Yeni yıla yaklaşırken geçmişe şöyle bir dönüp bakmak isteriz. Yalnız bir yolculuktur bu. Tatlı bir hüzünle yaptığımız... Tamer Yılmaz da böyle bir iç yolculuğa çıktı. Hatta arşivinden dijital öncesi zamanda, 80'lerin sonunda çektiği birkaç kareyi Twitter'da paylaştı. Bazıları komik, bazıları hüzünlüydü. Twitter'da paylaştığı o iki fotoğrafın arkasından aradım onu. Arşivini açsa bize, birlikte o fotoğrafların arasında bir yolculuğa çıksak, ne güzel olurdu. Kabul etti. Tozlu kutuların arasından neler bulup çıkardı neler... Tamer Yılmaz, meslekteki 39. yılını kutlayacak 2013'de. Nice nice senelere.
- Kaç yaşındaydınız ilk fotoğraf makinanızı elinize aldığınızda?
- 16 yaşımdaydım. Liseden atıldım. Tanju Okan aile dostumuzdu, fotoğrafa ilgimi biliyordu. 'Seni Ulus gazetesine sokayım,' dedi. Ankara'da Ulus gazetesinde Attila İlhan, Fakir Baykurt gibi iyi yazarlarla işe başladım. Lise birinci sınıfta, sınıfta kalma vardı o zaman. İki sene üst üste kalınca liseden atıldım. Tabii yaramazlık da var. Haylazdım. Üç erkek kardeşiz. İkisi çok çalışkan; makine mühendisi oldular. Ankara'da kültür merkezleri vardı Gençlik Spor Bakanlığı'nın kurduğu basketbol kursu, satranç kursu, fotoğraf kursu vs... Fotoğraf kursuna gitmeye başlamıştım. Evdeki küçük tuvaleti bozup karanlık oda yaptık.. Sonra ben orada altı ay içerisinde baktım ki gazetecilikte çok iş yok. Her şey palavra; o yaşta çözdüm. Resimlerin altına yazıları ben yazmaya başladım dört ay sonra. İkinci şube fotoğraflarını çekiyordum. O zamanlar suçlu fotoğrafı çekme üslubu vardı. Kafasına elini koyuyorsun, böyle çekiyorsun. Böyle bir şey var mı? Düğünde havaya silah sıkarken dedesini öldürmüş, zaten pişman. Ben gidiyorum, kafaya koyuyor elini. Deklanşöre basıyorum. Bazısı da elini kafasına koymak istemiyor. 'Saçını düzeltsene,' diyorum, şak çekiyorum. Suçlu fotoğrafı çekme raconu bu. Sıkıldım gazetecilikten... Birkaç dersim için dava açınca liseye tekrar döndüm. Yedi senede bitirdim. Mezun olduğum yıl, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde Fotoğraf Bölümü açıldı. Ben fotoğrafçılık istiyordum ama Türkiye'de öyle bir bölüm yoktu. İyi ki lise yedi senede bitti, yoksa fotoğrafdan başka bir işe yönelebilirdim.
- Kader mi demek lazım?
- Yani buna kader mi deriz bilmiyorum, tam zamanında girdim fotoğraf bölümüne. Gazeteden yetiştiğim için hiç sınıfta kalmadan bitirdim. Ondan sonra ufak tefek işler yapmaya başladım Hırslı bir insan değildim. Aylık ciromu kurtarayım, kendimi doyurayım yeter.
KİLİSEYİ STÜDYO YAPTIK
- Hırs olmadı mı?
- Hırs hiçbir zaman olmadı. Doğal akışa inanırım. Fansa'dan Feyyaz diye çok sevdiğim bir arkadaşım geldi, 'Stüdyo kuralım birlikte,' dedi. Tarlabaşı'nda İstanbul Sanat Merkezi diye bir yer vardı. Cahide dizisini orada çekmişler. O okulun bir kilise bölümü var; orayı biz stüdyo yaptık. Yani belki de Türkiye'nin ilk büyük fotoğraf stüdyosu oldu. Kiliseyi stüdyo yaptık! Müthiş yıllarımız geçti orada. Moda fotoğrafçılığına oırada başladım
- Eşiniz de fotoğraf sanatçısı. Ayten'le nasıl tanıştınız?
- Stüdyoyu yeni kurduğum dönemde. İsveç'te beş yıl asistanlık yapmış, orada yaşamış, 'Dünyaya çıkayım, neler oluyor bakayım,' deyip yola çıkmış, Türkiye'ye gelmiş. Bizim stüdyoyu görünce kaldı. Dostluk, arkadaşlık derken birbirimize âşık olduk. Sonra da evlendik. Kilise şans getirdi sanırım. (Gülüyor.)
FOTOĞRAF HAKİKİLİĞİNİ KAYBETTİ
- Arşivinizi bize açtığınız için teşekkür ederim. Derya insan var burada. O günden bu yana fotoğrafçılıkta devrim yaratan dijital çağ başladı. Bu sizi, mesleğinizi, duygularınızı etkiledi mi?
- Aslında zamansız fotoğraflar çekmişiz. Hangisi olursa olsun, bugün kullanabilirsin. Eskiden filmle sınırlıydı çekimlerimiz. Film pahalıydı. Her bir kareye kıymet vererek çekerdik. Şimdi çektiğin her şeyin görseli bedava olduğu için bol çekiyorsun. Bol bol çekerken de önemsemiyorsun, mutlaka bir tanesi tutar diye. Bir kare için bazen deklanşöre 300-500 kez basılıyor. Filmde en fazla üç makara harcıyordum. Bu yüzden fotoğrafları duygularımızla çekerdik eskiden. Şimdi hakikiliğini yitirdi. Bazen editörler diyorlar ki 'Şu modelin kafası, şunun vücuduna gelsin.' Artık iyice manasızlaştı.
- Kimlerin fotoğrafını çekmekte zorlandınız? Kimlerle çalışmak zor?
- Benim için zor yok. Zor olursa zaten çekmiyorum. Ben de kiminle çalışacağımı seçiyorum artık. Türkiye'de kimliği ve egosu güçlü insanlarla çalışmak zor. Dünyada profesyonelliğe güveniyor insanlar ve kendilerini size bırakıyorlar. Türkiye'de mesela politikacıların arkasında 50 tane adam var. Herşeye karışıyorlar, bir şey çekemiyorsun. Mesela bugünkü dizi oyuncularının çoğu kamera önünde kasılıyor. Kimse Türkan Şoray'ın rahatlığında değil. Kamerayı seven tipler var. Gördüğünde çok güzel dersin, ama fotoğrafta bambaşka çıkar. Fotojeniklik diye bir şey kesinlikle var.
- Sizler Photoshop yapmadan kadınların birçoğu yüzüne küçük rötuşlar yaptırıyor zaten. Kamera botoksu anlıyor mu?
- Anlıyor ve sevmiyor. Kamera hakikaten botokslu yüzü sevmiyor. Kamera bir de periyotlu zamanları pek sevmez. Çalıştığım modellere mutlaka sorarım bu yüzden. Ne saç tutar ne makyaj. Dünyadaki dergi kapaklarına baktığım zaman hangi modelin periyotlu zamanında olduğunu anlarım. Gözlerin biri küçük, biri büyük bakar. Yüzünde renk falan azalır yani...
SINIFSIZ BİR İNSANIM
- O zaman büyük rekabet yoktu değil mi fotoğrafçılar arasında?
- Büyük fotoğrafçılar vardı, reklam fotoğrafçıları. Ama moda, insan çeken fotoğrafçılar yoktu. Sevil Sarp vardı, Hasan Hüseyin sonra katıldı, ben vardım, o kadar.
- Sizi diğer moda fotoğrafçılarından ayıran özellik ne idi?
- Bilmiyorum ayırdı mı ayırmadı mı; çünkü hepsi de iyiydi. Ama benim insanlarla ilişkim iyidir. İnsanlara eşit davranırım. Çevresi, sosyo-ekonomik durumu fark etmez. Herkese aynı davranırım ve herkesle dostluk kurarım. Liseyi yedi senede bitirmenin etkisi olabilir. Üsttekileri de gördüm, alttakileri de. Ben sınıfsızım. Bu duygu insanlarla rahat ilişki kurmamı sağladı. Yani kaldırım üniversitesinden mezun oldum diyebilirim.
-Kırılma noktası nedir hayatınızda?
- Tanju (Okan) Abi ve Tarlabaşı'ndaki stüdyomuz... Nukleus'tu adı. 1989 yılında Marie Claire moda dergisi açıldı. O da benim için dönüm noktasıdır.
Tuluhan Tekelioğlu