Saat 08.15'te küçük bir taksiyle yürüyüşe başlayacağımız noktaya doğru yola çıkıyoruz. Sabah erkenden aldığım mide haplarının işe yaradığını umuyorum. Hava şimdilik bir hayli soğuk ama güneş yükseldikçe sıcaklık da yükselecek. Bugünkü parkurumuz gelecek günlere oranla oldukça kısa. Dört saatlik bir yürüyüş bekliyor bizi. Hedifimiz Hile adında minik bir yerleşim merkezi. Çıkacağımız yükseklik ise 1300 metre dolaylarında. Uzun yürüyüşlerin ilk gününde özellikle yüksek irtifaya ve yürüyüş temposuna alışmak için böyle bir "light" program uygulanıyormuş.
Kentten ayrılır ayrılmaz dağların karlı dorukları belirmeye başlıyor uzaktan. Önümüzdeki günlerde bize eşlik etmesini umduğumuz manzara bu.
Yürürken rehberimiz Dev'e Nepal'de de Hindistan'da sürüp giden kast sisteminin olup olmadığını soruyorum. Kızım son üç ayda Hindistan'ın Anandapour kentinde kast sisteminin en altında, hatta dışında yer alan "dokunulmaz" sınıfından gençlere öğretmenlik yaptığı için bu soru onun özellikle ilgisini çekiyor. Dev'in söylediğine göre Hindistan'la aynı olan kast sistemi özellikle büyük kentlerde büyük ölçüde çözülmeye başlamış. Ama kırsal kesimde bütün sertliğinle sürmekteymiş. Kast sistemim katmanları o kadar sert sınırlarla birbirinden ayırıyor ki, evlilik, iş bulma gibi konularda tahmin edilecek sıkıntılar bir yana, en üst kast olan Brahmanlardan birinin gölgesine "dokunulmaz" denen en alt kasttan birinin dokunması durumunda, o Brahmanın bu kirlilikten arınması için günlerce yıkanıp oruç tutması gerekebiliyor.
İktidardaki Maocu partinin kırsal kesimde oy toplamasının bir sebebi eğitim politikalarına ağırlık vermesiyse, diğer sebebi ise kast sistemine karşı savaş açmasıymış. Yürüyüşümüzün önemli bir bölümü yokuş yukarı olduğu için her yarım saatte bir sırt çantalarımızı bırakıp kısaca soluklanıyoruz. Yolda önce bir köy düğününe rastlıyoruz. İlk gözümüze çarpan süslü püslü gelin arabası oluyor. Ardında zurnaya benzer nefesli enstrümanlar çalan çalgıcılar ve hemen ardından da damat alayı beliriyor. Gelin ve arkadaşları ortalıkta yok. Erkekler kendi aralarında dans edip eğleniyorlar.
Yolumuza devam ediyoruz. Bunca süre sırtımızda yüklerle bayır yukarı çıkmak alışık olmadığımız bir şey. Soluğumuz kısa sürede kesiliveriyor. Az sonra beyaz kirece boyanmış küçük bir tuğla yapı çıkıyor karşımıza. Dev söylemese bunun bir ilkokul olduğunu anlamadan geçip gideceğiz yakınından. Oysa kulak kabartınca o dağın başında genç bir kadın öğretmenin küçücük çocuklara ders anlatmaya çalıştığını duyuyoruz. Biz son köyden bu yana yaklaşık bir saattir yürüyorduk ve arada başka bir okul da görmemiştik. Şaşkınlığımı fark eden Dev açıklamaya girişiyor. "Evet" diyor "dağlarda çok fazla okul yok tabi. Çocuklar genellikle bir saat kadar yürüyerek geliyorlar okula. O yüzden de okullar saat onda başlıyor, akşam da hava kararmadan dörtte bitiyor."
Okulun önünde küçük bir masa atılmış masanın berisinde de bir adamcağız gelen geçenden (yani bizim gibi trekkinge gelmiş turistlerden) makbuz karşılığında bağış topluyor.
Artık dayanamayacağımı düşündüğüm sırada uzakta Hile beliriyor. Üç beş evden oluşan bir mezra burası. Kalacağımız pansiyon şirin olmasına şirin de, ne kapı ve pencereler doğru dürüst kapanıyor, ne de ısıtma var. Oysa gece ısı birden bire düşüyor.
Ama şimdi bunu düşünemeyecek kadar yorgunum. Yemeğimizi yiyip, çevreyi biraz dolaşıp erkenden odamıza çekiliyoruz. Geceyi nasıl geçirdiğimizi yarın, uyandığımda anlatırım artık.