Herkes futbolun artık eski tadı vermediğini söylüyor. Sanki hep varmış gibi ve hiç bitmeyecek bir heyecan fırtınası gibi gelen "futbol" yoksa hasta mı? Klişeye dönüşen bu tezin peşinde bir dizi aklı başında röportaj yaptık. Yiğiter Uluğ ile başladığımız röportaj dizisine Bülent Timurlenk ve Fuat Akdağ ile devam ettik. Sırada Uğur Vardan var. Vardan, futbolun heyecanını kaybetmesini ve sorumlularını Aktuel.com.tr'ye anlattı.
FUTBOLDA ADALET EKSİK!
Sizce Türkiye'de futbol heyecanını kaybediyor olabilir mi?
Türkiye'deki müşterinin yani futbol izleyicinin ne yazık ki şöyle bir problemi var; önüne ne konursa konsun itiraz etmeden yiyor. Dolayısıyla yaşananlar onu pek etkilemiyor; çok kısa bir sürede eski kimliğine dönüyor. Evet, bu topraklarda futbol büyük bir tutku. Ama bu tutkunun dini ya da siyasi bir alt yapısı yok; yani aynı evden ya da aileden farklı takımlara ait taraftarlar çıkıyor. Dışarıdaki Rangers-Celtic, Barcelona-Real Madrid ya da Boca-River türü bir ayrışma yok demek istiyorum. İşin kötüsü bu kökenleri aynı gönül verdikleri takımlar farklı taraftarlar hemencecik birbirinin boğazına sarılıyor. Bu da şunu getiriyor; aynı ruh durumuna ve taraftar refleksine sahip ama ayrı takımı tutan taraftarlar. Benim çocukluğumda Galatasaray ve Beşiktaş taraftarı, uzun süre takımlarının şampiyonluğunu görmemişti ve bu onları rahatsız etmiyordu. Fenerbahçe ise her daim kazanmaya odaklıydı ve onları bu dönemde durduran tek takım Trabzonspor'du. Dolayısıyla diğer iki büyüğün sevgi ve saygı duyduğu takım Bordo-Mavililerdi. Şimdi ise 'Herkes Fenerbahçeli oldu' demiyorum ama herkes aynı kazanma kültürüyle donandı. Bu yüzden ne Rikjaard, ne Del Bosque, ne Löw, ne Gerets bu kültürde ayakta duramıyor. Şampiyonluk şansını kaybettiği ilk andan itibaren suları ısınıyor ve nihayetinde kapı önüne konuluyorlar. İşte bu sadece kazanmaya endeksli ortamda da şike yapabilme ihtimali bile bir probleme dönüşmüyor. Hatta Fenerbahçe camiasında olduğu gibi daha bir kenetlenmeye, daha bir dayanışma ruhunun yücelmesine ortam hazırlıyor. Öte yandan '3 Temmuz'da Sarı-Lacivertliler ne dedi, "Eğer yapmışsak bile, bugüne kadar herkes yapıyordu, fatura niye bize çıktı?" Bu tezde de bir haklılık payı var tabiiki, çünkü bu ülkede hayatın diğer alanlarında olduğu gibi adalet hep eksik gedik ve eski hesapların kapanmaması üzerinden işlediği için, onlar da, "İyi de geçmişteki suçlar ne olacak?" diye sordu.
BEŞİKTAŞ'IN AVRUPA YOLLARINI DEMİRÖREN KAPADI!
Futbolun heyecanını kaybetmesinde şike davası kadar başka nelerin etkisi var?
Benim için '3 Temmuz'daki asıl mesele sistemin temizlikle derdi olmaması ve her şeyin eskisi gibi sürmesindeki ısrarıydı. Başta Kulüpler Birliği olmak üzere kaybedilecek 'Pazar payı'na dikkat çekildi ve her türlü gelir kaybına yönelik pençeler çıkarıldı. Dolayısıyla futbol temizdir kirlidir tartışmalarına bile girmeden "Yola devam edelim" dendi. Bugün geldiğimiz noktada da mesela sistemin baş aktörlerinden Beşiktaş'ı onca borç içine atan ve nihayetinde Avrupa yollarının kapanmasına yol açan kişi, Federasyon başkanlığı koltuğunda oturuyor.
Medyayı bu işte sorumlu buluyor musunuz?
Medya sadece bütün bakış açısını 'Üç İstanbullu büyük' ve biraz da Trabzonspor üzerine kurmaya çalışmasından, bütün bir spor kültürünü dünya ortalaması açısından tutkusuna rağmen orta sıralarda gezindiren futbol üzerine inşa etmesinden dolayı sorumlu. Bugün spor basınında çalışan birçok kişinin spor kültürüne sahip olduğu kanısında değilim. Basın tribünleri, oraya TSYD kartıyla girmiş taraftarla dolu. Peki tuttukları takımı gizleseler daha mı iyiydi, değildi ama bu sadece takımları için çalışmayı öncelik haline getiren ve var olan yönetimlerle ilişkilerini ve haber akışları böyle kuran modeller yaratıyor. Sonuç itibarıyla yöneticiler, basın ve taraftar, benzer reflekslere sahip ve bütün günahı da çoğu kez teknik direktörler, takımdan uzaklaştırılan futbolcular, ama en çok da hakemler ödüyor.
Türk liginin cazibesi azaldı mı? Yeni jenerasyon Fenerbahçe – Galatasaray derbisi izlemek yerine Real Madrid – Barcelona derbilerine mi heyecanlanacak?
Benim için Türkiye Ligi hiçbir zaman böyle bir önceliğe sahip olmadı. Çocuk ya da gençlik dönemlerimde de futbol kahramanlarım Cemil, B. Mehmet, Tezcan ve pek çok isimden önce Cruyff, Rensenbrink, Zico ya da Platini'ydi. Bugün için de El Clasico elbette daha heyecan verici. Ama bu sadece futbola bu yakadan bakanlar için değil, muhtemelen birçok dünya vatandaşı için de geçerli. Bayern-Dortmund ya da Manchester United-City maçından daha keyifli La Liga patentli derbi. Ben sadece özellikle futbolun yarı aydın yorumcularının örneklerini Barcelona ya da Real üzerinden vermelerine tepkiliyim. Çünkü bu iki 'dev'e gelene kadar arada Valencia var, Sevilla var, Espanyol var, var da var. Biz, hemen şimdi en üste ulaşmak istiyoruz, oysa o kadar çok ara renk ve durak var ki. Bu aslında okumadan görselliğe geçişin her alandaki sıkıntıları. 70'lerde gazete, kitap okumayı beceremeden televizyonu keşfeden bu toplum, her konuda ama en çok da futbolda işin kolayına kaçıyor. Büyükler de kendi yetiştirdiği değerlerden çok başka coğrafyalardan yetişmiş ve zirvedeki yerini kaybetmeye yüz tutmuş yıldızlarla yollarına devam ediyorlar. Hagi ya da Alex gibi örnekler bu genelin dışında, Drogba ve Sneijder örnekleri de tabii ki...
FUTBOL BİR ANLAMDA UYUŞTURUCU!
Avrupa'da ve Türkiye'de futbol haricinde hangi sporlar reyting alıyor?
Bence almıyor, şöyle almıyor. Örneğin basketbolda futbolun çok da üstünde bir yerdeyiz. Hele ki kadınlar voleybolda son birkaç yıldır Avrupa'nın zirvesinde ama bakın salonlara, bom boş. Ama iş bu sporları icra edenlerin 'Üç Büyük' olması durumunda değişiyor, çünkü salonlara futbol seyircisi akın ediyor ve çoğu vahşetle bol bol flört eden olaylar yaşıyoruz. Ortaya çıkan manzara da şu oluyor: Kadın basketbolculara, voleybolculara küfür eden, saldırmaya kalkan çok sayıda maganda ve onların öfkeleri, çıkardıkları onca olayla ara verilen maçlar. Çoğunun izledikleri varsayılan sporun en temel kurallarına ilişkin bilgileri sıfır. Hoş sadece onlar mı, iki sezon önce bizim kızların 'Final-four' mücadelesi için yurtdışına götürülen birçok spor yazarının beşinci set uygulamasında, voleybolun değişen kurallarından haberi yoktu. Bu noktada son iki yıldır İstanbul'da düzenlenen WTA organizasyonu farklı bir refleksin dışavurumuydu, çünkü insanlar Şarapova'yı ya da Williams'ı görmek için oraya gitti. Bu hiç de kötü bir şey değil. Hem tenissever denmeyi hak eden kişilerin oluşturduğu kitle, bambaşka bir sınıfın temsilcisi. Bu kızlara takım formaları giydirsek ve turnuvayı böyle organize etsek, işin rengi değişir ve içimizdeki taraftarlık canavarı meselenin başka noktalarına taşıyabilirdi. Avrupa'da futbolun dışındaki sporların reytingine gelince, spor oralarda bizdeki gibi hayattaki eksikleri kapama alanı değil. Bizde spor değil futbol bu anlamda bir uyuşturucu. Çünkü herkes kendi hikâyesinin eksik, yıkık dökük parçalarını futbol üzerinden tamir etmeye soyunuyor. Kendi başarısızlıklarının hıncını, öfkesini takım üzerinden ört bas ediyor. Dışarıdaki sporlara devam edersek, orada her sporun gerçek sevdalısı ve müşterisi var. Seviyorlar, izliyorlar ve mümkünse yapıyorlar. Voleybolda mesela bizim kızlar gidiyor İsviçre'nin küçük bir kasaba takımıyla oynuyor; rakip son derece zayıf ama salondaki ambians çok güzel. Oysa sahada daha güçlü olan ve rakibini neredeyse ezen takım bizimkisi. Ama aynı takımı burada izlerken salon ortamına bakıyoruz, bomboş, destekleyen sayısı az; insan üzülüyor tabii.
FUTBOL EŞİTSİZLİĞE RAĞMEN GÜZELLİĞİNİ KORUYACAK!
Sizce futbolun kurtuluşu nasıl olur?
Benim kuşağım için futbolu güzel kılan izlenecek, ilgi gösterilecek bir şey olmasıydı. Mahallede eve giderken, sahada oynayan bir grup insan gördüğünüzde önce 'Şöyle bir bakayım' der, sonra fark etmeden oynanan şeyin tutsağı olur, vaktin fark etmeden akıp gittiğini anlardınız. Üstelik seyrettikleriniz bırakın büyük takım oyuncuları, sizden küçük çocuklar bile olabilirdi. Şuraya gelmek istiyorum, futbol bence dünya var oldukça ilgimizi kaybetmeyecek. Büyük futbol baronları, eşitsizliğe yol açan hamleler, bazı takımların hep zirvede kalma istekleri ne olursa olsun, bu oyun güzelliğini hep koruyacak. Çünkü oyunun doğasında bulunan 'Herkese yaşam hakkı' ruhu, bu oyunu ayrıcalıklı kılıyor. Evet, artık bir işçi sınıfı ya da küçük mahalle eğlencesinin çok uzağında bir görüntüye sahip ama yine de kendine özgü büyüsü, onu ayakta tutacak.