Saat olmuş 04.00. Yine kafamda "O yazıyı nasıl bitirsem?"ler, yok "Beni sevsin diye daha ne yapsam acaba"lar... Birden kendime dedim ki, "Işıl! Galiba seni İstanbul'da bırakıp, gidebileceğim en uzak yere gideceğim. Mesela trenle Çin'e gideceğim." Bu fikirle birlikte yataktan kalktım. Allah'ım bir anda nasıl bir merak! Tüm dünyayı merak ediyorum. St Petersburg, hâlâ Dostoyevski'nin anlattığı gibi mi? Moskova'daki kadınlar gerçekten o kadar güzelse Rus erkekleri neden onlarla ilgilenmiyor? İnsanlar Sovyetleri özlüyor mu? Elektrik ve su kullanmayan bir Moğol kabilesinin çadırında zaman ne yavaşlıkta geçiyor? Şamanlar hakikaten başkalarının ruhlarına girebiliyor mu? Petersburg'dan Pekin'e 10 bin kilometreye yakın yol giderken sıkıntıdan ölmemenin 10 yolunu bulabilir miyim? Trende yıkanmadan dört gün durabilir miyim? Ya Çin? 1 milyar kişi orada neler yapıyor? Atladım Sibirya Ekspresi'ne. Yeryüzünün en uzun tren yolculuğu için İstanbul'a 960 saatliğine ara verdim. 40 günde Rusya'dan Moğolistan'a, oradan Çin'e gittim. Hem de dördüncü sınıf bir trende. Duş yok. Tuvalet ortak. Yemekler korkunç. Sigara içmek çok zor. Koridorlar, headbang yapan 20 yaşında boxer'lı çocuklarla dolu. Zor... Ama güzel bir hikayeydi. Size anlatacağım ki, siz de gidin görün, gidemezseniz şöyle bir bakın diye.
Bu şehri, çamurun üzerine Çar 1. Petro kurdu. 1703'te, hiç yoktan ihtişamlı bir şehir yarattı. Adı ilk önce Petrograd'dı. Sovyetler Birliği zamanında Leningrad oldu. Sonra Sankt Petersburg. Ama ruhunu başkaları verdi: Dostoyevski, Puşkin, Gogol gibi başkaları. Ruh ustaları. O yüzden duygusal olarak hayli karmaşık, depresif, melankolik, ihtişamlı, tezatlarla dolu bir şehir. Hem komünist hem çar olan biri gibi. Petro'yu da, Lenin'i de içine sığdıracak kadar büyük. Binaları kadar geniş, en ünlü ve uzun bulvarı Nevski kadar canlı. Şimdiki zaman, Petersburg'a yakışmamış gibi. Onun insanları ya Raskolnikov gibi yoksulluk ve melankoli içinde olmalıydı, ya devrimcilerin parkasıyla o ihtişamlı binalara kafa tutmalıydı, ya da saray kıyafetleriyle zarafet içinde dolaşmalıydı. Petersburg'a uymayacak tek durum sıradanlık. Şimdi sokaklarında, saat 22.00'den -ve votkadan- önce hiç gülümsemeyen, somurtkan, atarlı 21. yüzyıl Rus insanı var. Bu şehirde mottonuz 'Challenge Accepted' olmalı, yani karşılaştığınız her durumu bir meydan okuma oyunu olarak görürseniz, sinirleriniz bozulmaz. Hatta uyum sağlamanız ve insanlardan hoşlanmanız bile mümkün olur. Ruslar genelde lafa 'Niet!'le başlıyor. 'Hayır'ı, 'Evet'e çevirmek sizin işiniz. En doğal isteklerinize bile "Hayır," diyecekler. Sinirlenmeyin. Gelecek cevabı anlamasanız da hızla "Pochemu?!" diye sorun: "Neden?!" Mesela resepsiyonist kadın, dört yıldızlı otelin üçüncü katında bulunan odama ulaşabilmek için benden daha ağır olan (48 kilo) bavullarımı kendi başıma taşımam gerektiğini söyledi. Asansör var mı? Niet! Bellboy? Niet! Yardım edecek biri? Niet! Gün içinde, restoranda, markette, metroda, takside en sıradan isteklerime karşılık gelen "Niet!"lerden sonra "Pochemu?" diye sormayı öğrendim. Ruslar, Sovyetler Birliği zamanından kalan derin bir eşitlik duygusuna sahip. Komünizmden kapitalizme geçişte eşitliğin zedelenmesi onlara dokunmuş. Hizmet etmeyi/ sektörünü doğal olarak doğallaştıramamışlar. Tüm çalışmalarıma rağmen sektörü hareketlendiremedim, boşuna denemeyin. Ayak uydurun. Özellikle kadınlar hizmet etmekle bağlantılı her işten nefret ediyor, erkekler biraz daha uyumlu. Yine de gençler kapitalizmden memnun, fakat yaşlılar eski Rusya'yı çok özlüyor. Bazıları hâlâ yabancı bir ülkeye gezmeye gitmeyi ihanet sayıyor; "O zamanlar zordu, ama daha mutluyduk," diyorlar. Çalışmadıkları zaman dilimlerinde onlarla iletişime geçerseniz hepsinin hüzünlü gözlerinin altında nasıl derin ve muhteşem bir kültür olduğunu rahatça görebilirsiniz. Yemek zamanı: Cafe Litteraturnia, Nevski Bulvarı 18 numara. Rus edebiyatının kurucusu sayılan Puşkin'in, ölümüyle sonuçlanan düelloya gitmeden önce uğradığı son yer. Yemekler harika ve servis sırasında garsonlar arya söyleyerek servis yapıyor. Çok keyifli.
Moskova, gece hayatının yıldızlı başkenti. Ama yalnızca hafta sonları! Hafta içi tüm Moskova'yı toplasanız bir Taksim etmez. Kremlin'i görüp, Kızıl Meydan'ın çevresini kuşatmış beş yıldızlı alışveriş merkezleriyle göz göze gelmeden Lenin'in mozolesine bir selam gönderdikten sonra cuma ve cumartesi geceleri sizin. Etrafta fazla sayıda milyoner erkek ve az giyinmiş güzel kadın olduğunu unutmayın. Rus erkekleriyle kadınlarının arası çok iyi değil. "Pochemu?" diye sordum. Kadınların çoğu, erkekleri "İşe yaramaz, kaba, alkolik" diye tasvir etti. Erkekler ise kadınları, "Burnu havada, boş, ruhsuz," diye tanımladı. Ön bilgilerden sonra sabah 07:30'a kadar istikamet: Imperia Lounge, Krysha Mira ve Soho Rooms. Paranız varsa ve alkol, dans, seks üçlüsüne hazırsanız, buyurun. Yemek zamanı: Cafe Pushkin, 26a Tverskoi Bulvarı. "19. yüzyılda yaşayan bir Rus aristokratı olsanız nasıl yemek yerdim?" diye merak ediyorsanız, buraya uğrayın. 24 saat açık.
Trans sibirya demiryolu nedir?
Dünyanın en uzun demiryolu. Yapımına 1891'de başlanmış ve 1915'te tamamlanmış. Çoğu tren, yolculuğa Moskova'dan başlıyor. Batı Rusya'yı Sibirya'ya, Moğolistan'a ve Çin'e bağlayan yol yaklaşık 10 bin kilometre. Yol haritanıza karar verirken nereleri görmek istediğinize göre, farklı başlangıç ve bitiş noktaları belirleyebilirsiniz.
Ne kadar?
Yolculuğun fiyatı size bağlı. Tüm yolculuğu kendiniz ayarlarsanız ve yıkanmayan insanların arasında kalmayı göze alırsanız az para tutar. Ama "Her şey 1. sınıf olmalı," derseniz bu size 30 bin TL'ye malolur.
Dikkat!
* Zamanın ve mevsimlerin arasında dolaşacaksınız. Yedi zaman diliminin ve dört mevsimin içinden geçerken, dünyanın üçte birini katedeceksiniz. Bazen kimse, -iPhone'nunuz bile- saatin kaç olduğunu bilmeyecek.
* Nonstop tren yolcuklarında yalnızca turistler oluyor ve trenler daha lüks. Akşam yemeğine tuvalet ve kravatla katılıyorsunuz. Ama benim tanıştığım tek dişi kalmış alkolik Sasha Amca ya da Rusya'dan Çin'e İsa sevgisi aşılamak üzere yola çıkan üniversiteli misyonerler o trenlerde olmuyor. O yüzden size gittiğiniz ülkelerin yerli halkıyla tanışabileceğiniz dördüncü sınıf pis trenleri öneririm.
* Kompartmanınız size özel değilse, o küçük delikte sizden başka üç kişi daha olacak. "Yanımda erkek/kadın istemem!" gibi bir seçenek de yok. Kıyafetlerinizi ve psikolojinizi ona göre ayarlayın, bavulunuzu da küçük tutun.
* Trendeki diğer insanlara, yarı çıplak ya da sadece boxer'la gezseler bile tip tip bakmayın. Onları anlamaya çalışın.
* Bazen kendinizi Stalin'in Sibirya'ya sürdüğü biri gibi hissedebilirsiniz. Çelik gibi sinirleriniz olsun. ? Moğolistan, Türkiye'den vize istemiyor diyen tur şirketlerine inanmayın! İstiyor.
Yanınıza Alın!
* Antibakteriyel olan her şey
* Plastik bardak, tabak
* Litrelerce su. Birçok yiyecek
* Asla kullanmayacağınız bibergazı spreyi
* Rusça, Moğolca, Çince sözlük
* Tren terliği
* Böcek kaçırtıcısı
* Tüm bakım malzemeleri: Bir noktada rüyalarınız değişecek; şampuan reklamları, kuaförde ful bakım konulu rüyalar görmeye başlayacaksınız. Acil durum malzemeleri bir nebze daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır.