Twitter hayatımıza bir girdi pir girdi. Bazılarımız için onsuz bir hayat çok yavan. Çabucak alıştık yalnızca 140 karakterle film eleştirmeye, politika yapmaya, hatta aşk ilan etmeye... Herkes kendi meşrebince kullanıyor bu alanı, kimi ayaklanma örgütlüyor, kimi halkla ilişkiler çalışması yapıyor. Klinik psikolog Deniz Erdem ise 140 karakterlik bu âlemde kendi tabiriyle 'mini terapi'ler yapıyor. Her gün yüzlerce insanın derdini dinliyor, profesyonel önerilerde bulunuyor. Seans, Erdem'in terapi_defteri adlı hesabından attığı "Hazırım, sorularınızı yazın," tweet'iyle başlıyor. Koç Üniversitesi mezunu, bir çocuk annesi Erdem aynı zaman karikatürist Selçuk Erdem'in eşi. Deniz Hanım hem 'mini terapi'leri hem de bir karikatüristle evli olmanın avantajlarını anlattı.
- Nereden aklınıza geldi sosyal medyayı terapi mecrası olarak kullanmak?
- Aslında ilk zamanlar herhangi biri gibi tweet atıyordum. Önce arkadaşlarımla başladı, sonra yabancılar retweet etti ve birden olay büyüdü. Açıkçası beklemediğim bir ilgiyle karşılaştım. Sonra tanımadığım insanlar 'Psikolog musun?' diye sormaya başladı.
- Takipçileriniz yardım mı istedi?
- Evet, danışanlar oldu. O zaman bunu mesleki kimliğimle sürdüreyim dedim. Twitter'da yaptığım bu işe '140 karakterlik mini terapi' diyorum.
- İnsanlar sanal ortama güven duymazlar. Yüz yüze olmamak insanlara daha kolay mı geldi?
- Bence öyle. Bunu ben de çok düşündüm. Bizim mesleğimizin en önemli kuralı gizliliktir. Bu olmazsa olmaz, çalışamayız. Sanal ortam bu gizliliği bana otomatikman sağlıyor. Fakat şöyle bir şey var: Danışanlar, beni uzun süre takip ediyorlar. Bu bir tür test süreci aslında. 'Güvenilir mi?', 'Eğitimi yeterli mi?', 'Hayata bakışı açılarımız uyumlu mu?' diye kontrol ediyorlar. Sanal âlemin böyle bir güzelliği var, size bu şansı veriyor.
- Sanal ortam insanların içini dökmesi için çok elverişli görünüyor.
- Öyleymiş, açıkçası ben de çok şaşırdım. Anlık mesajlaşıyorsunuz. Genellikle nick name kullanılıyor, kim olduklarını bilmiyorum. Bir güven ortamı var.
- Danışanlarınızla ilişkiniz sadece Twitter ile sınırlı değil mi?
- Evet, orada kalan bir ilişki. Ama bazıları mail atıyor, onlarla daha derin bir ilişki oluyor. Mail olursa 140 karakterin üzerine geçiliyor, bazıları için fırsat oluyor. Açıkçası benim için de bir fırsat, insanları tanımak için.
- Sizi, yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik grup olarak kimler takip ediyor?
- Dikkatimi şu çekti: 'Sorularınızı bekliyorum,' diye yazıyorum ama insanlar özür dileyerek başlıyor, rahatsızlık verdiklerini düşünüyorlar. Sonunda şunu yazdım: 'Yahu yazın diyorsam, rahatsız olmuyorum demektir, yazın!' Beni kendisinden çok başkalarını düşünen, empati kuran insanlar takip ediyor gibi geliyor.
- Terapi pahalı bir şey, neden kamu yararına bu işi yapıyorsunuz?
- Bu mesleği seçmem, bulmam çok zaman aldı. Mesleğim benim için aynı zamanda enerji kaynağım, öyle şarj oluyorum. Gündelik hayat içinde hepimizin canı çıkıyor. Kimi başarıdan, kimi paradan, kimi statüden şarj olur. Ben insan ilişkilerinden enerji buluyorum. Danışanlarım benim için en az ailem kadar önemli. Ben bu işe mesai ayırmazsam şarj olamıyorum. Evet, insanlar da ben de faydalanıyoruz o mini seanslardan.
- Sonuçta size işinizin doğası gereği 'dert anlatıyor'. İnsanların özeline dahil olmak ağır gelmiyor mu?
- Burada yüklendiklerinizi enerjiye dönüştürmeniz gerekiyor, yoksa yapamazsınız, gitmez o iş. Aşk gerek meslekle aranızda. Bakın şunu söyleyeyim: Beynimiz davranışı ciddiye alıyor. Yani neyi deneyimlerseniz, beyin ona göre şekilleniyor, öğreniyor. Ne kadar farklı deneyiminiz olursa, beyniniz o kadar değişiyor ve öğrenme kalıcı oluyor. Bildiğiniz yoldan sapmadan beyin değişmiyor.
- Yani 'Yoldan çıkmak iyidir,' mi diyorsunuz?
- Öğrenmek için kalıplarınızın dışına çıkmanız gerekiyor. Ben bilimsel, nörolojik bir şeyden bahsediyorum. Yani bu beynin yapısı; doğası gereği, öyle işliyor.
- Hep istikrarlı olmak, bildiğin yoldan gitmek iyidir diye bildik de, biraz şaşırdım.
- Ne yapmak istediğinize göre değişir. Öyle insanlar var ki, hayatında hiçbir şey yapmamışlar. Onlara 'E hadi, bir şey yap artık,' dersin yani. Çünkü güvenli liman dediğimiz şey çok önemli. Bir yerde güvenli bir liman var, bir yerde de yeni deneyimler var. Bu ikisinin dengesini kurmak çok önemli. Sürekli yeni deneyim peşinde koşarsanız da bu kez huzura vakit kalmayacak. Şunu diyemem: 'Herkes çıksın, süper, yeni davranışlar denesin!'
- Görmediğiniz birileriyle yazışıyorsunuz. Şüpheye düştüğünüz oluyor mu?
- Tercihim her zaman yüz yüze görüşmedir. Çünkü beden dili de önemli bizde. Benim Twitter'da yaptığım psikoterapi değil, anlık danışmanlık. Karşınızdaki insanın, gerçek duygusunu görmek çok önemli. Bu açıdan bir rahatsızlık var. O an ihtiyacı olan, ama terapiste gitme şansı olmayanlar için rahatlatıcı bir yöntem.
Bir karikatüristle evli olmak çok keyifli
- Ünlü karikatürist Selçuk Erdem ile evlisiniz? Evde nasıl komik mi?
- Evet, komiktir. Selçuk ile ilgili en çok bunu soruyorlar: 'Evde komik mi?' Evet, ama akşama kadar stand-up durumu yok. Ama arada çok güzel espri patlatıyor. Yani böyle ortalığı yıkacak kadar güldürüyor insanı. Ama ben onu daha çok güldürüyorum.
- Bir karikatüristle evli olmak işinizi nasıl etkiliyor?
- Çok farklı bir kafa yapıları var. Sonuçta biz akademik gelenekten geliyoruz, bir metod doğrultusunda çalışıyoruz. Onların işi çok zor. O dünya beni çok besliyor. Renkli ama çok zor bir hayatları var, bunu da söylemek lazım. Danışan eşittir seans ücreti değil
- İnsanlar nasıl bir ihtiyaç içindeyse Twitter'dan yardım istiyorlar sizden.
- Türkiye'de ciddi bir ihtiyaç var. İnsanlar, psikoterapiye ihtiyaçları var mı, yok mu, sırf bunu sormak istiyor ve bu insanların sadece bu nedenle seansa gelmelerini ve para ödemelerini hiç etik bulmuyorum.
- Çok ciddi paralar söz konusu değil mi?
- Evet, çok ciddi. Maalesef, danışan eşittir bir seans ücreti diye bakanlar var bizim meslekte. Ben öyle bakamam. Çünkü bu mesleğe öncelikle kendim için girdim. Önce kendim bir danışan oldum. Danışan koltuğuna uzun yıllar önce oturdum ve bu işin kıymetini o zaman anladım.
- Masanın iki tarafında da bulundunuz yani.
- Evet, uzun yıllardır böyle. Ve böyle devam edecek. Ben bir psikoterapist olarak tahminen 10 yıla yakın bir süre kendi psikoterapi sürecimin devam etmesini istiyorum. Bambaşka bir yolculuk o. Danışan koltuğuna oturmadan, terapist koltuğunda yüzde 100 randımanlı olunabileceğini düşünmüyorum. Terapistimden ne bekliyorsam, danışanlarıma da öyle davranıyorum.
- Siz kendi terapistinize güveniyorsunuz.
- Güven ilişkisi çok önemlidir bu işte. Güven olmadan fayda sağlanamaz. Mesela artık benim terapistimle aramızda para söz konusu değil. Biliyorum ki bir ihtiyacım olsa, yıllarca ona hiç ödeme yapmadan gidebilirim. Terapi benim için çok önemli. Bizim meslekte kendinizi ancak böyle geliştirirsiniz. Bu bir yöntemdir, terapistlerin de terapistleri olur.
- Pozitif mesajlar veriyor, insanları iyiliğe davet ediyorsunuz.
- Bu bilimsel bir teknik, kafamdan yazmıyorum bunları. Kısa yoldan beyninize sinyal gönderecek teknikler öğretiyorum. Markette sizden daha az alışveriş yapan birine sıranızı verin diyorum. Nazik bir davranış gösterdiğinizde, otomatikman beyninize sinyal gönderiliyor ve kendinizi güvende ve mutlu hissediyorsunuz. Kabalık yaptığınızda, beyninize 'dünya kötü bir yer' mesajı gidiyor ve kabalık yapmaya devam ediyorsunuz. Bu duygular birbirini tetikliyor.
- Nazik insanın Türkiye'deki karşılığı ezik insan gibi algılanıyor.
-Evet, bu konuda bir makalem var. Sıra vermek, yol vermek, birisi geçerken kapıyı tutmak... Maalesef toplumumuzda insanlar bunları ezik görünmemek için yapmıyor. Toplumumuzda tam bir eziklik takıntısı var. Özellikle yeni kuşakta eziklik fobisi var. Ezik olmayacağız diye sürekli hoyrat davranıyorlar. Ben İzmirliyim, İstanbul'a geldiğimde gerçekten şoke oldum. Küçük şehirde ister istemez herkes birbirini tanıyor ve insanlar bazı şeylere dikkat ediyor. Burada insanlar yolda bayağı birbirlerine çarpıyor ve özür dilemiyorlar. İlk kez omuz atmayı İstiklal Caddesi'nde gördüm. Ama Nişantaşı da farklı değil. Evet, orası daha az kalabalık, topuklu ayakkabılı kadınlar var ama mantık aynı. Dünyayı ezenler ve ezilenler diye ikiye ayırıp, hayatınızı bunun üzerine kurarsanız, asla mutlu olamazsınız.
- Kentli insanlar nasıl sorunlar yaşıyor?
- Çok klişe bir cevap olacak ama cevabım stres. Temel ihtiyaçlarımız var, kent ortamında o temel ihtiyaçların bazıları çok zor karşılanıyor. En önemlisi spontanlık. Her şeyi planlı yaşamak zorunda kent insanı. Dakikalarla yarışmak zorunda. Halbuki spontan olmak ve bağımsız yaşamak beslenmek kadar büyük bir ihtiyaç. Kent kendiliğindenliği öldürüyor. Ve bu gerçekten sıkıcı bir şey. Toksik maddelere maruz kalmak kadar kötü bir etkisi var bunun insana. Tatil köyünde bile sürekli bir şeylere yetişmek zorunda kalıyorsunuz. İnsanlar başka bir türlü bir hayat olabileceğini bile düşünemiyorlar. Kent hayatında sürpriz yok. İstanbul'un imkanları çok diyorlar ya, konserler, organizasyonlar falan, ama sürpriz nerede?
- Ne yapmak gerek?
- Önce kendinize karşı şefkatli olmayı öğrenmek gerek. Hata yaptığınız zaman kendinizi dövüyorsanız, başkasını da döversiniz. Yeni bilimsel çalışmalar diyor ki modern toplum özgüven kavramına hak ettiğinden fazla anlam yüklüyor. Asıl beslenmesi gereken öz şefkat. Artık öz şefkat üzerinde düşünüyor bilim insanları.
TERAPİST NASIL SEÇİLİR?
Saatine bakmayan terapist bulun
İlk seans tanışmak içindir. Çekinmeden sorularınızı sorun. Nerede eğitim aldığını, hangi sertifikaları olduğunu öğrenin.
Sürekli saatine bakan bir terapiste güvenemezsiniz, bakmayanını bulun.
Randevusuna sadık mı dikkat edin, sizi bekletiyor mu?
Etik kuralların altını çiziyor mu?
Onun terapiste gidip gitmediğini sorun. Bu çok önemli.
Her şey kurallara uygun olabilir, ama en önemlisi terapiden sonra iyi hissetmenizdir.
İdeal terapi süresi 50 dakikadır, mesela 20 dakika bence randımanlı olmaz.
İşe gidemiyorsanız, mutsuzsanız, uyanamıyorsanız bir terapiste gitmenizde fayda var.
NECLA BAYRAKTAR