TESEV'in "Türkiye'nin Anayasa'ya Dair Tanım ve Beklentileri" araştırması, Türkiye'de siyasi kutuplaşma olduğuna ilişkin yargıları kırıyor. Araştırmaya göre, Türk halkının ezici bir çoğunluğu bir taraftan, "Atatürk İlke ve İnkılapları ve Atatürk milliyetçiliği Anayasa'da yer alsın" görüşünü benimsiyor. Diğer taraftan ise kamu hizmetinde çalışanların başörtü takmalarına da destek veriyor. Araştırmayı gerçekleştirenlerden Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ferhat Kentel'e göre bu sonuçlar bir "çelişki" anlamına gelmiyor.
Türkiye'de siyasi kutuplaşma olduğunu düşünenler, ülkenin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından TESEV için KONDA Araştırma Şirketi'nin gerçekleştirdiği yeni araştırmanın sonuçlarına şaşıracak. Zira, toplam 2699 kişinin yüz yüze görüşme yöntemi ile ülkenin dört bir yanından katıldığı, "Türkiye'nin Anayasa'ya Dair Tanım ve Beklentiler" araştırması sürpriz sonuçlar ortaya koydu: Buna göre, Türk halkının ezici bir çoğunluğu bir taraftan, "Atatürk İlke ve İnkılapları ve Atatürk milliyetçiliği Anayasa'da yer alsın" görüşünü benimsiyor. Diğer taraftadan ise kamu hizmetinde çalışanların başörtü takmalarına da destek veriyor.
Laiklik tanımının Anayasa'da değişmemesini isterken, liberal bir Anayasa yapılması gerektiğine de vurgu yapıyor. Araştırmayı gerçekleştirenlerden Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ferhat Kentel'e göre bu sonuçlar bir 'çelişki' anlamına gelmiyor. Ortaya çıkan sonuçları, 'hem o, hem bu dönemindeyiz' şeklinde değerlendiren Kentel, "İçinde bulunduğumuz bu durum modernitenin krizi. Yani yeni zamanların dile gelişlerinden biri." diye konuştu. Araştırmadan çıkan bir başka çarpıcı sonuç ise şu: "10 sene önceki irtica-laiklik kavgasının benzerini bugün Kürt meselesinde yaşıyoruz."
Nasıl oluyor da Atatürk milliyetçiliğinin Anayasa'da yer almasını isteyenler aynı zamanda başörtüsünün kamu hizmetinde takılmasını destekliyor? Bu ikisi birbirleri ile çelişen kimlikler değil mi?
Araştırmanın tamamında verilen cevaplarda benzer bir eğilim var. Diyanet İşleri Başkanlığı, Atatürkçülük, Devletçilik, Devlet'in bekasına ilişkin sorulara verilen bütün cevaplarda çelişki dediğiniz durum göze çarpıyor. Hayat bir taraftan çok hızlı değişime uğrarken, işte bu cevaplar da aslında bu değişime duyulan bir tepki. Bir tür "garantici" bir yaklaşım. Yani bu değişim taleplerini dengeleyecek, kaosu engelleyecek birtakım tutunma alanları yaratma çabası. Bir tür "çıpa" yani. "Anayasa'da Atatürkçü milliyetçilik kalsın" talebini yoğun bir Atatürkçülük olarak algılamamak lazım. Bu aslında modernitenin krizi, yeni zamanların dile gelişlerinden bir tanesi. Biz modern zamanlarda ya siyah ya da beyaz olmak üzere ikili düşünmeyi öğrendik. Artık "ya o, ya bu" demek yerine, "hem o, hem bu" deme zamanındayız. İnsanlar zaten böyle düşünüyorlar ve yaşıyorlar. Alman Sosyal Bilimci Ulrich Beck'in formülasyonudur bu.
Benzer bir garanti arayışı, Ankara'nın başkenti olup olmamasına ilişkin sorduğunuz soruya verilen yanıtta da var diyebilir miyiz?
Bu soruya verilen cevap tam bir sürpriz oldu benim için. 'Ankara benim için başkent olmasa da olur' formülasyonunu yaptık. "Yok Ankara başkent olsun" dedi insanlar. O da aynı şekilde nirengi noktası. O da bir çıpa. Yani Ankara olmazsa, her şey alt üst olur gibi düşünüyor insanlar. Ankara'nın başkent olup olmaması gibi önemsiz bir meselenin bile aslında korunuyor olması, bu sembolün değişmemesini istedikleri anlamına geliyor. Hatırlanacak olursa, Çankaya'ya başörtülü bir Cumhurbaşkanı eşinin çıkıyor olması laik kesim için ne kadar yıkıcı bir etki yaratmıştı. O sembol yıkılırsa, hayatın yıkılacağını düşünüyorlardı. Sonra bir şey olmadığı anlaşıldı.
Yani dengenin bozulacağına yönelik bir kaygı mı var?
İçinde yaşadığımız bütün modern toplumlarda benzer bir şeye tanık oluyoruz. Risk toplumu diye bir şeyden bahsediyoruz. Etkileşimin belirsiz sonuçlarının giderek çok fazla arttığı bir zamandayız. Türkiye'de Kürt meselesi, Alevi meselesi, başörtü meselesi, Ermeni meselesi gibi dünya kadar mesele var. Belki tam da Kemalizm'in yarattığı ötekileştirmeler ve bölünmeler yüzündendir ki, bu toplum çok fazla dengesiz, çok fazla kaotik, çok fazla travmatik bir toplum. Çevresinde çok fazla değişene karşılık, muhafaza etmeye çalıştığı unsurlar da var. Atatürk milliyetçiliği kimliğini değiştirirsek, birileri çok fazla sorun çıkartır diye düşünülüyor belki de. Uçlardan korkuyor insanlar. Toplumdaki bütün gerilimlere rağmen, birbirinden ayrılmış, "bölünmüş" kümeler yok aslında. İnsanlar içiçe. Ve biz de kendi içimizde farklı yüzdeler taşıyoruz. Biz kendi içimizdeki gerilimlerde çatışıyoruz. Duruma göre farklı tarafı ortaya çıkarıyoruz. İnsanlar özgürlüğü benimserken kavga yaşanmasını da istemiyorlar. Laiklik o kadar ezberlerde ki, "O da dursun" diyorlar. Ama 'laikliğin içini nasıl dolduralım' diye düşündüklerinde, orada gerçekten derindeki duygularını anlatmaya başlıyorlar.
Laikliğin liberalleşmesi
Bu araştırmadan "laikliği liberalleştirerek benimsiyoruz" çıkarımında da bulunabilir misiniz?
Adını liberalleşme mi, yoksa özgürlükçülük mü koyarsınız bilmiyorum ama en azından kültürel kimliklerin meşruiyetlerinin çok daha kabul edildiği bir dönemdeyiz. Bunları tatmin etmeyen bir Anayasa çok da fazla kabul edilebilen bir Anayasa değil. Ben Aleviyim, ben Boşnak'ım, ben Kürt'üm diye anlattıkları birçok şey var insanların.
Bu değişimin nedenini neye bağlıyorsunuz?
Toplumsal hareketlerin, toplumsal kimliklerin vermiş oldukları mücadelelere bağlıyorum. Bu büyük bir ihtimalle AK Parti ile ilgili bir şey. İslami hareket kendisi dönüşürken, toplumu da dönüştürdü. Aynı zamanda Kürt hareketi de inanılmaz bir seyir izledi. Yani Kürt hareketi, Türk-Kürt kutuplaşmasını ortaya çıkarmış olsa da, bugün bu hareket sayesinde biz Kürt kimliği diye bir kimliğin olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde Alevi kimliği de çok gündemimize girdi. Etnik, dini kimlik hareketlerden bahseder olduk.
"Eskiden korkumuz irticaydı, şimdi ise Kürt meselesi"
Kaygılardan, korkulardan bahsettiniz. Araştırmanız aynı zamanda on yıl önceki irtica-laiklik kavgasının sona erdiğini de göstermiyor mu?
Evet bu kavga geride kaldı. Muhtemelen bu durum AK Parti'nin on yıldır iktidarda olmasından kaynaklandı. AK Parti ile birlikte irtica gelmedi. İnsanların verdikleri cevaplarda da bunun sonucunu ve rahatlamayı görmek mümkün. Kamusal alanda hakimlerin başörtüsü takması bundan on yıl önce kolay kolay düşünülemeyecek bir durumdu. Başörtüde "hizmet alan" ve "hizmet veren" ayrımı vardı. Bugün pekala hizmet verenlerin başörtüsü takabileceği düşünülüyor. Yani beton gibi bir Atatürk milliyetçiliği yok. Atatürk milliyetçiliğinin içine başörtü de girmiş. Ne diyorlardı başörtülü üniversiteye girmek isteyenler için: "Yarın bir gün doktor da olmak isterler. Öbür gün de hakimlik de yapmak isterler. Yarın öbür gün şeriat devleti de kurarlar." Bugün görülüyor ki, tehlikenin kendisi başörtüsü değil. Yani bu tehlike, bu korku aşılmış gibi görünüyor. Bugün ise benzer bir durumu kürt meselesinde görüyoruz. "Kürtlere anadil hakkı verilirse, yarın öbür gün ayrı bir devlet de isterler" deniyor. İslami dindar kesimler için bundan on sene önce ne deniyorsa, aynı şey şimdi Kürtler için deniyor. Demek ki Kürt meselesi de aslında çok rahat çözülebilir bir mesele.
"Kemalist eğitim tornaya sokuyor"
Araştırmanızda eğitim seviyesi arttıkça yerel yönetimlerde anadilin, yani Kürtçenin kullanımına daha fazla kişi karşı çıkıyor. Bunun nedeni Kemalist eğitim mi?
Tabii ki öyle. Tornaya girdiğiniz zaman belli bir yönde ehlileşiyorsunuz. Eğitimden geçtikten sonra, çağdaşlık, klasik müzik beğenisinden tutun, giyim, kuşam gibi birtakım çağdaş değerlerle evleniyorsunuz. Eğitim seviyeniz arttıkça bütün bunları çok daha fazla içselleştiriyorsunuz. Dolayısıyla kelimeleriniz azalıyor aslında. Çok daha netleşiyorsunuz. Birtakım şeyler "evet" veya "hayır" haline geliyor. Halbuki alt-sosyal kesimlerde 'fikrim yok' şıkkı çok fazladır aslında. 'Bilmiyorum' demek bazen o kadar çok demokrat bir haldir. Bu aslında alt eğitim seviyesinden gelenlerin, "keskin bir tavrı da beğenmiyorum" demek istemesi. Eğitildikçe önyargılardan çıkarız deriz ama pek öyle değil… 'Eğitim şart' belki ama esas olarak 'demokrat eğitim' şart. Katır katur bir eğitim verirseniz, sadece ideolojik kurguları insanların beynine koyarsınız.
"Siyasi partilerin, şiddetle bir ilgisi bulunmaması halinde hiçbir şekilde kapatılmamalıdır" diyenlerin oranının, eğitim seviyesine göre giderek düşmesini de mi bu şekilde açıklıyorsunuz?
Tam da bu işte. "Niye kapatılsın ki, ben bu partiye oy vermişim" diyor. Yüksek öğrenimlinin ise, "Bu Cumhuriyete, demokrasiye zararlıdır, çağdaşlığa zararlıdır" diye çok daha keskin kıstasları var.
Toplumun yüzde 53'ü "İdeal bir Anayasa Kürt meselesini çözer" görüşünde. Bu sonuç, her şeyin Kürt meselesinin gölgesinde olduğunu göstermiyor mu?
O kadar çok elimizi, kolumuzu bağlayan bir mesele ki bu. En önemsizinden başlayalım. İnanılmaz bir bütçe gidiyor silah için. Biraz daha yukarı çıkarsak, dünya kadar insan ölüyor bu memlekette. Bununla da bitmiyor, ölenlerin yarattıkları travmalar da üstümüzde kalıyor. Bütün bunlar intikam duygusu, tatmin edilmemişlik, yenilmişlik, aşağılanmışlık duygusu bırakıyor gelecek nesillere…Bu da güvensizlik duygusu yaratıyor.
"KUTSAL DEVLET ANLAYIŞI YIKILDI"
Bu araştırma genel olarak ne ortaya çıkardı?
Araştırmada üç tane genel hal, zihniyet var. İlki, takriben toplumun yüzde 25'i, toplumdaki sert çekirdeği anlatıyor. Radikal ölçüde Kemalist, radikal ölçüde milliyetçi, devletçi diyebileceğimiz, "Aman fazla şey değişmesin" diyen, biraz ulusdevletin üretmiş olduğu, makbul vatandaş türü diyeyim. Bundan başka, içerisinde Kürtlerin, İslamcıların, solcu grupların olduğu yüzde 25'lik ikinci bir kesim var. İkinci dilim ise çok daha demokrat ve yepyeni bir toplum istiyor aslında. Bir de bu toplumdaki ortalama hali ortaya koyan yüzde 50'lik bir kesim var. Onların da hem çok korkuları ve güvenlik arayışları var, hem de demokrat bir çoğulculuğun da arzusunu taşıyorlar. Yani mesela Kürt sorunu çok dayattığı zaman bu yüzde elli kesimdeki otoriter eğilimler daha fazla öne çıkıyor. Tırnak içinde söylüyorum, "şeriatçı bir takım tezahürler ortaya çıktığı an" kapanıyor içine. Ama rahatladığı zaman, kendini anlatabilir bir hale geliyor. Bu çok tipik bir orta sınıf hali. Bana göre toplumun yüzde 75'i net bir şekilde değişim istiyor aslında.
Duygu Leloğlu