En cinsel içerikli Hollywood ikonlarından biri olarak ölümsüzleşen Marilyn Monroe'nun yazdığı hiç yayımlanmamış edebi yazıları, samimi günlükleri, mektupları ve şiirlerini ilk defa gün ışına çıkarıyor "Fragments". Bununla da kalmıyor, kendisi yeterli eğitim görmemiş olsa da, parıltılı sahnelerin düşünceden uzak kadını sanılsa da gerçekte en zorlu yazarların sadık bir okuru olduğunu ve edebiyata olan yatkınlığını da ortaya çıkarıyor. Kısacası bilinen imajının aksine, John Milton, Walt Whitman, Truman Capote, Flaubert, Conrad, Steinbeck, Hemingway, Beckett, Camus, Kerouac hatta kolay kolay okunamayan James Joyce'un Ulysses'ini okuyan, şiirler yazan, göz kamaştırıcı sinema dünyasının içinde kendi hislerini ve düşüncelerini kâğıda geçiren yepyeni bir Marilyn Monroe imajıyla karşılaşıyoruz. En zorlu yazarların eserlerini kütüphanesine dolduran, ciddi ciddi okuyan, beraber olduğu erkeklerin entelektüel yönlerini adeta sömürerek her birinden yani bir şeyler kapan bir yıldızın gizli kalmış kişiliği bu.
Bugüne kadar hep filmleri, aşkları, fırtınalı hayatı, cinselliği, güzelliğiyle yani kameraların önündeki hâliyle bilinmişti. Oysa kameraların yansıtmadığı gerçek hayatında kendisini satırlara aktarmış, sayfalarca yazısını başucundaki çekmecesine saklamıştı. Tüm bunların ortaya çıkması için yarım yüzyıl geçmesi gerekecekti. Daha Marilyn olmadan önce, Norma Jeane Mortenson adında 17 yaşında bir genç kızken yazmaya başladığı ve 1962'de ölümünden birkaç gün öncesine kadar hissiyatını döktüğü satırlar bugüne kadar en yakınında bulunmuş birkaç dostu dışında gizli kaldı. Kişisel mektupları, günlükleri, düşünceleri, kendisiyle tartıştığı iç sorunları, iş notları, hatıralarını ve hatta yemek tariflerini kâğıda aktardı. Onun daima en yakınında bulunan oyunculuk eğitmeni Lee Strasberg ve eşi tarafından mahremiyetine saygıdan dolayı gün yüzüne çıkarılmayan tüm yazıları aynı zamanda Marilyn'in kronik ızdıraplarını, müzmin yalnızlığını, korkularını, güven ihtiyacını, depresyonlarını ve gerçek aşktan mahrumiyetinin en yakın şahitleri oldular.
Yattı, dinledi ve okudu
"Fragments"a göre erotik takvimlerin gözdesi sarışının gerçek zekâsı ve entelektüel yanı onlarca yıl tüm bu sayfalarda gizli kaldı. Bir Marilyn Monroe uzmanı olan yazar François Forrestier de Monroe'nun bu gizli yönünü doğruluyor: "O bir sarışın bombaydı ama entelektüel olmaya da çalıştı" diyor. Ona göre "Yapımcılarla, aktörlerle, müzisyenlerle, pizzacılarla, bahçıvanlarla set asistanlarıyla hatta bir ABD başkanı ve ardından onun kardeşiyle de yatıyordu ünlü yıldız. Çünkü verebileceği tek şey buydu. Ama almasını da biliyor ve onları dinliyordu."
1940'larda yönetmen Elia Kazan'la tanışarak metresi olan Marilyn Monroe, bu ilişkisiyle New York entelektüellerini tanır. Kazan'ın birikimi sayesinde sonradan kocası olacak Arthur Miller gibi yazarları okur, onun entelektüel konuşmalarıyla bilgisini tazeler. 1954 yılında ilişki kurduğu fotoğrafçı Milton Greene ise onun için adeta hızlandırılmış okuma kursu olur. Bunu Milton Greene'in oğlu şöyle hatırlıyor: "Marilyn, Connecticut'taki evimizde aylarca kaldı. Babam ona bazı yazarları tavsiye ederdi. O ise, havuz dâhil her yerde kitap okurdu…". Eğitim eksikliğini böylelikle beraber olduğu erkeklerin kültürlerinden ve kitaplardan doldurmaya çalışır Marilyn. Hayatına başka erkekler ve onlarla beraber başka kitaplar girer.
Marilyn oyuncu eğitmeni ve sırdaşı Lee Strasberg sayesinde kitaplarla bir hayli haşır neşir olur. Yazar kocası Arthur Miller da onun okuma çabalarında bir mihenk taşı olur. Miller onun entelektüel aşkıdır. Psikiyatrı Ralph Greenson sayesindeyse Freud'a ilgi duyar ve "Totem ve Tabu"yu okumaya başlar. Laurence Olivier ile çalışmaları onun engin tiyatro bilgisinden yararlanmasını ve Shakespeare'i tanımasını sağlar. Marilyn FBI tarafından aranan sol görüşlü militan Frederick Vanderbilt'i dahi takip eder. Onunla olan ilişkisi aynı zamanda Marilyn için ideolojik bir eğitim olur. Gramsci gibi ideologları onun sayesinde tanıma ve okuma fırsatı bulur. Bir yandan da şiirler yazar ve bunları ancak çok yakınlarına gösterir.
Bunlardan biri de gazeteci dostu Norman Rosten'dir. Rosten'e göre Marilyn'de "hâkimiyeti olmasa da bir şairin içgüdüsü ve hassasiyeti vardır". Kısacası Marilyn bir yanda yürek yakan sarışını canlandırırken öte yandan da iç dünyası daha zengin bir insan olmanın mücadelesini verir. Ön planda olan yaldızlı imajının yanında mayoyla, entelektüellerin bile okumakta zorlandığı James Joyce'un Ulysses'ini okurken verdiği pozlar kimseye inandırıcı gelmez ama o kendi yazdığı notlarında şunları söylemektedir. "Edebiyat benim kurtarıcım olacak !"
"Bu kadar cıvıl cıvıl bir kızı nasıl oynayabilirim?"
"Endişeli, sinirli, dalgın ve kararsızım. Daha birkaç dakika önce platonun karanlık ve sessiz bir köşesinde gümüş bir tabağı fırlatıp attım. Yine de kendimi koyuvermeye hiç hakkım olmadığını biliyorum. Zaten, o noktaya gelirsem kendimi toparlayamayacağım için buna cesaretim de yok. Az önce tüm yediklerimi kusacaktım neredeyse. Üstelik çok yorgunum. Nasıl yaparım bilemiyorum; canlı, cıvıl cıvıl bir kızı oynamam gerekiyor. Tüm hayatım çok uzun süredir umutsuzlukla dolu ama ben yine de bu rolü sürdürmenin bir yolunu arıyorum…"(1950'ler)
"Delilerle beraber kapatıldım…"
(Dinlenme kürü bahanesiyle 1961'de kapatıldığı New York'ta bir psikiyatri hücresinde yazdığı mektup…)
"Sevgili Lee ve Paula,
Dr. Kris beni New York Hastanesi'nin psikiyatri bölümüne yatırdı ve benim doktorum olamayacak iki budala doktorun ellerine teslim etti. Size haber veremedim zira burada zavallı delilerle kapatılmış durumdaydım. Bu kâbus devam ederse burada delireceğim kesin. Burası kesinlikle bulunmam gereken son yer. Lee, lütfen Dr. Kris'i zihin sağlığımın iyi olduğuna ve 'Rain'deki rolüme iyi hazırlanmam için çalışmalara başlayabileceğime ikna ederek, bana yardım edin!"
"Geçen gece bir kere daha tüm geceyi uykusuz geçirdim. Bazen gece denilen şeyin neye yaradığını merak ediyorum çünkü gerçekte benim için gece diye bir şey yok gibi. Tamamı bana sonu olmayan uzun bir gün gibi geliyor; korkunç! Ama yine de uykusuzluğumu faydalı kılmaya çalıştım ve Sigmund Freud'un yazışmalarını okumaya başladım. Kitabı açınca daha ilk sayfada Freud'un portresini gördüm ve gözyaşlarına boğuldum; fotoğrafı ölümünden hemen önce çekilmiş olmalıydı ki sonu hayalkırıklığı ve hüzünle bitmiş gibi çökmüş görünüyordu. Dr. Kris, bana onun daha çok bedenen ızdırap çektiğini söyledi. Ama yine de ben içgüdülerime güveniyorum. Onun mutsuz olduğunu biliyorum çünkü yüzünde melankolik bir bıkkınlık taşıyor." (1960)