Birkaç hafta önce Cumhuriyet gazetesi yazarı Şükran Soner program konuğuydu. Soner'in Ergenekon ve darbe davalarına verip veriştirdiği bir sırada, Salih Tuna araya girdi ve "Şükran hanım" dedi, "şu davalarda tek bir olumlu taraf görüyor musunuz, varsa belirtir misiniz" diye sordu. Şükran Soner soruyu duymazlıktan gelip konuşmaya devam edince, Tuna birkaç kez "sadece tek bir nokta diyorum, onu da mı bulamıyorsunuz" diye zorlayınca, Soner cevap vermek zorunda kaldı: "Tek bir olumlu nokta bile zikredemem, çünkü bu davaların kuruluşları yanlış."
Söke söke ağızdan alınan bu itiraf, güya "davaların özü"ne karşı olmayıp "davalardaki hukuk problemlerine" karşı olduklarını durmaksızın yineleyen zevatın gerçek pozisyonlarını mükemmelen izah ediyordu.
Zaten mesele "hukuk" olsaydı, bin kere Ergenekon ve darbe davalarındaki hukuksuzluklara dikkat çekenler bir kere de başka davalardaki hukuksuzluklara dikkat çekerdi, öyle değil mi?
O nedenle, bu kişiler "ama hukuk" dediklerinde ben gerçekte ne demek istediklerini gayet iyi anlıyorum. Davalardaki hukuki sorunlar, bu kişiler için davaları itibarsızlaştırma ve mümkünse külliyen toprağa gömme yolunda oluşturdukları muazzam propaganda mekanizmasında kullandıkları mükemmel malzemelerden öteye gitmiyor.
Bu zevatın bu yolda kullandıkları araçlardan biri de, gazetecilerin davaları destekleyen kesiminde yapılan hatalar...
Geçtiğimiz günlerde üst üste bu çerçevede iki büyük hata yapıldı ve malum çevreler her ikisini de tepe tepe kullandılar.
Bunlardan birincisi, Ergenekon davasına bakan mahkemenin talebiyle Genelkurmay'ın mahkemeye gönderdiği "yararlanılabilecek köşe yazarları" listesiydi.
Zaman gazetesi, listedeki 20 kişiden 12'sini açıklayıp 8'ini gizlediği yetmezmiş gibi, haberinde "Köşe yazıları Genelkurmay'dan" başlığını kullanmıştı. Oysa Genelkurmay raporunda Genelkurmay Bilgi Destek Şubesi'nde hazırlanan makalelerin "Genelkurmay'dan gönderildiği anlaşılmayacak biçimde, sahte isimlerle gazetelere iletileceği" açıkça belirtiliyordu. Bu başlık, sanki adları geçen gazetecilerin Genelkurmay'la anlaşmalı olarak oradan gönderilen makaleleri köşelerine "yapıştırdıkları" gibi bir anlam içeriyordu.
Haber haklı olarak öyle bir eleştiriye uğradı ki, Zaman gazetesi, aslında mesele daha çok su götürür bir nitelik taşımasına rağmen bunu bırakıp savunmaya geçmek zorunda kaldı.
İkinci örnek daha feci...
Balyoz davasında gerekçeli karar açıklandığında, birçok gazete gerekçedeki, bazı önemli belgelerin asıllarının Genelkurmay'da olduğuve mahkemenin talebi doğrultusunda asılların mahkemeye gönderildiğine dair bölümü manşete çekti. Fakat nasıl? "Bazı"nın "hepsi" gibi algınacağı biçimde...
Öyle bir hava doğdu ki, kamuoyu, davadaki bütün belgelerin asıllarının mahkemeye gönderildiğini sandı. Bunun üzerine Genelkurmay bir açıklama yapmak zorunda kaldı. "Bazı"yı ve dolayısıyla Mahkeme'yi doğruladı, basının yarattığı "hepsi" imajının ise doğru olmadığını belirtti.
Merkez medyanın kurtları durur mu? Ertesi günü ne makaleler döktürüldü... Basının abartmasını Mahkeme'ye mal ederek, "davanın çöktüğünü" ilan ettiler. Hürriyet'in manşeti de şöyleydi: "TSK: Balyoz belgesi yok."