişi bu anlayışta olursa, belki Yüce Rabbimiz ona bu kurnazlığından ötürü tövbe imkânını bile vermeyebilir. Çünkü günahlar işlenirken kişi günahı zafiyetinden dolayı işleyebilir ki bu, tövbe kapsamına girer. Veya günahı küçümseyerek işleyebilir ki bu şirke kapı açabilir.
Ben duamı ümmetime sakladım!
Bir seferinde Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle anlatıyordu: "Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Ve her peygamber bu duasını acele etti. (Yani reddedilmeyeceği Allah tarafından vaat olunan bu tek dua hakkını dünyada kullandı.) Fakat ben, duamı ümmetime şefaat için sakladım. Bu sakladığım dua ümmetimden olup da, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen herkese nasip olur." (İbn Mace, 4307; İbn Hibban, 6426)
Duha suresindeki "Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın" ayetine burada işaret vardır. Hz. İsa kendisine verilen bu tek dua hakkını İsrailoğulları için gökten sofra (maide) indirmek için kullandı. Hz. Nuh, azgın kavmin helakı için, Hz. Adem tövbesinin kabulü için kullandı. Rabbimiz bu büyük peygamberlerin duasını kabul etti. Elbette ki ümmetinin cehennemde ebedi kalmamasını isteyen Hz. Peygamber'in (s.a.v.) duasını da mahşerde kabul edecektir.
Makamı Mahmud nedir?
Yüce Rabbimiz Peygamberimiz hakkında şöyle buyuruyor: "Belki Rabbin seni övülmüş bir makama (makamı mahmuda) ulaştırır" İsra/79.
Buna göre makam-ı mahmud, büyük peygamberimize Rabbimizin vereceği şefaat makamıdır. Özel şefaat derecesidir. Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, o makamı şöyle tanımlıyor: "Mahşer gününde insanlar cemaatler halinde olacaklar. Peygamberleri dolaşacaklar. Şefaat isteyecekler. En sonunda ise Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ulaşacaklar. İşte o gün Yüce Allah'ın peygamberimizi makamı mahmuda ulaştırdığı gündür.
Mahşerde kaç türlü şefaat olacak
Mahşerdeki şefaat beş kısma ayrılacaktır.
1- Mahşerde toplanan halkın korkunç bekleyişlerine son vermek ve hesaba çekilmeyi çabuklaştırmak için yapılacak şefaattir ki bu şefaat için Yüce Allah Hz. Peygamber'e (s.a.v.) müsaade edecektir.
2- Bir günahın hesapsız olarak cennete dahil edilmesiyle ilgili yapılacak şefaat. Buna da Hz. Peygamber (s.a.v.) yetkili kılınmıştır.
3- Cehenneme müstahak olan bazı müminler için edinilen şefaattir. Buna da Hz. Peygamber (s.a.v.) yetkili kılınacaktır.
4- Cehenneme giren bazı günahkâr müminlerle ilgili şefaat. Bu yolla müminin cehennemden çıkarılmasına fayda sağlanacaktır. Bu hususta, Hem Hz. Peygamber (s.a.v.), hem melekler ve hem de cennetlik din kardeşleri yetkili kılınacaktır.
5- Cennete girmiş olanların daha yüksek makama ermeleri için yapılacağı şefaat.
İmam Nevevi'nin yaptığı bu sıralama müminler için geçerlidir. Kâfir ve müşrik için hiç kimsenin şefaat yetkisi olmayacaktır.
Rabbin sana verecek
Rivayet edildiğine göre, Duha suresinin "Ve ileride Rabbin sana verecek, sen de razı olacaksın" (Duha,4) ayeti iner. Yüce Allah kulu ve elçisi olan Hz. Peygamber'e (s.a.v.) 'seni razı edeceğim' müjdesini verir. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine bu ayetleri getiren Cebrail'e şöyle der: "Ümmetimden herhangi bir kimse ebediyen cehennemde kalırsa ben razı olmuş olmam" (Celaleyn tefsiri, Duha Suresi, s: 655). Yüce Allah peygamberine ileride makamı mahmudu vererek ve onu razı edecektir. Peygamberini mahzun bırakmayacaktır. İnşaallah, hepimiz şerefli peygamberimizin büyük şefaatine ulaşırız.