Artan şiddetin nedeni ölüm cezasının kaldırılmış olması mı? Ya da geçmişte ölüm cezası anayasada yer alırken Türkiye'de hiç suç işlenmiyor muydu? Doç. Dr. Adem Sözüer, ölüm cezasının suç işlenmesinin önlenmesinde kanıtlanan herhangi bir olumlu etkisi olmadığını savunuyor: "Adaletin 'dişe diş-göze göz' parolasıyla sağlanacağı şeklindeki görüş yanlıları ölüm cezasını savunmakta. Ancak günümüzde ceza adaleti artık bu anlayışı terk etti. Ölüm cezasıyla toplumun tehlikeli suçlardan korunacağı görüşü yanlış. Çünkü koruma, ömür boyu hapis cezasıyla da sağlanabilir. Yani güvenlik açısından ölüm cezası zorunlu bir ceza değildir.
Türkiye'de idam cezasının uygulandığı 1970-80 döneminde beş bin kişi öldürüldü, binlerce insan yaralandı. 80 sonrası terör saldırıları sonucu on binlerce vatandaşımız öldü. Bu örnekler de ölüm cezasının caydırıcı etkisinin zannedildiği gibi yüksek olmadığını gösteriyor. Prof. Dr. Turgut Tarhanlı da Sözüer'le aynı görüşte: "Caydırıcı etkisi olmadığı için idam cezası yerine hürriyeti bağlayıcı hapis cezalarının uzunluğuyla, ağır bir suçun karşılığının verilmesi günümüz dünyasında kabul ediliyor. Çin, İran, Suudi Arabistan, ABD bugün dünyada en fazla ceza infaz eden ülkeler, ama bunun suçu önlemediği ortada" diyor.
Suçları önlemekte caydırıcı bir etkisinin olmamasının yanında, Türkiye'deki uygulama örnekleri ölüm cezasının özellikle askeri darbe dönemlerinde siyasi amaçlı uygulandığını da gösteriyor. Prof. Dr. Mehmet Semih Gemalmaz, Beta Yayınları'ndan yayımlanan iki ciltlik kitabı "Türkiye'de Ölüm Cezası"nda bu durumu şöyle ifade ediyor: "Fiili rejim erki, ölüm cezasını uygularken, siyasal olmayan suçluların infazını, siyasal suçluların infazının bir tür örtülmesi, kamuoyu gözünde bunları siyasal niteliğinden arındırma aracı olarak kullanmaktadır. Üç fiili rejim erkinden ilk ikisi (27 Mayıs ve 12 Mart), siyasal olmayan suçluların infazlarını, siyasal suçluların infazlarından önce başlatmıştır, böylece siyasal infazlara bir tür zemin hazırlamıştır. Buna karşılık 12 Eylül Rejimi erki, önce siyasal suçluların infazını başlatmış; ardından, bunu bir tür dengeleme ya da olası tepkiyi törpüleme kaygısıyla, darbe öncesinde mahkum edilmiş olan adli suçluların ölüm cezalarını yerine getirmiştir."
Prof. Dr. Gemalmaz'ın kitabında yer alan rakamlarla, Türkiye'de 1920 ile idam cezasının son kez uygulandığı 1984 yılları arasında toplam 712 kişi idam edildi. 1960-1984 arasında gerçekleştirilen toplam 139 infazın 90'ı askeri yönetim dönemlerinde gerçekleştirilmiş ve bunların da 32'si siyasi suçlardan ötürü gerçekleştirilen infazlar. Gemalmaz bu durumu şöyle yorumluyor: "Darbe dönemlerinde siyasi suçlardaki infaz oranı artış gösterir. 12 Eylül, diğer iki askeri yönetim döneminden de ayrı olarak bu oranın kat be kat arttığı bir dönemdir. Bu dönemlerde hem bütün olarak ölüm cezaları infazı fazla sayıda gerçekleştirilmiş hem de siyasi suçlarda infaz oranı artmıştır."
Doç. Dr. Sözüer de siyasal suçlardan ötürü verilen ölüm cezalarının infaz oranının diğer suçlara göre daha yüksek olduğu görüşüne katılarak, 12 Eylül dönemini örnek gösteriyor: "1980-84 arasında idam edilen 50 kişinin 26'sı siyasi suç olarak da adlandırılan devlete karşı işlenen suçlardan hüküm giymişti. Türkiye'deki siyasi gelişmeler ile ölüm cezasının infazı arasında bir bağlantı olduğu açık! Özellikle 1960 sonrasında ölüm cezasının uygulandığı yıllar, siyasi çalkantı ve askeri müdahale dönemleri ile bire bir örtüşmekte. İdamlar 1961-64 yılları dışında, 1972'de ve 1980-84 arasında infaz edilmiştir. Bu durumda ölüm cezasının yalnızca siyasi amaçla suç işleyenlere karşı uygulandığı söylenemese de, siyasi çalkantı dönemlerinde iktidarların toplumda düzeni sağlama amacıyla kullandıkları bir araç olduğu ve siyasi suçluların bu cezadan nispeten daha fazla etkilendiği de açıktır."
Prof. Dr. Turgut Tahranlı, "O dönemlerde sadece yargı değil, bütün devlet teşkilatı üzerinde demokrasi dışı bir etki olduğu aşikârdır, buna yargı da dahildir. Zaten o kararların verildiği mahkemelerde büyük ölçüde askeri mahkemelerdir. OHAL şartlarının, olağanüstü bir yargılama düzenini uyguladığı dönemde verilmiş kararlardır" diyerek, askeri yönetim dönemlerinde hukuk sistemi üzerinde siyasi baskının olduğunu hatırlatıyor. Prof. Dr. Gemalmaz ise konunun teknik yönüne değiniyor: "Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6 No'lu Protokolü'nü imzaladı, 13 No'lu Protokolü'nün de onaylamaya ilişkin işlemlerini yaptı. Ayrıca BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin de ölüm cezasını kaldıran protokolünü onaylıyor. Dolayısıyla teknik olarak Türkiye bu uluslararası taahhütlerinden geri dönemez. Dönerse Türkiye'nin Avrupa Konseyi ile ilişkileri baştan aşağı bozulur. Dolayısıyla Türkiye'de hiçbir iktidar ölüm cezasını geri getiremez.
Prof. Dr. Tarhanlı bu gerçekler ortadayken "İdam geri gelsin" taleplerinin gündeme getirilmesini milliyetçiliğin yükselişine ve toplumun genelinde yaşanan sertleşmeye bağlarken, Prof. Dr. Gemalmaz'a göre bu söylemler "ucuz kabadayılık." Doç. Dr. Sözüer ise toplumda son zamanlarda görülen ağır suçlara ilişkin haberlerin medyada yer alış şekillerini, ölüm cezasının yeniden uygulamaya konması yönünde bir kamuoyu yaratma çabası olarak yorumluyor: "Bu durum AB'ye adaylık süreci içinde bulunan ülkemizin toplumsal kimlik arayışı ve çatışmalarıyla birleşerek, ülkemizi tehlikeli bir dönemece götürmekte. Burada toplumsal sağduyu ve serinkanlılığın korunması çok önemli. Aksi takdirde, korku rejimine doğru bir gelişmenin yaşanması olası. AB konusunda benim de çekincelerim var. Ancak, bundan bağımsız olarak, ölüm cezasına karşıyım. Ölüm cezası olmadan da, adalet ve güvenlik sağlanabilir."
METİN UNDER / Aktüel arşiv, 2007