O anda acaba başka kim o kadar sakin kalabilir?..
Sevan Nişanyan, Şirince'deki ruhsatsız minik otelini kapatmak için gelen jandarmalara karşı içeride, koltuğuna kurulmuş olarak direnmektedir. Oda dolusu jandarmalardan ikisi Nişanyan'ı kollarından tutmuş kaldırmaya çalışmaktadır. Öyle bir anda, hadi geçtik silahlı jandarmaların insan üzerinde yaratması normal olan gerilimi, insanın suratında, fiziki güç harcıyor olmaktan dolayı bir gerilim oluşur. Fakat hayır, Nişanyan sanki bir film izlemektedir; belki en fazla bir gerilim filmi... Bacak bacak üzerine atılmış, elller -sağ elde bir sigara olmak suretiyle- bilekten birleştirilmiş olarak sakince kucağa bırakılmıştır. Fotoğrafı görmeseydim ve bana böylece anlatılsaydı, "onu tanıyorsunuz" tüyosunu almak koşuluyla tahminimi hemen yapıştırırdım: Sevan Nişanyan!
Haklılık duygusuyla dopdolu olduğu apaçık fotoğraftaki adamın gerçekte yasal olmayan bir iş yaptığını bildiğini de ekleyeyim ki Nişanyan'ın ne kadar "tuhaf" bir adam olduğu iyice çıksın ortaya. Peki, bu nasıl olmaktadır? Gayet basit: Çünkü o, haklılık duygusunu "yasallıktan" değil, ölçülerini kendisinin koyduğu bir meşruiyet algısından alır. Bu meşruiyet algısının kaynağı "güzellik"tir. "Güzel" bir şey yaptığına inanıyorsa, onun "yasa dışı" olmasının hiçbir önemi yoktur. Nişanyan onu yapar, ceremesini de çeker. Onun "güzel"le ilişkisini kavramadan "tuhaflıklarını" anlamlandırmak imkansızdır. Sondan bir önceki "marifet"i kaya mezarını, son "marifet"i olan otobiyografik kitabı "Aslanlı Yol"da anlatırken şöyle sormuştu:
"Seni esir alan nefsini, köle kılan çıkarını ve sosyal mecburiyetleri hepten bir kenara itip bir şeyi sadece 'güzel' olduğu için yapabiliyor musun?"
Fakata sadece "güzel"den giderseniz de anlayamazsınız Nişanyan'ı... Denklemi çözebilmek için, belki ondan da güçlü başka bir motivasyon kaynağı olan "mücadele" ve "kavga"yı da işin içine katmalısınız. Zaten kaya mezarı projesinini motivasyon kaynaklarını sayarken, "felsefi boyut"tan (güzellik) önce bunu zikreder... 2008'in Mayıs'ında Emniyet ve Jandarma, kendisine suikast düzenleneceğine dair çok kuvvetli istihbarat aldıklarını ve artık korumalarla dolaşması gerektiğini söylerler. (2011'de Kafes Eylem Planı açığa çıkınca mesele aydınlanacaktır.) Kaya mezarını yapmaya işte o günlerde karar verir: "Öleceksem bari şanımla öleyim, dedim. Amerikan filmlerinde gördüğümüz şık bir el hareketi vardır, ortaparmağı kaldırmak suretiyle yapılır. O el hareketinin kalıcı ve güzel bir örneğini yapmaya karar verdim."
Muazzam bir enerji
"Güzel" tutkusu, öfke, mücadele... Bütün bunlar tamam da, Sevan Nişanyan demek, onlardan ve her şeyden önce bitmez tükenmez bir enerjidir: Entelektüel boyutlu ya da değil, aktif olmadan var olamayan bir adamla karşı karşıyayız... Sadece kendi bildiklerinin pratiğini yaparak ve bununla yetinerek yaşayabilecek biri değil o. Usanıyor bir süre sonra ve "başkaları olarak" olmayacak yeni maceralara girişebiliyor. Ben, neredeyse rutine ve monotonluğa övgüler düzecek kadar yavaşlık delisi bir adam olarak bir gün ona, "uyandığımda yapmam gereken hiçbir şeyin olmadığı günlerin gelmesini istiyorum" dediğimde bana verdiği cevabı hiç unutamıyorum: "Öyle bir durumda ben o yataktan kalkamam ki!" Yeterince açık ve vurguluydu sözleri, fakat ben yine de otobiyografisinden yapıp ettiklerini, girip çıktığı işleri, seyahatlerini, maceralarını okurken nefessiz kaldığımı hissettim. O kadar enerjiyi nereden, nasıl devşirdiğine şaştım kaldım. Bunlardan sadece birini anlatayım... 1989'da Alman kız arkadaşıyla Mainz kentinde buluşur. Kısa bir süre sonra Berlin Duvarı yıkılır. İkili, "sosyalizmin yıkıntıları arasında" dolaşmaya karar verir. Görürler ki her ulus birbirine düşman, müthiş bir milliyetçilik... Sevan, "barbarlara medeniyeti öğretmek görevimiz" diyerek dili döndüğünce "yanılgılarını izah etmeye" çalışır. Bu arada şunu da gözler: Bu "milliyetçiler"in çoğu, kendilerini ABD'ye ve Batı'ya atıp paçayı kurtarmanın yollarına bakmaktadır. "Vize verirler mi bana? Sen yolunu bilirsin!" soruları anında ışığı yakar zihninde: "Budur, dedim. İnsanlar hizmet istiyor madem hizmet edeceksin. Mainz'a döndüm. Bir büro tuttum. Kosova'da ve Bükreş'te yerel gazeteye üçer satırlık bir ilan verdim: Vize danışmanlığı, başka bazı hizmetler. İnanması zor ama altı çuval mektup geldi. (...) İstanbul'a dönüp evimi kapattım. Oradan New York'a geçtim. İki-üç ay kalıp işin oradaki altyapısını hazırladım. Mevzuatı inceledim, gediklerin buldum. Bir çöpçatanlık bürosuyla anlaştım. Küçük ilanlar piyasasını araştırdım. Şirket kurdum, vergi kaydı aldım. Varşova'ya gittim. Orada bir danışmanlık şirketiyle anlaştım. Sonra Prag. Arada Tiflis Erivan, Bakü. Gene Mainz." Metin buradan, "sonuçta yapamadım ama" diyen yeni bir paragrafa geçtiğinde rahatladığımı hissettim. Nişanyan'ın enerjisi beni yormuştu çünkü. Paragrafın devamını o memnuniyetle okudum: "Devamını getiremedim. 10 sene öncesi olsa getirirdim, uluslararası yalnız kurtluk kariyerine intibak edemeyecek kadar yorgundum artık." Bu yorgunluk ve evsiz barksızlık duygusuyla Türkiye'ye kesin dönme kararı alır. Bir yıl sonra da Müjde Tönbekici'yle tanışacak, hayatında yeni bir sayfa açılacaktır.
Evlilik ve Şirince
Tanışırlar, çok kısa bir süre içinde evlenirler (1992), üç yıl sonra da Şirince'ye yerleşirler. Sevan-Müjde evliliğine biraz daha yakından bakmamız gerekiyor, çünkü buradan, Sevan Nişanyan'ın yalnız siyasal otoritelerle ilişkilerinde değil, özel ilişkilerinde de haklılık duygusu çok yüksek ve otoriter bir şahsiyet olduğunu çıkartabiliyoruz. Sevan Nişanyan, görünüşünden anlaşılması bile aslında duygusal kapasitesi çok yüksek bir adam... Fakat hayatını kurarken duyguları pek iplemez, akıl her zaman ön plandadır. Otobiyografisinde anlattığı evlilik öncesi Sevan-Müjde diyalogları, aklın onun hayatındaki yerini ve önemini çok güzel betimliyor: "(...) Bu evliliği bir sanat eserine çevirmemiz lazım, beraber büyük işler yapmamız lazım, bir hayat tarzı yaratmamız lazım, öyle ki bırakıp gitmenin bedeli dayanılmayacak kadar ağır olsun. Buna var mısın? Varım."
Evliliğini -kendi kelimeleriyle- "kusursuz evlilik" olarak, örneği görülmemiş bir "güzellik" olarak kurmak istiyordu. Tasarladığı şey bir tür "inşaat"tı. Harcını "akıl" ve "enerji"nin oluşturduğu "güzel" bir inşaat! Fakat bir yerde Sevan varsa, orada "öfke"nin olması da kaçınılmazdır. Aslında, evlilik öncesi diyaloglarda bu da vardı: "Senden bir tane büyük ricam var dedim. Yalvarırım benimle kavga etme. Asla etme. Bir kere bile etme. Çünkü ben kavgada acımasızım. Köprüleri çok kolay yıkarım. Terk edip gitmenin özgürlüğüyle sarhoş olan birini kavgada yenemezsin. Seni sıfırlar geçer. Sırf zevki için kavgayı tırmandırır, tahmin bile edemeyeceğin seviyelere taşır." Ardından, "Yazık ki anlaşma öyle yürümedi. Belki de imkânsızdı, kim bilir?" diyor Sevan Nişanyan. Tabii ki imkânsızdı. Nitekim 15 yıl sonra Müjde Nişanyan'a karşı o dramatik eylemi gerçekleştirecek ve ipler kopacaktı. Müjde Nişanyan, ayrılmalarından sonra bu olayı anlatırken şöyle demişti: "Geçen gün Sevan bana, 'aynı şeyi sen yapmış olabilirdin, sence benim tepkim böyle mi olurdu?' dedi. Çok komik bulurmuş, güler geçermiş. Ben de döndüm dedim ki, 'böyle bir şeyi ben sana yapsaydım, sen beni silahla kovalardın Sevan!'" Doğrusu ben, öyle bir durumda Sevan'ın ne yapacağı hususunda Tönbekici'nin sözlerinin gerçeğe çok daha yakın olduğunu düşünüyorum. Sevan, diyorum, keşke o muazzam enerjisinin bir bölümünü de kendisini tanımaya ayırabilseydi.