TRT İstanbul Radyosu'nun adı bugünlerde köklü geçmişiyle değil, tarihi binasının satışı iddialarıyla gündeme geldi. Bu bahaneyle Radyoevi'ni ziyaret ettik; Zeki Müren'in, Safiye Ayla'nın arşınladığı koridorlarında heyecanla gezindik.
Harbiye'den Mecidiyeköy'e doğru yürürken, Elmadağ durağını geçtikten sonra yolun sağında kalan görkemli yapıya ilk gördüğümüzde hangimiz bakakalmadık ki? Oysa içine girmek, bu muhteşem binayı gezmek çoğumuzun aklına bile gelmedi belki de. Burası, temelleri 1946 yılında atılan ve sadece bir radyo binası olarak düşünülüp tasarlanan Radyoevi binası…
O günlerden bugüne nice haberlerin okunduğu, ezgilerin duyulduğu, unutulmaz program ve sanatçıların yayın yaptıkları, koridorlarında Türkiye'nin
gelmiş geçmiş en yüce seslerini ağırlayan tarihi bir mirasımız aslında. 50 yıllık yakın geçmişimizi, bir anlamda Türk kültür ve sanatını içinde barındıran bu muhteşem binanın stüdyolarından; radyocular, yüzlerini hiç görmedikleri ama duygularından her daim haberdar oldukları dinleyicilerine seslendiler…
Türk halkı da bu sevgiyi karşılıksız bırakmadı, kulağını radyosuna verdi, sevdiği sanatçıları dinledi, çocuklarına öğretti… 1949 yılının Eylül ayında işletmeye açılan Radyoevi'nin koridorlarında gezinmeye başlarken dikkatimizi çamaşır makinesi büyüklüğündeki kayıt makineleri, rulmanlı mikrofonlar, mikrofon taşıyıcılar, amplifikatörler, özel ses alma cihazları, yazıcı okuyucu teypler çekiyor.
Kimbilir bu cihazlara kimlerin elleri değdi? Gözümüze duvardaki siyah beyaz fotoğraflar ilişiyor, sonra. Zeki Müren'in Münir Nurettin Selçuk'un, Türkiye ve dünyada haber okuyan ilk kadın spikerimiz Emel Gazi Mihâl'in, ilk kadın solistimiz Vediha Rıza Hanım'ın fotoğrafları… İçeride ise yayınlarına ara vermeden devam eden radyo çalışanlarının bir kısmıyla tanışıyoruz. TRT dendi mi, bir devlet dairesi ağırlığı var evet, bu hava Radyoevi'nin koridorlarına da sinmiş. Ancak TRT İstanbul Radyosu Müdürü Zafer Üreten ve Müzik Müdürü, ses sanatçısı Faruk Salgar'la sohbet edince, bu ağırlık kayboluyor. 35 yıldır Radyoevi'nde çalışan ve iki yıl önce de TRT İstanbul Radyosu Müdürü olan Zafer Üreten binayı gezdirirken, merak ettiğimiz bir konuyu da kendisine sormadan edemiyoruz.
Bildiğiniz gibi, İstanbul Radyosu çalışanları, Radyoevi binasının Birleşmiş Milletler'e verileceği yönünde çıkan haberlerden sonra "Açık Hava Radyosu" adını verdikleri bir eylem yapmış ve kamuoyunun dikkatini bu konuya çekmişti. Zafer Üreten, böyle bir iddiayı duyduğunu, ancak netleşmiş bir satışın söz konusu olmadığını söylüyor: "Bu konuda bana gelen bir şey yok, binanın satışı şu an söz konusu değil sanıyorum. Bu yönde çıkan haberden sonra sendikacılarımız böyle bir toplantı yapmak istediklerini bildirdiler bize. Yapın, dedik. Ama, böyle bir şey yok gibi. Zaten biliyorsunuz bu tip organizeler daha çok sosyal medya kullanarak oluyor.
Olur veya olmaz, devletin işleri bunlar sonuçta. Bir ara Hilton'un burayı komple alacağı söylentisi çıkmıştı ama aslı çıkmamıştı" diyor. Anlaşılan, mesele biraz muallakta. "Çalışanlar bina kadar keşke işlerine de sahip çıksalar. O zaman kimse bu binayı ellerinden alamaz" diye de sitem ediyor, Üreten. Salgar ise ekliyor: "Müzik üreten böyle bir yer daha yok. Her şeye rağmen, burası üretim potansiyeli yüksek bir yer. İstiyoruz ki buranın kalitesi yükselsin, eski günlerdeki gibi olsun. Kendi kalitemizi kendimiz belirliyoruz, sahip çıkacaksak birlikte sahip çıkmalıyız."
İLK RADYO YAYINI 1927'DE OLDU
Radyoevi'ni gezerken, Türk radyoculuk tarihiyle ilgili önemli bilgiler de ediniyoruz. İlk radyo yayını, Sirkeci'deki Büyük Postane'nin bodrum katından yapılmış, mesela. Eşref Şefik'in sesinden yapılan ilk anons şöyleymiş: "Alo Alo Muhterem Sâmi'in burası telsiz telefonu 1200 metre tul-u mevç 250 kilosaykıl… Bugünkü neşriyatımıza başlıyoruz." Türkiye'nin ilk radyo yayını işte bu tarihte oldu, ancak ufak bir problem vardı.
Bu yayını dinleyecek kimse yoktu! Yani, henüz kimsede radyo alıcısı yoktu. Ama postane binasındaki hoparlör, her akşam yayın yapmaya devam etti. Amaç, halkın radyo yayınlarını dinleyip tanıması, kendi çevresine anlatması ve radyo kavramının yayılmasıydı. İş Bankası ve Anadolu Ajansı'nın katkılarıyla 1927 yılında "Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi" kuruldu. Bu çok önemli bir gelişmeydi, çünkü dünyada da radyo yayıncılığı 1920'lerde başlamış ve yavaş yavaş yayılmaktaydı. İstanbul Radyosu'nun ilk naklen yayını ise 1932'de Atatürk'ün isteği ve teşvikiyle Ayasofya Camisi'nden Kadir Gecesi okunan Türkçe ezanla başladı.
Harbiye'de bulunan Radyoevi binası; Zeki Müren'den Safiye Ayla'ya, yeni kaybettiğimiz Neşet Ertaş'tan Erol Günaydın'a birçok sanatçıyı koridorlarında, stüdyolarında ağırladı ve bu önemli sesleri Türk halkı ile tanıştırdı. Radyo Tiyatrosu'nun başında "Ses Ertuğrul İmer, Efekt: Korkmaz Çakar" anonsları, Eşref Şefik'in sesinden dinlenen güreş müsabakaları, Şükran Güngör'ün sesinden dinlenen "Kaptan Amca" unutulmazlar arasında yer aldı. Orhan Boran'ın kendi sesini değiştirerek kaydettiği ve günde yüzlerce mektup aldığı meşhur kuşu Yuki, Halit Kıvanç'ın sesinden dinlenen yarışmalar da vardı tabii…
Zeki Müren'in bugünkü jenerasyonu bile derinden etkileyen o sesi: "Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun aziz dinleyenlerim"… "Beraber ve Solo Şarkılar"ı dinlemeyen yoktu. Televizyonun hanelere girişinden sonra lambalı radyolar eski şaşalı günlerini bir daha yaşayamasa da, Türk radyoculuğu birçok bakımdan dünyadaki emsallerinden üstün gelmişti, o yıllarda.
RAKAMLARLA RADYOEVİ TARİHİ
İlk radyo yayını 1920'de ABD'de, ertesi yıl da Fransa'da başladı.
İstanbul Radyosu'nun ilk deneme yayınları 1923 yılında Öğretmen Okulu'nun kimya öğretmeni Rüştü Bey (Uzel) ve birkaç öğrenci tarafından yapıldı. Henüz Cumhuriyet'in ilan edilmediği o yıllarda ilk yayınlar, okulun bodrum katından gerçekleştirildi.
1927'de İleri gazetesinin sahibi Sedat Nuri Bey ve emekli muhabere yüzbaşısı Hayrettin Hayreden'in öncülüğünde ilk düzenli radyo yayınlarını başlattı. Aynı yıl Ankara Radyosu da yayına geçti.
O yıl dünyada toplam 123 radyo vardı, Türkiye'de ise iki radyo istasyonu bulunmaktaydı.
1974'te TRT-1 24 saatlik kesintisiz yayına geçti. Bu o günler için çok önemli bir gelişmeydi.
TRT-1'de müzik türü Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği'ydi. TRT-2'de ise Çoksesli Çağdaş Türk Müziği çalmaktaydı. 70'lerde ortaya çıkan arabesk ise TRT'nin müzik politikasında kesinlikle yer almıyordu. Hatta o yıllarda TRT'nin resmi belge, rapor ve yayınlarında geçen "yozlaşma" tabiri arabesk müzik türü için kullanılıyordu.
Sebla Koçan