"Güven Bana" isimli yarışma programını sunmaya başladın. "Gönlümdeki aslan böyle bir programdı" diyebilir misin?
Şimdi daha sıcak bakıyorum projeye ama ben genelde yarışma programlarına uzak duran bir tipim.
Peki, nasıl oldu da kabul ettin?
"Çocuklar Duymasın" Haziran ayında bitti, bir süre dinlenmeye karar vermiştim. Bir gün ATV'den aradılar...
Sen de dedin ki, "Ben sıcak bakmıyorum!"
Evet, ama kendime göre nedenlerim var. Mesela dünyadaki ünlü aktörleri yarışma programları sunarken göremezsiniz. Clint Eastwood'u misal, yarışma programı sunarken hiç gördünüz mü? Ama Türkiye'de durum böyle değil, bunu gerçekten çok iyi yapan aktörler var. Mesela Kenan Işık. Bu işe uygun değilimdir diye düşünüyordum. Bana bu programı anlattıklarında ve orijinalini seyrettiğimde…
Hangi ülkenin formatı?
Fransa'nın. Benim çok hoşuma gitti, olaya daha sıcak bakmaya başladım ve sonunda beni ikna ettiler.
Peki ya bilgi yarışması olmasaydı da daha eğlenceli bir yarışma olaydı?
Ben eğlence tarzı yarışmalara uygun formatta bir adam değilim. Yapmazdım.
Programı izlemeyenler için biraz anlatır mısın?
İki yarışmacı ortak yarışıyor ve birbirlerine güvenmeleri gerekiyor. Bu arada15 soruya da cevap vermeleri gerek.
Bilgi dağarcığımızla ilgili soruları mı?
Evet, bu tümüyle bilgi yarışması. Üç tane seçim hakları var. Kolay soru, orta zorluktaki soru ve zor soru. Eğer zor olanlarını seçerlerse 15 sorunun sonunda 500 bin TL kazanma şansları var.
Programın adı "Güven Bana!" Peki kim kime güvenecek? İki yarışmacı birbirine mi yoksa sana mı güvenmeleri gerekiyor?
Yarışmacılar birbirilerine. Bazı bölümlerinde ikisini ayırıyoruz, ailelerinin yanına gidiyorlar ve onlardan fikir alıyorlar. Sonra yüz yüze yaklaşıyorlar. Belli bir yerde düğmeye basan, ortaklaşa kazandıkları paranın hepsini tek başına alıyor.
Yani arkadaşını satıyor?
Aynen öyle. İşte orada birbirlerine güvenip güvenmedikleri ortaya çıkıyor. Son derece gergin ve stresli bir an o an.
Peki, çıkan sonuca bakıp, "Vah vah Türk halkı nerelere gelmiş" gibi büyük laflar edebilir miyiz?
Hayır, ama yarışmacıların yüzde 80'i düğmeye basıyor. Karşısındakine güvenmiyor ve paranın tümünü alıp gitmek istiyor.
Ben anladım, senin bu programı kabul etme nedenin tamamen toplumumuzun sosyo-psiko durumlarını inceleme arzun...
Bir anlamda doğru. Bana en enteresan gelen tarafı da o oldu gerçekten.
Bu yarışmada insanların içi dışına çıkıyor"
Biraz daha anlatsana, nasıl kazık atıyorlar birbirilerine?
Ben onlara sorular soruyorum; "birbirinize güveniyor musunuz, ne düşünüyorsunuz" diye... Yarışmacı diyor ki, "Tabii ki güveniyorum son soruya kadar onunla gideceğim!" Ama 10 saniye sonra düğmeye basıyor, parayı alıp gidiyor. "Ee az önce böyle dememiştin" diyorum, "Fikrimi değiştirdim" diyor cevap olarak.
Desene babamıza bile güvenmeyeceğiz artık…
O kadar değil ama bu yarışmada insanların içi, dışına çıkıyor bir anlamda.
Yarışma boyunca takındığın o ciddi tavra gelirsek...
Belki de ilk bölümler olduğu için öyle gelmiştir. Zaten orijinal formatındaki sunucu da aynı tavırda.
Ama insanlar seni son olarak "Çocuklar Duymasın"da hayli matrak, hınzır hallerinle bırakmıştı... Bu başöğretmen havasını yadırgayabilirler!
O, Haluk rolüydü. Bir rol Tamer Karadağlı demek değil. Benim bu formata uygun bir sunum yapmam lazımdı ve yavaş yavaş da oturdu sanırım. Programın şimdi haftada üçe güne çıkma ihtimali var.
Bir de şu günlerde sık sık Ankara'ya gidiyormuşsun?
Çekimlerimin dışında bütün boş vaktim Ankara'da geçiyor. Çünkü kızım Bilkent Üniversitesi Sahne Sanatları Fakültesi piyano bölümünü kazandı.
Ne fakültesi hocam, Zeyno kaç yaşında ki?
Altı. İlkokula başladı. Aynı zamanda da konservatuvara devam ediyor.
Bu yaşta piyano bölümünü kazanması ne anlama geliyor?
Belli bir yaşı geçtikten sonra virtüöz olamıyor insan.
O zaman Zeyno özel bir yetenek!
Öyle. 10 kişi aldılar zaten. Zeyno absolute kulakmış. Biz sinek vızıltısını "vızz" diye duyuyoruz, o "si" olarak notasını algılıyor.
Nasıl keşfettiniz?
Zeyno'nun müziğe yoğun bir ilgisi vardı. Evde piyanonun da olması işi kolaylaştırdı. Televizyondan duyduğu melodileri çalmaya başladı mesela. Ve biz de tabii "ne kadar yetenekli çocuğumuz var" diye sevindirik olduk.
"Kızım çık şu masanın üstüne komşulara bir şarkı söyle" eziyeti yani...
Aynen öyle. Bilkent'in böyle bir sınav açtığını duyunca da, "acaba bize mi öyle geliyor yoksa gerçekten yetenekli mi" diye görmek istedik. Çok yüksek bir dereceyle kazandı. Şimdi burslu okuyor. Üstelik ben de Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Bölümleri tiyatro bölümü mezunuyum, o şimdi piyano bölümünde.
Zeyno'nun doğduğu günleri hatırlıyorum sen sevinçten çıldırmıştın. Artık biraz durulmuşsundur herhalde?
Yok, canım katlanarak artıyor. Hatta benim için "kızımdan önce, kızımdan sonra" diye kesin bir çizgi var artık. İnsanın çocuğu olunca dünyaya bakışı değişiyor. Hele kız çocuğuysa, sadece dünyaya değil kadınlara bakışı bile değişiyor. Daha saygılı, daha içten, toleranslı olmayı öğreniyorsun.
Arzu benim ikinci yarım gibi
Arzu hanımla görüşüyorsunuz tabii...
Elbette. Arzu benim ikinci yarım gibi. Ve ne mutlu ki Zeyno'nun Arzu gibi bir annesi var. İyi ki Arzu gibi bir kadından çocuk yapmışım.
Peki, biraz aile dışına çıkalım ve gündeme düşen bir olaydan söz edelim. Geçenlerde Halil Ergün "AK Parti'ye oy verdim" deyince sosyal medyada kıyamet koptu, sen de arkasından televizyona çıkıp, "Ne var bunda, ben de verebilirim ama merak eden varsa söyleyeyim vermedim" demiştin.
Oy vermenin özelliği zaten kapalı yerde verilmesidir. Oyumuz bizi ilgilendirir. Kime verdiğimizi kimseye söylemek zorunda değiliz. Birilerinin belli bir partiye oy verdi diye çarmıha gerilmesini hoş karşılamıyorum. Bir partiye oy vermek suç değil ki, bu bizim demokratik hakkımız. Üstelik ben verip vermediğimi de söyledim. "Vermedim" dedim.
Peki, neden bu kadar tantana?
Bazı insanlar duymak istemiyor sanırım.
Böyle suçlanmak etkiliyor mu seni?
Yoo, etkilemiyor ama çok şaşırdığımı söylemeliyim. Sosyal medyada bu yüzden bana ana avrat küfür edenler var. Bana fikrim soruldu, fikrimi taraf tutmadan açıkça söyledim. Bu toleranssızlığı anlamam mümkün değil. Ayrıca kimse oyunu açıklamak zorunda da değil. Gazeteciler sanatçılara "oyunu açıkla" diyorlar ama biz de onlara soralım. "Siz kimlere verdiniz peki?" Ki bu yargılanacak bir şey değil. Bu "sanki sanatçılar her şeylerini söylemek zorundaymış" gibi algılanıyor. Sanatçılar vergilerini, politik görüşlerini açıklamak zorundaymış gibi... Ve en anlamsızı, sadece onların omuzlarına yüklenen bir sorumluluk gibi görünüyor.
"Topluma örnek olma zorunluluğunu" da kabul etmezsin sen!
Etmem tabii... Sanatçı dediğin örnek değil, özgür olmak zorundadır. Örnek olması gereken siyasetçidir. Çünkü asıl halka mal olan odur. Oyla ve hizmet sözüyle gelmiştir.
Bir de "Kemal Kılıçdaroğlu Başbakan'a sayın demelidir" diye de bir açıklaman var…
Recep Tayyip Erdoğan'ı sevip sevmemek, onun fikirlerine katılıp katılmamak önemli değil. Ama Recep Tayyip Erdoğan bu ülkenin başbakanıdır ve ona "Sayın Başbakan" denmek zorunda. Önemli olan makamıdır. Bu makama yarın öbür gün Sayın Kılıçdaroğlu da gelebilir, ona da aynı şekilde hitap edilmelidir. Ben Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Recep bey Recep bey" diye konuşması üzerine bu konuda fikrimi belirttim.
Valla politika altı olduk birden. Hadi biraz konuyu değiştirelim; Ankara'ya son gidiş gelişlerinde nelere özlemle baktın? Neler değişmiş?
Gerçekten çok değişmiş, hâlâ da değişiyor. Ama oraya gittiğimde kendimi güvende hissediyorum. Doğup büyüdüğüm gençliğimin geçtiği yer Ankara. Benim kalem gibi. İstanbul'u da seviyorum ama daha vahşi bir kent. Hızı farklı, temposu müthiş. Zaten Ankara'ya gittiğimde hiç ayrılmamışım hissine kapılıyorum... Bizim oraların özelliğidir bu.
"Aa Türk genci!"
Seninle kim bilir kaçıncı röportajımız oldu bu... Tamer Karadağlı'ya sorulabilecek bütün soruları sordum...
Evet. Motora hâlâ biniyorum.
Ve Kris Kristofferson'a hâlâ hayransın. Gel şu macerayı bir kere de yeni nesil için anlat.
Kris Kristofferson'ın 10 yaşındayken bir filmini seyretmiştim. 17 yaşındayken de tanıştım.
Ruhsuz anlatma! "Konvoy" filmiydi seyrettiğin!
Evet. Yedi yıl sonra onunla tanıştım ve "Konvoy"da taktığı kolyeyi bana hediye etti.
Sen Amerika'dasın o zaman...
Evet. Atlantic City'de bir konser verdiğini duydum. O zamanlar internet falan yok, bir billboard'da görmüşüm. Harçlıklarımı biriktirdim, gittim kuyruklara girdim ve bilet aldım. Bu arada sekreteriyle tanıştım. "Aa Türk genci" diye ilgisini çekmişim herhalde, o da beni konser sonrası Kris Kristofferson'la tanıştırdı.
Arda Uskan