Diyanet İşleri Başkanlığı Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı Yard. Doç. Dr. Necdet Subaşı ile İslam temelinde Kürt sorununu algılamak üzerine kafa açıcı bir röportaj gerçekleştirdik. Alevi Açılımı kapsamında gerçekleştirilen Alevi Çalıştayları Koordinatörlüğü'nü de yapmış olan, önemli din sosyologlarımızdan Dr. Subaşı, sorunun temelini Cumhuriyet dönemi, aşiretler ve modernleşme süreci harcında arıyor.
Kürt sorununun temelinde İslami açıdan baktığınızda ne görüyorsunuz?
Kürt sorunu bir yönüyle modernleşme sorunudur. Kürt sorununu anlamak için öncelikle buradan bakmak gerek. Çünkü sorunun çerçevesi, modernleşme sürecinin ürettiği zihniyet dünyası içinde şekillenmiştir. İmparatorluk sisteminde millet, etnik ve dinsel kodları birleştiren ortak bir payda olarak görülürken, modern ulus devlette birlikte milliyetlerin oluşturduğu farklılıklar birer huzursuzluk kaynağı olarak algılanmaya başlamıştır. Yeni sistem üniformal düzeyde örgütlenmiş bir millet ve yine üniformal düzeyde kabul edilmiş bir kültür öngörüyordu. Modern devlet yapılanması farklı etnisiteleri tek bir potaya dahil etmek gibi bir hevesle ilerlerken, aynı şekilde dinsel yönelimleri de belli başlı işlevlerini dönüştürecek bir şekilde ortak bir potada harmanlamaya yöneldi. Bu sürecin yakıcı azabı içinde pek çokları yutkunmakla yetinirken geriye kalanlar da ya kendi içine kapanıp sabretmeyi ya da mevcut durumla baş etmeyi tercih ettiler. Ne var ki kimlik denen aidiyetler üzeri örtülerek kapanmıyor.
"Din bir aspirin değildir"
Bu sorun nasıl çözülür? Barışmak için İslam'dan referans alınamaz mı? İslam aracı olamaz mı?
Din, toplumsal gerilim noktalarının alıp başını gittiği zamanlarda hatırlanacak bir araç değildir. Din bir aspirin de değildir. Al ve hemen sorunu çöz, bu olmaz. Din kuşkusuz her düzeyde bize bir cevap verme özelliği taşır ancak onu araçsallaştırıcı her girişim sonunda bir manipülasyondan, bir istismar ve siyasetten öteye gitmez. Geçerliliği her bağlam ve konseptte sınanmaya açık bir şekilde, dini de diğer cevap alanları gibi, doğrudan muhatap alan bir dikkat içinde konuşup müzakere etmedikçe sorun çözümünde ilerlemek imkansız. Ve yine din konusunda açık yürekli, doğru, sağlam bir metodoloji ve sahici bir perspektiften hareket edilmediği sürece, yani dinle aramızdaki mesafeyi nasıl tanımladığımız konusunda şeffaf bir noktaya gelmedikçe; söz gelimi küresel ölçekte doğuda dine yönelmeyi teşvik eden, batıda es geçen, kuzeyde bastıran, güneyde hepten unutan bir dilde karar kıldıkça, hiçbir din bu araçsallığı kaldıramaz. Maalesef bazı stratejik hesaplar, dini kullanma noktasında her zaman kayda değer bir motivasyona sahip oldu. Çok yanlış ve biz özelikle politik hengamelerde dinin bu tür araçsallık içerisindeki istihdamının ne tür sorunlar yarattığını açıkça gördük. Yapılması gereken merhameti önceleyen yeni bir dil kurmak.
Bu dil nasıl kurulur?
Şehvetle anlatılan acıklı hikâyeler, mevcut dil bariyerlerini aşamayan yetersiz anlama çabaları, anlaşmaya yönelik muhabbet dilini örseliyor. Ayrıksılık hem Kürtleri hem de Devleti rehin alıyor. Bu söylem, muhatapları dil hapishanesinin içine kapatmaya, dilsizleşmeye ve sağırlaşmaya itiyor. Oysa bu tecrübe önyargı ve karşılıklı restleşmeler başta olmak üzere, sınır tanımayan çığırtkanlıklar, korkular, kültürel taciz, fırsatçılık ve şiddet türleriyle birlikte iflah olmaz bir kutuplaşma yaratıyor. Oysa anlamayı, birlikte özgürleşmenin ön şartı sayan yeni bir dile ihtiyaç var. Şu anki gidişatı çok olumlu buluyorum. Yangın hayırlısıyla bitsin bitmesine ama yorganımıza da bir şey olmasın.
Ortak din, böyle acılı sonuçları yaratan bir sürece gelinmesini neden engelleyemedi?
Osmanlı toplumsal yapısındaki siyasal sorunların çözümlenmesinde kullanılan dil ve siyaset öteden beri İslami bir referans sisteminden ve geleneksel sadakat ilişkilerinden devşiriliyordu. Türk modernleşmesinin Tanzimat'tan başlayarak özellikle Cumhuriyet'le birlikte giderek netleşen sistematiği, Kürtlerin de kendi varlıklarını modern kimlik kurgusuyla keşfetmelerinin önünü açtı. Görece geç sayılabilecek kimlik arayışlarının gecikme nedenleri arasında Kürtlerin genelde Müslüman olmaları yatıyor. Baskın düzeydeki Müslümanlık, etnik ayrışma isteklerini ümmet bağı karşısında bir hayli zayıflatıyordu. Bu yüzden Türkiye'deki etnik hassasiyet uzunca bir süre elitist ve fantastik bir ilgiyle sınırlı kalmıştı. Ancak, zamanla Türk modernleşmesinin sekülerliği yaygınlaştırarak derinleştiren atakları ve laikliğin gündelik yaşamda belirleyici bir referans düzeyine çıkarılması, toplumsal alandaki sorunlu sayılabilecek pek çok konunun din diliyle olan bağını ve çözümlenme şansını zayıflatmıştır.
"Kürtlerin mensubiyet haritaları altüst edildi"
Bu bağı kopardı da diyebilir miyiz?
Türk modernleşmecilerinin cumhuriyetin yapılandırılması sürecinde kullandıkları söylemler, gündelik hayatlarını önemli ölçüde İslami referanslar eşliğinde sürdüren Müslüman Kürtler için kritik sayılabilecek birtakım yeni süreçleri başlattı. Bu gelişme Kürtlerin öteden beri derin bir duyarlılıkla bağlandıkları dini, kültürel ve coğrafi düzeydeki mensubiyet haritalarını altüst etmiş hatta yeniden şekillendirmiştir. Bundan böyle din denince de kimlik denince de kültür denince de sıkı bir denetimin parçası olduğu açıkça anlaşılan yeni bir form akla gelmeye başladı. Hiç kuşkusuz bu form farklı tatları aşurede olduğu gibi bir ortak lezzete katmak yerine bunların her birini kekre birer tat olarak yansıttı.
Ümmet bilincinin parçalanma süreci tam olarak nasıl başladı?
Türk modernleşmesinin belki de en belirgin paradoksu, daha ilk yapılandırma süreçleri başladığında ortaya çıkmıştır. Azınlıkların statüsüne ilişkin olarak Lozan'da açıklığa kavuşturulan müzakerelerde yer alan ve gayrimüslim unsurlar dışındaki tüm etnik öğeleri Türk ve Müslüman unsur olarak birleştiren bir tasavvur, ileride etno-dini bir tanımlama olarak birtakım sorunların çıkacağını hesaplamadı. Cumhuriyet kurulurken toplumun bileşenleri arasında pek çok dini ve etnik unsur yer alıyordu. Bunlar da Müslümanlar ve gayrimüslimlerden oluşuyordu. Kuruluş, tüm bu etnik ve dini çeşitlilikleri kendi ideal terkibi içinde tanımlamakta hiçbir beis görmemiştir. Böylece bu tasarıma Alevi, Kürt ve diğer etno-dini topluluklar da dahil edilerek yeni bir kimlik alaşımı yaratılmaya çalışılmıştır. Burada yapılmak istenen Türklüğü etnik ve kültürel bir kalıp üzerinden kuşatıcı bir kimlik olarak öne çıkarmak ve geçmişte Osmanlılıkla tanımlanan dinsel aidiyetleri, olabildiğince azaltarak seküler kimliği desteklemektir. Böylece Kürtlük dahil diğer etnik ve kültürel unsurların bu kimliğe dahil edilmesi, bunların devletle olan mesafelerini de bir hayli derinleştirdi. PKK da bu yaklaşımdan nemalanan ayrıştırıcı bir yapılanmadır.
60'lardan sonra tabiatı ne yöne evrildi?
Kürt sorununun daha çok bir kimlik vurgusu ve kültürel haklar talebiyle güncellenen varlığı ve radikal lehçeyle harmanlanan siyasi dili, bugün laik ve seküler bir çerçeveyle bütünleşmiştir. Kürt siyasal hareketinin fırsatını buldukça kullanmaya çalıştığı pek çok öğe, önemli ölçüde Türk kimliğinin kurulma zeminlerinden ödünç alınan modellerle varlığını sürdürmekte. Bu nedenle modern Kürt tarihinin muhalif evreleri ele alındığında açıkça gözlenen, Kürtlüğün itinalı bir şekilde dinsel söylemlerden kademeli olarak tecrit edilmiş olmasıdır. Böylece İslami geçmişinden arındırılan Kürt ulusçuluğu, geleneksel yapılarla olan bağlarını koparmıştır. Siyasallaşmış Kürt seçkinlerinin din karşıtı stratejileri, hem Türk hem de Kürt toplumunun maneviyat bileşenlerini tehlikeli birer referans ögesi olarak görmekte ısrarcı olmuştur.
"Kürtlere göre İslam tarikata mensup olmakla bağlantılıydı"
Kürt sorununda devletten kopuşu, aşiretler zemininde nasıl değerlendirirsiniz?
Kürtler varlıklarını halen tam olarak çözülememiş aşiret örgütlenmeleriyle sürdürür. Osmanlı toplumsal yapısında tüm etnik, dinsel ve kültürel topluluklar, milletler sistemine bağlı olarak muhtelif kontrat ve protokollerle devlete tabi olmuşlardır. Kürtlerin mevcudiyetinde ise toprak bağımlılığı ve dinsel öğelerin belirleyiciliği ortak bir temaydı. Ancak Kürt aşiretlerinin geleneksel yapısı, modernleşme ve ulus devlet projesi içinde tehdit edici bir yapılanma olarak görülmüştür. Yapılanmasına tam olarak nüfuz edilemeyen aşiret düzeni, yeni rejimin aktörlerini sürekli olarak kaygılandırmıştır. Modernleşme sürecinin başlangıç etaplarında Kürtler, varlıklarını gelenekten devraldıkları aşiret yapılarıyla, dinselliğin etnik imgelerle harmanlandığı söylemleriyle, kısaca ağa ve şeyh arasındaki ilişkiselliğe dayalı bir örgütlenmeyle sürdürmüşlerdi. Kürtlere göre İslam'ın uygulanışı geleneksel olarak tarikata mensup olmakla bağlantılıydı. Hatta Kürt kimliği bir dereceye kadar Nakşibendilikle özdeşleşmiştir.
Ürün Dirier