-Haydarpaşa Garı'nın tarihi-
İstanbul'un Anadolu'ya açılan kapısı, tarihi Anadolu-Bağdat ve Hicaz demiryollarının başlangıç noktası Haydarpaşa Garı, Haydarpaşa-Pendik hattının sefere başlamasıyla 22 Eylül 1872'de hizmete girdi. Haydarpaşa Garı'nın eski binası, demiryolunun kapasitesinin artması, 1903'te yapımına başlanan liman ve rıhtımın açılmasıyla yetersiz kaldı. Sultan II. Abdülhamid, yeni gar binasının yapılmasını ''Bunca kilometre demiryolu yaptım memlekete, çelik rayların ucu Haydarpaşa'da. Koca binalarıyla liman yaptım yine belli değil. Bana o rayların denize kavuştuğu yere öyle bir bina yapın ki, ümmetim baktığında 'Buradan bindin mi hiç inmeden Mekke'ye kadar gidilir' desin'' sözleriyle emretti.
Yeni gar binası, mimari proje yarışması sonucu belirlendi ve yarışmayı Philipp Holzmann & Co. Şirketi'ne mensup mimar-mühendis Otto Ritter ve Helmut Cuno kazandı. Yapımına 30 Mayıs 1906'da başlanan yeni Haydarpaşa Garı 19 Ağustos 1908'de tamamlandı ve 4 Kasım 1909'da resmen hizmete açıldı.
Projeyi Almanlar'ın yapmasına karşın inşaatta Alman ve Türk işçilerin yanı sıra İtalyan taş ustaları da çalıştı. Gar, ismini bir Osmanlı devlet adamından aldı. Osmanlı tarihinde iki Haydar Paşa bulunuyor. İlki 1512-1595 yılları arasında yaşayan, Kanuni Sultan Süleyman için yaptığı Kavak Sarayı'na karşılık civardaki bağların hediye edildiği, Anadolu'da yol, sulama, köprü, kışla, bataklık kurutma gibi çalışmaları zamanına göre en ileri anlayışla gerçekleştiren, Sivas ve Cezayir Beylerbeyliği yaptıktan sonra Sultan II. Selim döneminde ''Kubbe Vezirliği''ne getirilen Haydar Paşa... İkinci Haydar Paşa ise Padişah III. Selim döneminde yaşayan, semtte bulunan geniş arazisine bir kışla yaptıran Haydar Paşa...
III. Selim döneminden çok önce yaşayan Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde Haydar Paşa'nın bağlarından söz etmesi, semte adını veren kişinin ilk Haydar Paşa olduğu iddiasını güçlendiriyor.
Neorönesans etkili klasik bir Alman mimari örneği olan gar binası, Marmara denizine ve çevreye hakim abidevi kütlesi ile İstanbul'un sembollerinden biri.
Her biri 21 metre uzunluğunda 1100 ahşap kazık üzerine inşa edilen 5 katlı gar binasının döşemeleri, pembe granitten, taşıyıcı ve bölücü duvarları ise tuğladan yapıldı. Kullanılan taşlar Lefke-Osmaneli, Hereke ve Vezirhan'dan getirildi. Binanın cephe kaplaması sarı-yeşil renkli Lefke (Osmaneli) taşı, çatı kaplaması arduvaz taşından yapıldı.
Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra Haydarpaşa Garı, 25 Eylül 1923'te İngiliz işgal kuvvetlerinden geri alındı, 31 Aralık 1928'de de Haydarpaşa-Eskişehir hattı satın alınarak, devletleştirildi.
Ulusal demiryollarının kurucu Genel Müdürü Behiç Erkin ve 24 Mayıs 1924'te kurulan ''Anadolu-Bağdat Demiryolları Müdüriyeti Umumiyesi'' bir dönem bu binada görev yaptı.
Ankara-İstanbul arasında yaptığı yolculuklarda pek çok kez bu tarihi istasyonda karşılanan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, son kez 27 Mayıs 1938'de Haydarpaşa Garı'na geldi.
Yapıldığı dönemde Orta Doğu'nun en büyük gar binası sıfatını kazanan Haydarpaşa Garı'nın toplumsal bellekte de önemli bir yeri bulunuyor. Sayısız ayrılığın ve kavuşmanın yaşandığı bu mekan, felaketlere de sahne oldu.
1. Dünya Savaşı sırasında 6 Eylül 1917'de düzenlenen sabotaj sonucu çıkan yangında cepheye gitmek üzere bekleyen bir tabur asker yanarak can verdi, binanın çatısı ve kuleleri yandı. İngiliz uçakları tarafından 1918'de yılında bombalanan Haydarpaşa Garı ve sahasındaki pek çok bina yıkıldı. Binanın çatısı, 1930'lu yıllarda yeniden yapıldı.
Haydarpaşa mendireği açıklarında 1979'da meydana gelen tanker kazasında kırılan Alman sanatçı O. Linneman'ın yaptığı vitraylar, daha sonraki restorasyonda vitray sanatçısı Şükriye Işık tarafından yenilendi.
Tarihi binanın çatısı, 28 Kasım 2010'da çıkan yangında yandı, restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Haydarpaşa Gar ve çevresinin koruma amaçlı hazırlanan plan çerçevesinde değerlendirilmesi çalışmaları devam ediyor.
-Sirkeci Garı-
İstanbul'un Avrupa'ya açılan kapısı Sirkeci Garı'nın temeli, 11 Şubat 1888'de büyük bir törenle atıldı. Alman mimar ve mühendis A. Jasmund tarafından yapılan görkemli gar binası, 3 Kasım 1890'da hizmete açıldı. Şark mimarisi konusunda incelemeler yapmak üzere İstanbul'a gelen ve Sultan II. Abdülhamid'in güvenini kazanarak sarayın danışman mimarı olan Berlin Üniversitesi mezunu Jasmund, gar binasının projesi hazırlanırken özellikle bir nokta üzerinde durdu. İstanbul, batının bitip, doğunun başladığı yerdi. Bir başka deyişle doğu ile batının birleştiği noktaydı. Bu nedenle bina oryantalist bir üslupla hayata geçirilmeli, bölgesel ve ulusal biçim kalıplarına yer verilmeliydi. Bu üslubu yansıtmak için cephelerde tuğla bantlar kullanıldı. Sivri kemerli pencereler, ortaya ise Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısı yaptı. Vitraylar bu üslubu tamamladı.
Binanın kaidesi granit, cephesi mermer ve Marsilya Arden'den getirilen taşlarla yapıldı. Bekleme salonlarına, Avusturya'dan getirilen büyük çini sobalar konuldu. Binanın aydınlatılması ise çeşitli yerlere konulan 300 havagazı feneriyle sağlandı.