2050 yılında dünyada enerji talebinin günümüzdekinin en az iki katına çıkması bekleniyor. Bir yanda yeni enerji kaynaklarına yönelik arayışlar devam ederken öte yanda fosil yakıt namına nerede ne kalmışsa çıkarmanın peşinde olanlar da boş durmuyor, bakir alanları kovalıyor. Bunların en başındaysa Kuzey Kutbu ve etrafını çevreleyen Kuzey Kutup Dairesi yani Arktika Kıtası geliyor. Sahipsiz bir ülke olan Arktika ve Arktik Okyanusu buzullar altında yatan fosil enerji kaynaklarıyla çok uluslu petrol şirketleri için adeta "vaat edilmiş topraklar" hükmünde.
2008 yılında 10'a yakın petrol ve gaz şirketinin yöneticileri Alaska Anchorage'da bir araya gelmişti. Toplantının sebebi ABD hükümetinin Tchouktches Denizi'nde bir milyon hektar alanı kaplayan bir bölgede sondaj yapma hakkını satışa çıkarmasıydı. Buzlarla kaplı bu denizin altında bir petrol ve gaz hazinesi yattığı düşünülüyordu. Satış hakkını 2.1 milyar dolar veren Royal Dutch Shell almayı başardı ve derhal çalışmalara başlandı. Dört yıl sonra 2012'de çok uluslu çalışmalarına başladı. Tchouktches Denizi'nin dibi böylelikle ilk defa sondaj aletleriyle tanışmış oldu. Ancak birkaç hafta sonra zorlu doğa koşulları etkisini göstermeye başladı ve çalışmalar bir yıl sonrasına ertelenmek zorunda kaldı.
Kuzey Kutbu'nun etrafını çevreleyen oldukça geniş bir bölge aslında daha 1980'lerden beri petrol ve gaz platformlarıyla tanışıyordu. Ancak ilk dönemler sondajlar karada ve kıyılarda yoğunlaşıyordu. Petrol arayışı şimdi ise giderek genişliyor ve Kuzey Kutbu'na yaklaşarak daha derinlere doğru ilerliyor. Dünyada bir yandan alternatif yakıtlara geçiş çalışmalarının yanında yeni fosil enerji kaynağı arayışları da giderek hız kazanıyor. Ana karalarda başlayan, 70'li yıllarla beraber okyanuslara taşan petrol endüstrisi artık kimsenin gitmediği bölgelere uzanıyor ve Arktika'yı hedef belirlemiş durumda. Petrolün varilinin 50 doların altında olduğu dönemlerde kimsenin düşünmediği bu karlı buzlu kara ve denizler varil fiyatı 100 doları aşmaya başladıktan sonra birden cazip hale geldi. Ama kutuplara yakın bu bölgeyi cazip kılan sadece petrolün yükselen fiyatı değil; aynı zamanda dünyanın bu el değmemiş bölümünün altında oldukça önemli fosil kaynaklarının yatıyor olması…
Kutup Dairesi çoktan paylaşıldı
Coğrafi ve iklimsel şartların oldukça çetin olduğu bu bölgede onları ortaya çıkarmak da oldukça zorlu bir çaba ve masraf gerektiriyor. Maliyetler açısından bir fikir vermek gerekirse şu kadarı yeterli: Bir petrol platformundan 2 bin metre derinlikten uzaktan kumandalı robotlarla yapılacak olan çıkarma işlemlerinin günlük maliyeti 1 milyon doları buluyor. Maliyet yükseltecek diğer unsurlar olarak hareket eden buz dağlarını, dondurucu soğukları ve insan gücü maliyetini de buna eklemek gerekiyor. Buzulların erimesiyle sürekli değişen deniz yolları üzerinden de insandan mahrum bu bölgelerden yerleşim yerlerine tankerlerle yapılacak taşıma da ayrıca bir sorun. Kutup dairesinin enerji yatakları mevcut durumda bölgeye en yakın beş devlet ABD, Kanada, Danimarka, Rusya ve Norveç tarafından paylaşılmış durumda. Ancak Kutup Dairesi'nin toprak ve deniz altındaki kaynakları devletler için sadece para anlamına gelmiyor. Örneğin petrolünün yüzde 45'ini dışarıdan alan ABD için enerjide bağımlılıktan kurtulmak derken, Rusya ve Kanada için kıta sahanlığı sayesinde topraklarını deniz altından çok daha ilerilere genişletmek anlamına geliyor. Danimarka'dan ayrılma hesapları peşindeki, yakın zaman önce özerkliğe kavuşan Grönlandlılar içinse bölgenin fosil yakıtlarının sağlayacağı gelir gelecekteki bağımsızlığın teminatını teşkil ediyor. 2020 yılına kadar kutup dairesini stratejik bir enerji kaynağı haline getirmenin peşindeki Rusya bu sayede uluslararası enerji alanındaki ağırlığını biraz daha artırmanın da peşinde. Dolayısıyla Rusya'nın 2007 yılında Arktik Okyanusu'nun dibinin kendi topraklarının doğal uzantısı olduğunu iddia ederek bir robot aracılığıyla okyanusun dibine Rus bayrağı bile dikmesi o kadar da basite alınabilecek bir durum değil.
Çevreciler endişeli
Kutup Dairesi'nde petrol mücadelesi bu şekilde kimi zaman mücadele kimi zamanda ortaklıklarla devam ediyor ama işin bir de ekolojik cephesi var. Asıl sorun ve tansiyon da bu noktada. Arktik Okyanusu'nda petrol girişimleri arttıkça çevreci örgütlerle petrol şirketleri arasındaki tansiyon da aynı oranda artıyor. Greenpeace gibi çevreci örgütler bu bölgedeki petrol ve gaz çıkarma faaliyetlerinin taşıdığı risklerin büyük felaketlerle sonuçlanabileceğini vurgularken 1989 yılındaki ABD tankeri Exxon Valdez'in Alaska açıklarında sebep olduğu muazzam çevre felaketinin tekrarlanma riskini oldukça yüksek görüyorlar. Kutup Dairesi'nde yaşanabilecek bir felaketin sonuçlarının diğerlerine nazaran çok daha kötü etkileri olacağı belirtiliyor. Nitekim Exxon Valdez'den 22 yıl önce denize sızan ve 2 bin kilometrekare alanma yayılan ham petrolün olumsuz etkilerinin halen devam ediyor olması da bunun en büyük kanıtı. Bu nedenle Greenpeace'in 2012 yılının Ağustos ayında Rus şirketi Gazprom'a ait bir petrol platformunu işgal eylemi de dünyanın dikkatini bölgedeki petrole hücumun dünya ekolojisine getireceği olumsuz etkiye çekmekti.
Birol Biçer