DHKP-C –Brüksel-Londra hattı
Önce Mahir Kaynak'ın sık kullandığı bir sözü hatırlatalım: 'Türkiye solunu anlamak için önce İngiltere'ye bakacaksın.' Tıpkı Şii her liderin nasıl Londra'da bir bağı, ilişkisi, irtibat bürosu varsa, Türkiye solunun da İngilizlerle eskiden beri yakın ilişkisi vardır. Bu ilişki sadece İngilizlerle bağlantılı değil. Brüksel merkezli Avrupa başta DHKP-C olmak üzere sol terör örgütlerin tamamıyla arasını sıkı tutuyor.
MİT'in bazı birimlerinin geçmişte DHKP-C'yle olan temaslarının da ayrıca incelenmesi gerekir. Niye mi? Mustafa Duyar ve Fehriye Erdal 1996 yılında Özdemir Sabancı'yı öldürmüşlerdi. Hem Duyar hem de Erdal nasıl oldu da Sabancı Kuleleri'nin 27. katına çıkmışlardı, belli değil. Daha sonra Mustafa Duyar kaldığı cezaevinde Karagümrük çetesinin lideri Vedat Ergin tarafından öldürülmüştü. Ergin bir isyan sırasında, 'Bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü. Gidin Veli Küçük'e sorun' demişti. Fehriye Erdal da o dönemki derin yapının yardımlarıyla soluğu Brüksel'de aldı. Türkiye'nin iade taleplerine rağmen Türk yasalarındaki idam kararından dolayı iade edilmedi. Başka bir suçtan yargılanıp ceza aldığı gün Belçika polisinin, istihbarat servisinin gözleri önünde elini kolunu sallayarak kaçtı. Daha doğrusu Erdal'a kibarca, 'Kaç git' dediler. Çünkü emir büyük yerdendi. İngiliz derin devleti işimize yarar diye Belçikalıların elinden Fehriye Erdal'ı aldı ve başka yerlere götürdü. İngiltere el altından, el üstünden DHKP-C'ye desteğini hiç eksik etmedi. Bizim istihbaratımız milli hüviyetini daha yeni yeni kazandığı için terör örgütlerine karşı net hamleleri şimdi yapıyor. DHKP-C örgütünün uzun zamandır belini doğrultmaya çalıştığı biliniyordu.
Bu yüzden de ciddi faaliyet içerisinde olduklarından devletin birimleri haberdardı. PKK terörü zaten uzun zamandır güç kaybediyor ve açılım süreçleriyle beraber silaha pek başvurmuyor. PKK'yı her zaman kullanan belirli güçler, yani Londra-Brüksel hattı, ne olur ne olmaz diye uyuyan ve hücre şeklinde yapılanan DHKP-C'yi uyandırdılar. Silah, para, bilgi aktarımı Avrupa'dan yapıldı. Aynı şekilde DHKP-C militanları da kravatlı ve iz belli etmeyeceklerini düşünerek Avrupa'yla temasa geçtiler. Ancak hesaba katmadıkları bir şey vardı. MİT eski MİT değildi. Emre Taner'le başlayan süreç Hakan Fidan'la daha da hızlandı. Gözünü açan her terör örgütü anında izlenmeye başladı. Tabi burada polisin büyük yardımları oldu.
DHKP-C son bir yıl boyunca izlenmeye başlandı ve her hareketleri tek tek not edildi. Aynen KCK içinde olduğu gibi DHKP-C içine yerleştirilen ajanlardan yardım alındı. Örgütün yöneticilerinin Avrupa'da güdümlü oldukları ülkelere kriptolu bilgi mesajları ilettikleri birer birer saptandı. Yani MİT elde ettiği bilgileri Emniyet'le paylaştı ve operasyon yapıldı. Eski Türkiye'de olsak bu operasyon asla yapılamazdı. Ama şimdiki istihbarat ağı ve sağlam devlet duruşuyla her örtülü faaliyetten anında haber alınıyor. Tutuklanan DHKP-C'liler istedikleri kadar reddetsinler polisin elinde birçok kanıt mevcut. Özellikle tutuklanan avukatlar ceza alırlar mı, serbest kalırlar mı bilemeyiz. Ancak şunu vurgulayalım ki, delil olabilecek bazı konuşmalar Echelonvari özel dinleme sistemleriyle elde edildi.
DHKP-C öyle kolay bir örgüt değil. 1990'larda Türkiye'deki derin yapıyla çok kuvvetli ilişkileri var. Ahtapot gibi birçok kolu her yere uzanıyor. DHKP-C yaptı gibi görünen her eylemin perde arkasında hep başka istihbarat servisleri kendilerini belli ediyorlardı. Ayrıca geçmişte Türk silahlı kuvvetlerinin içinde nüfuz etmiş bir sistemleri vardı. Bu yapı hâlâ devam ediyor mu, belli değil. Bir şeyin daha altını çizmek lazım: Son yapılan operasyonlarda tutuklanması muhtemel bazı isimler soluğu Avrupa'da aldı. İngiliz-Brüksel hattı ama daha ziyade İngilizler belirli isimleri şimdilik kontrolünde tutuyor. Keşke İngilizler Türkiye'yle olan ilişkilerinde son 60 yıllık bilgileri kamuoyuna açıklasa. Nedense bizimle ilgili bilgileri bir türlü ifşa etmiyorlar.