Dünyanın en yoksul ancak bir o kadar da renkli köşesinde geziye devam ediyoruz.
Nepal gezimizin ikinci gününde kızım Alice'le birlikte maymun tepesinin yolunu tutuyoruz. Bir önceki gün üstüme çöken düş kırıklığından iz yok içimde. Bir yandan soluk soluğa yokuş yukarı çıkarken, bir yandan da gece yatarken okuduğum Nepal tarihini Alice'e anlatmaya çalışıyorum. Beni mi dinliyor, yoksa yolu çevreleyen dükkânlardaki dini incik boncukla mı ilgileniyor anlamak mümkün değil. Ben dünkü cehaletimden duyduğum utancı bastırmak için anlattıkça anlatıyorum:
MS 4. Yüzyılda Hint prensliklerinin kurulmasıyla başlayan, elden ele geçen hanedanlıklarla yirminci yüzyıla kadar gelen karmaşık bir tarih Nepal'inki. Sonrasında mutlak monarşinin parlameter monarşiye doğru evrilmesi, Maocu grupların başlattığı ve 13 bin kişinin canına mal olan halka ayaklanması ve ilk seçimler. Bundan 4 yıl önce yapılan seçimlerde Maocular başarılı çıkarak iktidara gelmişler. Mao'nun kendi ülkesinde Maoculuk tamamen tasfiye olurken Nepal'da yaşananlar tarihin bir şakası gibi…
Ben bu sözlerimi tamamlarken tapınağın merdivenlerine ulaşıyoruz. Tepeye yaslanan tam 365 basamak altın kubbeli muhteşem tapınağa doğru yaklaştırıyor bizi her adımda. Biz çıktıkça çevremizi saran sayısız haylaz maymun, tepenin adının nereden geldiğini anlamamıza yetiyor.
Budist tapınaklar bir yandan Buda'nın bedenin, diğer yandan da yaratılışın dört temel unsuru olan toprak, hava su ve ateşi temsil ediyor. Beyaz kubbenin üstündeki altın kaplama kaidede ise Buda'nın her tarafı gören gözleri biraz da yukardan bir ifadeyle bize bakıyor. İki gözün ortasındaki üçüncü bilgelik gözü ise her birimizin içini gözetliyor. Bu kaidenin üzerinde giderek küçülen halkalardan oluşan külah ise Nirvana'ya ulaşmanın çeşitli aşamalarını simgeliyor. Ancak ulaşılacak Nivana'nın ne olduğu pek kesin değil.
Öncelikle Budizmin bir din olmadığını ve içinde tanrı kavramının olmadığını belirtmek gerek. Kurucusu Siddharta Gautama MÖ 500'lerde bir prens olarak dünyaya gelmiş, uzun çilecilik yıllarından sonra öğretisini Hindistan'ın kuzeyinde yaymaya başlamış. Ancak onun ölümünden sonra gelen takipçileri onun felsefesini bir dine dönüştürmüşler. Hindular gibi yeniden doğuşa inanan Budistler Nirvana adı verilen mükemmellik seviyesine ulaşana kadar yeniden hayata dönüldüğüne inanıyorlar.
Biz otelimize yakın olduğu için gezimize Budist tapınağı ile başladık, ama Budistler 26 milyonluk Nepal nüfusunun yalnızca yüzde 10'unu oluşturuyor. Onların yarısı kadar da Müslüman var ülkede. Ama halkın yüzde 80'den fazlası Hindu. Bu durumda bize de Katmandu'nun Sultanahmet'i sayılan Durbar (Saray) meydanına gitmek düşüyor.
Eğer internete girip Katmandu yazacak olursanız, hiç kuşkusuz karşınıza çıkacak ilk 20 fotoğraf bu meydandan olacaktır. 1979 yılında UNESCO tarafından dünya mirası ilan edilen alan çok sayıda tapınak ve önemli binanın bir arada bulunduğu bir açıkhava müzesi gibi. Belki müzeden tek farkı gerçek hayatın da bu meydan ve onu çevreleyen daracık sokaklarda akıp gidiyor olması. Hindularda toplu ayin kavramı olmadığı için tapınaklar daha çok sosyal toplanma mekanları gibi.
Bundan 4 bin yıl önce kurulduğu tahmin edilen Hinduizm çok tanrılı bir din. Üç temel tanrı figüründen Brahma en üstün gücü ve yaratıcılığı temsil ediyor. Vişnu koruyucu, Şiva ise yok edici tanrılar. Hinduizm bu üç temel tanrıyla başlayıp bitse bizler için hayat kolaylaşacaktı muhtemelen, ama Şiva'nın Parvati'den olan oğlu Ganeş gibi, daha yüzlerce tanrının kutsal metinlerde ortaya çıkması işleri karıştırıyor haliyle. Bir yandan da her bir tanrıya adanan tapınaklar ve heykellerle muhteşem güzellikte ve renklilikte bir kültür doğuyor. Durbar alanının her bir köşesi bu güzelliklerle kaplanmış. Tapınakların bazılarının önünde Hindularca kutsal kabul edilen inekler uzanmış yatıyor. Kentin diğer alanlarını etkisi altında tutan kaos bu meydana girememiş kesinlikle. Birbiriyle sohbet eden insanlar, oyun oynayan çocuklar, turistik eşya satan satıcılar, bütün yoksulluklarına ve dertlerine rağmen güler yüzlü ve huzurlu. Belki de yeniden doğuşa olan inanç, bir sonraki hayatta her şeyin daha iyi olacağına da inandırmış insanları.
Durbar meydanında ilerlerken kapısını iki dev aslan heykelinin koruduğu üç katlı bir bina ilişiyor gözümüze. Gezgin Melih Eriş tarafından yazılmış Türkiye'nin tek Nepal rehberinden buranın Kumari Bahal yani yaşayan tanrıça Kumari'nin evi olduğunu öğreniyoruz.
Hüzünlü bir öykü Kumari'ninki. Nepal'in üç kutsal kenti Katmandu, Bhaktapur ve Patan'da gelenekler uyarınca iri güzel gözlü küçük kız çocukları tanrıça adayı olarak ailelerinden alınıp sınavlara tabi tutuluyor. Sınavdan geçen küçük kız tanrıça Taleju'nun enkarnasyonu olarak kabul edilip, o an önünde durduğumuz tapınağa kapatılıyor. Kralın bile önünde saygıyla eğildiği bu kız bütün çocukluğunu dünya yüzü görmeksizin tapınağın iç avlularında geçiriyor. Ta ki adet gördüğü güne kadar. Buluğa eren Kumari o gün tapınaktan uzaklaştırılıp sıradan ölümlülerin arasına atılıveriliyor. Üstelik tapınaktan ayrılmış eski Kumari ile evlenen erkeğin boğularak öleceğine inanıldığından bu kızlar genellikle ileriki yaşlarda da yalnız kalmaya mahkum oluyor.
Karmaşık duygular içinde Alice'le birlikte Thamel'in bir labirenti andıran sokaklarına geliyoruz. Bizim gençliğimizin hippy'lerinin akınına uğrayan bu bir kaç sokaklık mahalle, o günlerdeki ihtişamını kaybetse de hala sayısız küçük dükkanı, restoranları, ucuz otelleri kitapçılarıyla turistler için bir çekim merkezi. O geçmiş günlerin anısına buraya "Freak street" diyen de çok. Kendimizi neşeli insan kalabalığının akışına bırakıp, Kumari'nin kaderini unutmaya çalışıyoruz.