Anlatacağımız hikâyenin tarihi 1915'lere dayanıyor. Dinler arası hoşgörünün sembolü olabilecek bu olayın yaşandığı mekân ise Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir Mıhellemi köyü... Hıristiyan Süryaniler 1915 olaylarında arabuluculuk yapan ve çok sayıda Süryani'nin hayatının kurtulmasını sağlayan Şeyh Fettullah'a bugün hâlâ minnet duyuyor. Aradan geçen bunca zamana karşın ismi geçtiğinde hayranlıklarını dile getirdikleri Şeyh'in fotoğraflarını evlerinin başköşesinde, kendi dinlerinin sembolleriyle birarada bulunduruyorlar… Dinleyin…
Ermeni çeteciler ile İttihat ve Terakki askerleri arasında başlayan çatışma ortamı Güneydoğu'ya sirayet ettiğinde olaylarla ilgisi olmayan bir halk da hedef alınmıştı. Merkezî Osmanlı hükümetinin çıkardığı tehcir yasasını fırsat bilen bölgedeki aşiretler ve çeteler Midyat'ın yolunu tuttu. Midyat o tarihlerde Süryani nüfusunun yoğun olarak yaşadığı bir bölgeydi. Ticaretle uğraşıyorlardı. Gayrimenkulleri vardı. Ekonomik durumları iyiydi. Şüphesiz tüm bunlar birilerinin iştahını fazlasıyla kabartıyordu.
Süryanilerin sade yaşamlarını sürdürdükleri Midyat ve çevre köylerine talan amacıyla ilk hücum eden, Rama Aşireti mensupları oldu. Midyat'ın en kuzeyinde yer alan Mıhellemi köyü Habsunnes'de, Müslümanlar ve Hıristiyanlar birarada huzur içinde yaşıyorlardı. Öyle ki, köyde kilise ile cami yan yana duruyordu. Üstelik kilisenin arsasını bir Müslüman, caminin arsasını ise bir Hıristiyan bağışlamıştı. Rama Aşireti mensupları köye girdiklerinde, huzur yerini kan ve gözyaşına bıraktı. Köy meydanında Süryani bir kadın ile çocuğu, herkesin gözleri önünde vurulduğunda bölgenin kardeşlik tarihine kan, kara bir leke gibi sıçradı. Ve tarihin karanlık sayfaları arasında kalmış olayların fitili ateşlenmiş oldu.
Talan hırsıyla Midyat ve köylerine saldıranlar, beklemedikleri bir direnişle karşılaştı. Çıkan çatışmalarda Rama Aşireti'nden yedi kişi yaşamını yitirdi. Çatışmalar başladığında Midyat taburuna da haber gönderildi. O dönemlerde Midyat taburunda Batman eski Milletvekili ve eski Devlet Bakanı Adnan Ekmen'in babası görevliydi. Anlatılanlara göre, haber güvenlik güçlerine ulaştığında, bölgeye gelindi ve çatışmalara müdahale edildi. Süryanilerin silahlarına el kondu, aşiret mensupları ise bölgeden uzaklaştırıldı.
Ancak kısa bir süre sonra merkezi Osmanlı hükümeti Dahiliye Nazırı Mehmet Talat Bey'in imzasıyla haklarında tehcir kararı alınca Süryanilere yönelik baskı ve talan girişimleri, yeniden başladı ve sadece bölgedeki Kürt aşiretler ile sınırlı kalmadı bu kez. Merkezi hükümete bağlı güvenlik güçleri, olan bitene göz yumarak Süryani kıyımına dolaylı destek verdi, zaman zaman da fiilen katkıda bulundu.
Olaylar tamamen kontrolsüz bir biçimde ilerliyordu. Süryani köylerine baskınlar düzenleniyor, mallarına, kadın ve kızlarına el konuyordu. Müslüman aileler ise Hıristiyan komşularını koruyabilmek için ellerinden geleni yapıyordu. Buraya kadar anlattıklarımız ve bundan sonrası, kanlı tarihi bizzat yaşamış bir annenin çocuklarına aktardıklarına dayanıyor. O çocuklardan Reşo Akbulut, yıllardır sürdürdüğü sessizliği Yeni Aktüel için bozdu. 85 yaşındaki Akbulut, annesinin yaşadıklarını belki de son kez anlattı.
Yeryüzündeki neredeyse tüm Süryanilerin gönlünde taht kuran Şeyh Fethullah efsanesi, bu aşamada başlıyor… Habsunnes Köyü'nde yaşayan ve Mıhellemi olan zatı muhteremin Peygamber soyundan olduğu da iddia edilir. Köyünde çok sayıda Süryani ile birlikte huzur içinde yaşayan Şeyh Fethullah, bölgede sözü geçen itibarlı isimlerden biridir. Köyündeki kıyıma karşı elinden gelen çok fazla bir şey yoktur. O da diğer Müslüman komşuları gibi Süryanileri köydeki Kızlar Mağarası ve Manastır Mağarası'nda saklar, gündüzleri yiyecek içecek götürür, akşamları ise evine alarak hayatta kalmalarını sağlar.
Ancak baskılar artınca bunun çözüm olmayacağının farkına varan köylüler, mağaralarda sakladıkları Süryanileri gizlice Ayınvert (Gülgöze) ve Enhıl (Yemişli) köylerine götürürler. Bu köyler korunaklı olduğu için Süryanilerin sığındıkları iki direniş noktası olmuştur.
Reşo Akbulut'un annesi de bu tarihlerde Ayınvert köyündedir. Süryanilerin sığındıkları, hükümet güçleri ve aşiretlere karşı çatıştıkları Ayınvert Köyü'nde yaşanan dramı şu sözlerle dile getiriyor Reşo Akbulut: "Yaşlılar, kadın ve çocuklar daha korunaklı olan Mor Hadbshabo Kilisesi'ne yerleştirildiler. Buradaki çocukların pek çoğunun ailesi kayıptı. Annem de onlardan biriydi. Daha genç ve eli silah tutanlar ise köyün etrafındaki mevzilerde yerlerini aldılar. Askerler ve aşiret mensuplarından oluşan birlikler köyün etrafındaki hâkim tepelere yerleşmişti. Çatışmalar ağırlıkla geceleri yaşanıyordu. Üç ay süren çatışmalarda ölümlerin büyük bir kısmı hastalıktan ve tuzsuzluktan oldu. Köyde tuz bitmişti. Gönüllüler geceleri gizlice 24 km uzaklıktaki Enhıl köyüne, tuz almaya gidiyorlardı. Dönebilirlerse tuzumuz oluyordu. Cephane de tükenmişti. Geceleri açılan ateş sonucunda duvarlara saplanan mermiler gündüzleri çocuklar tarafından toplanıyor, eritilip yeniden cephane olarak kullanılıyordu."
Yine Ayınvert Köyü'nden 80 yaşındaki Barsavmo Özdemir, köylülerin çembere alınmadan önce Midyat Hükümet Konağı'na saldırıda bulunduklarını anlatıyor. Bu saldırının amacının hükümet konağı yanında bulunan hapishanedeki Süryani tutukluları kurtarmak olduğunu söyleyen Özdemir, yoğun çatışmaların ardından konağı ve hapishaneyi savunan görevlilerin olay yerinden kaçtığını anlatıyor. Bunun ardından hapishanedeki Süryanileri serbest bırakan Ayınvertlilerin köylerine geri döndüklerini de sözlerine ekliyor.
Akbulut 1915 Mayıs ayında başlayan olayları anlatmaya devam ediyor: "Direnişin iyice kırılmaya başladığı dönemde bölgenin ileri gelenlerinden Nuri Azizke, hükümet güçleriyle görüşerek Ayınvert köyünden dört Süryani'nin Midyat'a gelip yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamasını sağladı. İkisi kadın dört Süryani bu güvence ile Midyat'a gelip temel ihtiyaçlarını aldıktan sonra köye döndü. Ayınvert'in girişinde bir grup aşiret mensubu önlerini kesti, açılan ateşte grupta yer alan bir kadın yaşamını yitirdi. Geriye kalanlar yakında bulunan bir mağaraya gizlendi. Saldırıyı haber alan Nuri Azizke ve güvenlik güçleri olay yerine geldi. Mağaraya sığınan üç kişinin teslim olmasını kendilerine zarar vermeyeceklerini söylemelerine karşın, olumlu yanıt alınamadılar. Nasıl bir güvence istedikleri sorulduğunda ise, 1895 yılında da benzer bir olay yaşadıklarında yardımlarına koşan Şeyh İbrahim'in oğlu Şeyh Fethullah'ın gelmesi hâlinde teslim olacaklarını söylediler."
"Durumu öğrenen Şeyh Fethullah sadece bu olayı değil bütün sorunu çözmek konusunda karar aldı. Yanında beş kişiden oluşan bir heyet vardı. Heyetin tamamı beyaz giyinmiş ve beyaz atlara binmişti. Gelip, mağaraya sığınmış üç Süryani'ye kefil olarak serbest bırakılmalarını sağladılar. Mağarada bulunan üç kişi ile birlikte Ayınvert köyü ile karşısında bulunan tepelerde yer alan mevzilerin arasında çadır kuruldu. Merkezi hükümete bağlı güvenlik güçleri, barış heyeti ve Ayınvert köyünün ileri gelenleri bu çadırda bi araya geldi.
"Hükümet güçlerinin talebi Süryanilerin silahlarını teslim etmeleriydi. Ancak çatışmalar, hastalık ve tuzsuzluk nedeniyle kırılan ve çok az sayıda kaldıklarını söyleyen Süryani temsilcileri buna pek yanaşmıyordu. Silahlarını teslim etmeleri halinde tamamının öldürüleceği endişesini taşıyorlardı. Bunu dile getirdiklerinde devreye Şeyh Fethullah girdi. 'Madem böyle bir endişeniz var benden bir güvence isteyin' dedi. Süryaniler güvence olarak Şeyhin tek oğlunu istediler. Bunun üzerine Şeyh, hem oğlu Siracettin'i hem de yeğeni Sıddık'ı Süryanilere verdi. Şeyhin oğlu ve yeğenini rehin alan Süryaniler, silahlarını teslim etti ve birlikler bölgeden çekildi."
Barış görüşmelerinin tamamlanmasından sonra köyüne dönen Şeyh, heyetten birinin Süryaniler tarafından yanlışlıkla öldürüldüğü haberini alır. Ancak Şeyh Fethullah, "değil bir, 10 kişi kaybetsek yine de bu barış bozulmayacak" diyerek, yeni çatışmaları engeller. Akan kanın durmasını sağlar. Barış ortamının tesis edilmesinin ardından Müslümanların yanlarına aldıkları sahipsiz Süryani çocuklarını teslim etmeleri için bir fetva yayımlar, Mıhellemilerin tamamı bu fetvaya uyar, diğer aşiretler ise kısmen uyarak ellerindeki çocukları ailelerine veya hayatta kalan diğer yakınlarına teslim ederler.
Süryaniler, köyde bulunan yüzlerce ailenin yaşamını kurtarmak için tek oğlunu ve yeğeninin hayatını ortaya koyan Şeyh'i, bir daha unutmazlar. Bugün Mardin, Midyat bölgesindeki birçok Süryani aile, evlerinin en kutsal köşesinde, hatta mabetlerinde Hıristiyanlık sembolleriyle birlikte Şeyh Fethullah'ın fotoğraflarını bulundurur. Kuşaktan kuşağa aktarılmış bu fotoğraf, kutsal bir emanet gibi korunur. Şeyh'in fotoğrafının, Mardin'de bulunan Deyrulzafaran Manastırı'nda yakın zamana kadar patriklerin fotoğrafıyla yan yana asılı olduğu da ifade edilmekte.
Şeyh Fethullah, tehcire tâbi tutulmaya çalışılan bir halkın kahramanı oldu. Ne var ki, kendi tehcir kurbanı olmaktan kurtulamadı. Konya'ya sürgüne gönderildi ve 1947 yılının Mart ayında yaşamını yitirdi…
Barış çabalarıyla çok sayıda Hıristiyan Süryani'nin hayatını kurtaran Şeyh Fethullah, bir Mıhellemi. Peki Mıhellemiler kimdir, nerede yaşarlar, hangi soydan gelirler, hangi dili konuşurlar, inançları nedir? Bu soruların yanıtını bulmak için tarihteki ilk Mıhellemi köyü olarak kabul edilen ve Şeyh Fethullah'ın da yaşamının önemli kısmını geçirdiği Habsunnes Köyü'ne gittik. Köyde bizi karşılayan Mıhellemi Dinler Diller ve Medeniyetler Arası Diyalog Derneği Başkanı M. Ali Aslan oldu.
Mıhellemilerin, Müslümanlaştırılan Süryaniler veya Arami olduklarına dair iki ayrı görüşün olduğunu belirten Aslan, Akat olduklarını ve kullandıkları dilin ise içerisinde en fazla "Akatça" kelime barındıran dil olduğunu iddia ediyor. Süryanilerin savunduğu görüşün, Hıristiyan, Musevi ve Müslüman Mıhellemilerin olmasıyla çürüdüğünü söyleyen Aslan, Arapçanın bir lehçesi olan Mıhellemice konuştuklarını dile getiriyor.
Türkiye'de ağırlıklı olarak Mardin, Siirt, Muş, Batman ve Adana'da yaşayan 500 bin Mıhellemi olduğunu ifade eden Aslan, Suriye'de 500 bin, Lübnan'da 500 bin, Irak ve İran'da 500 bin, Avrupa ve ABD'de 200 bin civarında Mıhellemi bulunduğunu söylüyor. Tarihlerinin 4 bin 500 yıl öncesine dayandığına dikkat çeken ve merkezi yerleşim yerlerinin Musul ile Diyarbakır arası olduğunu anlatan Aslan, İslam'dan önce kullandıkları dilin alfabesinin Süryanilerin yazı dili olan Gerşuni olduğunu belirtiyor ve ekliyor: "İslam'dan sonra Arapça, günümüzde ise Türkçe alfabe kullanmaya başlandı."
Suriye, Lübnan ve Irak Mıhellemilerinin oylarıyla Ebu Kays lakablı Rıfat Sabri'nin liderleri olarak seçildiğini de söyleyen Aslan, "Ama asıl önemli olan bizim kendimizi ne hissettiğimizdir" diyor; "İsveç'in Malmö Üniversitesi'nden Nadia Elzein'in yüksek lisans tezi olarak hazırladığı anketin sonuçlarına göre; halkımızın yüzde 90'ı kendini Arap hissediyor. Yüzde 1'i Asur, yüzde 3'ü Kürt ve yüzde 3'ü de Türk"…
Yazı ve fotoğraflar: KENAN KORKMAZ / korkmazk69@hotmail.com