Dubai üstünden Katmandu'ya doğru havalanan uçağın daracık koltuklarında bacaklarıma bir yer bulup uyumaya çalışırken, bir yandan da aklımdan bu kente ait bilgileri geçiriyordum. Doğrusu bunun uzun bir resmigeçit olduğunu söyleyemem. Nepal'in Hindistan'la Çin gibi iki devin arasına sıkışmış dağlık bir ülke olduğu kalmış aklımda nedense. Katmandu'nun ise çocukluğumda oynadığımız "başkent bulmaca" oyunlarından Nepal'in başkenti olduğu…
Hafızamı zorlamak, olsa olsa yetmişli yıllarda Sultan Ahmet meydanındaki hippy'lerin rengârenk otobüslerle Katmandu'ya hareket etmeden önce verdikleri birkaç günlük molalarında, uzun bakımsız saçalarıyla çevrelerinde şaşkınlık yaratan görüntülerini bulup çıkarıyordu beynimin kıvrımları arasından. Yani kabul etmeliydim ki, birkaç saat sonra varacağım bu ülke hakkında tam bir kara cahildim. Eh bu da bir şey! İnsan tamamen bilgisiz olunca önyargısı da olmuyor.
Tekerleklerin piste sertçe vurmasıyla sarsılarak uyanıyorum. Gümrükte vize işlemlerini bir an önce halledip bu yabancı kentle tanışmak için can atıyorum. Neyse ki işlemler fazla uzun sürmüyor ve ben az sonra, kalacağım otelin havaalanına gönderdiği sürücünün peşi sıra beyaz bir Tata'ya doğru ilerliyorum. Aracın direksiyonunun sağda olduğunu görmek tarihin bir aşamasında İngilizlerin kollarının Hindistan gibi buraya da uzandığını gösteriyor. Aracın içi türlü çeşitli dini sembollerle süslenmiş. Çiçek zincirleri ve buhurdanlıkların yanı sıra Budistlerin dua çarklarıyla, Hinduların tanrısı Şiva'nın heykeli ön konsolun üstünde yolun kasislerine uyarak bir sağa bir sola yalpalanıyor. Bu iki din arasındaki yakınlığın izlerine önümüzdeki günlerde sıkça rastlayacağımı bilmediğim için şaşırıyorum haliyle. Ama kente yaklaştıkça şaşkınlığım yerini dışarıdan gelen yoğun kimyasal kokuların yarattığı bir rahatsızlığa bırakıyor.
Bir kimya deposu havaya uçtu deseler inanıp rahatlayacağım. Oysa bu koku kalıcı hava kirliliğinin işareti. Zaten çevremizi, kaynağını tam kestiremediğim gaz ve dumandan oluşan bir sis sarmış durumda. Nüfusunun yüzde 90'ı tarımla uğraşan, kişi başına milli geliri 240 dolar gibi varla yok arasında bir düzeyde seyreden, dünyanın en yoksul ülkeleri arasında gösterilen topraklarda bu kirliliğin sanayiden olduğunu düşünmek saflık bile sayılamayacağı için bu sorunun cevabını bulmayı daha sonraya bırakıyorum. Gerçi çevremizde sivrisinek sürüleri gibi dolaşan binlerce motosikletten ve daha önce hiç görmediğim küçük model arabalardan çıkan sarı siyah egzoz gazları cevabın bir yarısını oluşturuyor olabilir.
Her turistin yazgısı, hava alanından oteline doğru takside giderken o kent hakkında ilk yargılarını oluşturmak için umarsızca çabalamasıdır kuşkusuz. Ben de aynı çabayla çevremdeki her bir görüntüyü içime sindirmeye çalıştıkça, içimdeki düş kırıklığı arttıkça artıyor. Ben hayatımda görüp göreceğim en egzotik manzaralara hazırlanırken, Katmandu'nun bana sunduğu, altmışlı yıllardaki kalabalık bir Anadolu kasabasının çarpık kentleşmesi, bozuk ve tozlu yolları, gecekonduları, hızlı modernleşmenin bir tür yabancılaştırma unsuru gibi getirip kondurduğu bir takım reklam panoları ve sonsuz bir kargaşa oluyor. Peki nerde o kutsal inekler, oya gibi işlenmiş tapınaklar, yerel giysileri içinde gülümseyen insanlar?
İstanbul'a rahmet okutan bir trafik sıkışıklığı içinde bizim Tata orta boy bir nehrin iki yakasını bağlayan bir köprünün üstünde bekleyişe geçiyor. Ben pencereyi açıp fotoğraf çekmeye çalışırken, sürücü bana dönüp, gururla " holly river" diyor. Kutsal ırmak mı? Şaka mı bu? Öğürmemek için telaşla pencereyi kapıyorum. Böyle korkunç bir kokuya sanırım daha önce hiç tanık olmamıştım. Katmandu'nun kutsal ırmağı Bişnumati yerel çöp deposu olarak kullanılıyor. Kıyıda bir domuz sürüsü, akan lağımın yanı başında iştahla çöp torbalarındaki artıklar atıştırmakla meşgul.
Bütün bu görüntülerden sonra kalacağım "Hotel Vajra" bir vahaya dönüşüyor gözümde. "Namastee" diye karşılıyor beni bütün görevliler. Sanki gurbetten gelen yakın bir akrabalarıymışım gibi içten sıcak bir karşılama bu. Büyük bir bahçe içindeki bu tapınakvari tuğla yapı az önce indiğim Tata gibi Budist ve Hindu sembollerle bezenmiş.
Otelin terasından hem bütün kenti hem de kentin batısındaki tepenin üstüne kurulmuş görkemli Budist tapınağını görebiliyorum. Telaffuzu neredeyse imkansız olan "Swayambanth" tapınağının kurulduğu tepeye Nepalliler maymun tepesi diyorlar. Bunun sebebini de ertesi sabah ilk iş öğreneceğim ama önce Nepal'e gelme sebebim olan görevimi yerine getirmeliyim: Son üç aydır Hindistan'da gönüllü Fransızca öğretmenliği yapan kızım vizesini uzatmak için Katmandu'ya geliyordu. Önce tekrar havaalanına gidip onu karşılamalı ve Hindistan'da geçirdiği günlerin haberlerini almalıyım.
DEVAM EDECEK...