Dikkat ettim, ölümünün ardından herkes gülüşünden söz ediyordu. Fakat ben onun portresinin, gülüşüne anlamını veren gözlerinden başlayarak yazılması gerektiğini düşünüyordum... Derken, Gülay Göktürk'ün onu anlatan ve tam da böyle başlayan yazısıyla karşılaştım. "Vay canına" dedim içimden, açıkçası biraz da bozuldum... Fakat o gözleri o kadar güzel anlatıyordu ki, sakinlik mesleğinin profesörünün portresine onun satırlarıyla başlamaya karar verdim: "Toktamış Hoca'nın gözlerine yakından baktınız mı hiç? Onlar nasıl gözlerdi öyle... Ben bu kadar güzel bakan; iyimserliği, yalansızlığı, tevazuyu ve insanı olduğu gibi sevme yeteneğini bu kadar güzel dışa vuran göz az gördüm."
O gözlerle ilk karşılaşma
O gözlerle ilk olarak 1978'de karşılaştım. Aydınlık gazetesi için kendisiyle bir söyleşi yapmak üzere İktisat Fakültesi'nin Beyazıt'taki Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'ne gitmiştim. Bölümün, tarihi merkez binanın içinde olduğunu zannediyordum, yanılmışım. Orada sorarak aldığım tarif beni, dört yıl boyunca okuyup 1975'te mezun olduğum, insanın yüreğini karartacak bir sevimsizlikteki İşletme Fakültesi binasına götürdü. Meğer Siyaset Bilimi bölümü, bu binanın bir parçasını kullanıyormuş. Mezuniyet sonrası, üç yıl boyunca binaya adımımı atmamıştım, zaten İşletme Fakültesi'ni neden tercih ettiğimi bugün dahi bilmiyorum! Moral bozukluğuyla daldım odasına hocanın ve o gözlerle karşılaştım. O anda sıkışan yüreğimin ferahladığını, kendimi çok iyi hissettiğimi hatırlıyorum. Yıllar sonra, Toktamış Hoca'nın yaşını öğrendiğimde o güne dair bir şaşkınlık daha peydahlayacaktım: Ben 26, hoca 34 yaşındaymış karşılaştığımızda; yani benden sadece 8 yaş büyükmüş. Oysa ben neler düşünmüştüm, kendimi onun çocuğu yaşında hissetmiştim; çok ama çok şaşırmıştım öğrendiğimde. Şimdi düşünüyorum da, gözlerinden yayılıp beni sarmalayan şefkat duygusuna bağlıyorum bu yanılgımı... Ancak şefkatli bir babanın oğlu karşısında sergileyebileceği bir şefkat!
1994: Şefkatinden sonra hoşgörüsünü tanımak
Sonra ben büyüdüm!.. 1994'te Aktüel'in genel yayın yönetmeni olduğumda, memleketteki delirme haline sembolik bir müdahalede bulunmaya karar verdim. (Refah Partisi Mart 1994'teki yerel seçimlerde yüzde 25 oy almış, İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini de kazanmıştı. Memleket o kadar delirmişti ki, daha üç beş ay öncesine kadar aynı dergide birlikte çalıştığımız "rakip dergi"den arkadaşlarımız, sırf Refah Partisi'nin nasıl ve neden kazandığını irdelemeye çalışan bir ek verdiğimiz için, Aktüel'in patronlarına hitaben beni hedef alan yazılar yazdılar: Sabah grubunun laik patronları nasıl olur da Alper Görmüş gibi bir "Refah Partili"yi, bir "irticacı"yı bünyede barındırmaya devam edebilirlerdi?) Planladığım sembolik müdahalemi rahmetli Ercan Arıklı'ya açtım... Türkiye'de iki kamp oluşmuştu ve bu iki kampın medyaları da tamamen ayrışmıştı. Bir kampı oluşturan gazetelerde, "karşı kamp"tan birinin yazı yazması hayal bile edilemezdi. Ercan beye bu tabloyu özetledikten sonra teklifimi yaptım: "Toktamış Ateş, Nabi Avcı (bugün AK Parti milletvekili) ve Ali Bulaç'ı (bugün Zaman gazetesi yazarı) Aktüel'de bir araya getirelim..."
Bakmayın siz bugünkü nispeten olumlu manzaraya, Ercan bey haklı olarak çok radikal bir teklif olarak algıladı bunu ve biraz da ürktü. Fakat sonunda, her zaman olduğu gibi "gazetecilikte fark yaratmak" damarı galip geldi ve teklifimi kabul etti. Toktamış Hoca o sırada Cumhuriyet'te yazıyordu. Kendisine teklif ettiğim ücrete çok şaşırdı, "ciddi misin" dedi. Sevindiğini hissettim, belli ki parasal olarak sıkıntı içindeydi. Zihnim 1978'e, 16 yıl öncesine kaydı, ilk karşılaşmamızda o da beni sevindirmişti. Sevindirmek ne kelime, o eşsiz bakışı ve gülüşüyle ruhumu da yükseltmişti.
Toktamış Hoca ve hoşgörü: Nüanslı bir bakış Toktamış Ateş'in portresi tabii ki, neredeyse adıyla özdeşleşmiş ünlü hoşgörüsü üzerine kurulmalı. Gülay Göktürk şöyle yazmıştı bu çerçevede: "(...) Böyle Kemaliste can kurban! O, aklını devre dışı bırakıp ruhunu bir ideolojinin emrine vermiş bir insan değildi. Onun hakkaniyet duygusu ve hoşgörüsü hiçbir ideolojik hegemonyaya boyun eğmeyecek kadar baskın oldu hep." Ben buradaki değerlendirmeyi bir miktar iskontoyla kabul edebilirim ancak. Çünkü biliyorum; Hocamız bazen bağlı bulunduğu ideolojinin taleplerini, sahip olduğu hakkaniyet duygusu ve hoşgörünün sınırlarını aşmak pahasına öne çıkartabiliyordu. Doğru, 1990'larda "karşı taraf"ın sembol isimleri Abdurrahman Dilipak ve Fethullah Gülen'le birlikte gerçekleştirdikleri çıkışlar çok büyük entelektüel cesaret istiyordu. Fakat öte yandan taa 2003'te kız öğrencilerin üniversitelere başörtüleriyle girebilmelerine net bir biçimde karşı çıktığı mülakatlar da veriyordu...
Mesela bunlardan birinde, türban artık "bayrak haline" geldiği için "şimdi başörtülü gelsinler demek için doğrusunu isterseniz kendimi rahat hissetmem" diyordu. Söyleşi, şu keskin finalle bitiyordu: - Okula alınmalarına karşısınız? - Açsın başını gelsin. Diyebilirsiniz ki, Kemalizm gibi katı ve tahammülsüz bir ideolojinin içinden aforoz edilmek pahasına 1990'larda o çıkışları yapmış bir adamın bu kadarcık savrulması da hoş görülsün! Benim bir itirazım olmaz buna, fakat bunu tablonun tamamını görmemek pahasına yapmayalım.
Belki buradan, ulusalcı ideolojinin tahammülsüzlüğünü ölçebilecek bir kriter de üretebiliriz: Öyle bir tahammülsüzlük ki, zaman zaman Toktamış Ateş'in destansı hoşgörüsünü bile alt edebiliyor! Bir örnek: Bu ideolojinin internetteki yüzlerinden biri Toktamış Ateş'in ölümünü "Atatürkçü doğdu, Fethullahçı öldü" başlığıyla duyurdu; okurları bu başlığa -Birand'ın ölümünü de katarak- "çok şükür birer birer gidiyorlar" diye destek verdi. Bu kesimlerde Birand için düzenlenen "hoş gidişler ola" partisi Toktamış Hoca için de düzenlendi.
Vefasını terk ettiği sigaraya bile gösteren bir adam! Toktamış hoca, fikirleri değiştiğinde bunu ifade etmekten çekinmeyen, entelektüel cesaret sahibi biriydi. Mesela Anadolu'da yeni üniversiteler açılması girişimlerine, başlangıçta çok iddialı, çok keskin bir cümleyle karşı çıkmıştı: "Anadolu'da bir üniversitede okuyacağınıza, Beyazıt meydanında işportacılık yapın hayatı daha iyi öğrenirsiniz." yanlış olduğunu kabul etti ve 2006'da hükümetin 15 yeni üniversite projesine destek verdi. Fakat o zamanlar "devlet"in "hükümet"e karşı mücadele araçlarından biri olan YÖK, yeni üniversitelerin "şeriatçıların eline geçeceği" gerekçesiyle buna şiddetle karşı çıkıyordu. Toktamış hocanın bu düşüncesini Cumhuriyet'te savunmasına tahammül gösterilmedi; bu, onun 13 yıllık Cumhuriyet macerasının da sonu oldu. Hoca'nın karakterini inşa eden unsurlardan biri de vefa duygusuydu. O kadar güçlü bir duyguydu ki bu, bir zamanlar dostu olan sigara için bile işliyordu.
Sigaraya, "o bırakırsa herkes bırakır" dedirtecek aşırı bir bağlılığı vardı. 1990'ların başlarında terk ettiğinde, "Duman Avcıları" derneğinin başkanı Selçuk Alagöz arayıp, kamuoyuna bunu herkesin yapabileceğini anlatmasını istemiş. Toktamış Hoca'nın tavrı şöyle olmuş: "Dedi ki 'sana bir muhabir yolluyorum, beyanat ver', 'Vermem' dedim. 'Kırk yıllık dostumu satamam. Sigarayı bıraktım ama, sigaranın aleyhine de konuşmam' dedim. Gene de bir kameraman geldi. Birkaç gün dolandı buralarda beni konuşturmaya çalıştı, gıkım çıkmadı, konuşmadım." Kemalizmin, olabilecek en ikna edici sözcüsüydü. Artık yok. En çok Kemalistler kaybetti ama onlar bunun farkında değiller.