Mîlâdî takvimle, kâinâtın sultânının doğduğu hafta. Bu sebeple, Târih Sandığı'ndan Mescid-i Nebevî albümünü çıkardık. Bu kutlu mescidi herşeyiyle anlatmak ciltlerce kitabı dolduracağından, sâdece Ravzâ-i Tâhire'deki, Peygamberimizin hâtırâlarını taşıyan 8 sütundan bahsetmekle yetineceğiz.
Ravzâ-i Tâhire, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin içinde bulunan Peygamberimizin türbesi ile minberi arasına verilen isim. Bu ismi bizzat Peygamberimiz takmış ve şöyle buyurmuştur: "Benim mezarım ile minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir." Ravza, bahçe demektir. Tâhire ise tertemiz. Mescid-i Nebî'de her taraf kırmızı halılarla kaplı iken, Ravza-i Mutahhara'daki halılar yeşildir. Burada bulunan 12 sütun, Sultan Üçüncü Selim'in
emriyle mermerle kaplanmış ve pâdişahın bizzat kendisinin yazdığı Na'tı Şerif, bu sütunlara sülüs hattı ile kabartmalı bir şekilde nakşolunmuştu. Bu sütunlardan 8 tânesinin çok özel bir kıymeti var. Her biri peygamberimizin hâtırâlarıyla süslenmiş bu 8 sütunun üzerine, hâtırâların kaybolmaması için yine 3. Selim tarafından isimleri yazılmıştı. Peygamberimiz zamânında Mescid-i Nebevî'nin sütunları, hurma ağaçlarıydı. Daha sonraki zamanlarda bu ağaçlar sökülerek yerine direkler dikildi. Lâkin hiçbir zaman yerleri değiştirilmedi. Şu an hâlâ Peygamberimiz zamanındaki hurma ağaçlarının yerlerinde duruyorlar. Sonraki yıllarda ilâve edilen pek çok sütunla birlikte, sütun sayısı 327'ye ulaştı. Bu sütunların 22 tânesi maksûrenin içindedir. (Maksûre, Rasûlüllah, Ebû Bekir ve Ömer'in yanyana kabirlerinin bulunduğu odaya denir) Şu an Mescid-i Nebevî'de iki tip sutun vardır ki; Tabanları pirinçle kaplı, Osmanlılara âit kırmızı direkler (sonradan Suûdîler tarafından beyaza boyandığı için hafif pembemsi bir renk almışlar) ve Suûdîler'e âit beyaz direkler. Duvar diplerindekiler kare, diğerleri yuvarlaktır. Şimdi gelelim, hâlâ asr-ı saâdetin hâtırâlarını taşıyan ve üzerlerinde isimleri
yazan meşhur 8 direğe...
HZ.PEYGAMBER'İN HEP YANINDA NAMAZ KILDIĞI SÜTUN
Kokulu Sütun-Mushaf Sütunu denilen bu sütun, Hz. Peygamber'in dâimâ yanında namaz kıldığı sütundur. Rasûlüllah'ın hutbe verirken dayandığı hurma kütüğü (orijinal ismiyle hanânetül-ciz, yani ağlayan hurma kütüğü, diye meşhurdur) bu sütuna bitişikti. Sahâbeden Übey bin Ka'b, Mescid-i Nebevî'nin genişletilmesi esnâsındaki yıkım sürecinde kütüğü evine taşıdı. Bir süre sonra bu kütük, ağaç kurtları tarafından yendi. Peygamber Efendimiz'in namaz kıldırdığı yerde bulunduğu için sahâbeler tarafından bu sütunun üzerine dâimâ esans sürülür, güzel kokması sağlanırdı. Bu yüzden "Kokulu Sütun" ismini almıştı. Kıble tarafından Mihrâb-ı Nebevî'ye bitişik olan bu sütunun yanında namaz kılmak için yarışırlardı sahabeler. Mâlikî mezhebinin kurucusu Mâlik bin Enes: "Yalnız kılınan namazların en fazîletlisi, kokulu sütunun yanında kılınan namazdır" buyurmuştu.
MUHACİRLERİN TOPLANMA YERİ
İşe Sütunu-Muhâcirler Sütunu, minber tarafından, kıble tarafından ve maksûre tarafından üçüncü sütundur. Peygamberimizin hanımı Hz. Aişe, teheccüd namazlarını bu sütunun yanında kılardı. Ve yine bu sütunun yanında hadis rivâyet ederdi. Kıble, Kudüs'ten Kâbe'ye çevrildiğinde Hz. Peygamber, 2 ya da 3 hafta kadar bu sütunun yanında kıldırmıştı namazları. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de bu sütunun yanında namaz kılmayı alışkanlık hâline getirmişlerdi. Mekke'den Medîne'ye hicret eden muhâcirler, umûmiyetle burada toplanıp sohbet ettikleri için, sütunun bir diğer ismi de Muhâcirler
Sütunu olmuştu.
EBU LÜBABE, ALTI GÜN SÜTUNA BAĞLI YAŞADI
Tevbe Sütunu-Ebû Lübâbe Sütunu minber tarafından dördüncü, maksûre tarafından ikinci, kıble tarafından da üçüncü sütundur. Peygamberimizin kabrinin, hattâ başının hizâsındadır. Ebû Lübâbe bin Abdülmünzir isimli sahâbenin, bu sütuna bağlı iken tevbesinin kabûl olunması sebebiyle Ebû Lübâbe ve Tevbe Sütunu isimlerini almıştı. Hâdise şöyle vukû buldu: Ebû Lübâbe, Peygamberimizin elçisi olarak Benî Kureyza Yahudileri'ne gidip, teslim olmalarını istedi. Yahudiler, "Teslim olursak Peygamberiniz bize ne yapar" diye sormaları üzerine Ebû Lübâbe "Peygamber hepinizi öldürecek" dedi. Aldıkları bu cevap karşısında son derece panikleyen ve korkan Yahudiler, anlaşma yapmaktan vazgeçtiler. Anlaşma yapılmasına engel olduğu için pişman olan Ebû Lübâbe, "Yüce Allah beni affedip, tevbemi kabul edeceği âna kadar burada kalacağım." diyerek kendisini bu sütuna bağladı. Tevbe Sûresi 102. ayet nâzil olup bu sahâbenin tevbesinin kabul olunduğu bildirilince de "Tevbe Sütunu" ismini aldı. Bu sütun, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme'nin kapısının önünde idi. Hâdiseyi duyan Rasûlü Ekrem, "O, bana ilticâ etseydi, O'nun için duâ eder, Allah'tan af dilerdim. Mâdem ki Allah'a ilticâ etti, o halde affını Allah'tan beklesin, ben bir şey yapamam" buyurmuştu. Ebu Lübâbe, altı gün bu sütuna bağlı kaldı. Namaz vakitleri ve aslî ihtiyaçlarında hanımı gelerek onu çözer, namaz akabinde tekrar bağlardı. Altıncı günün sonunda Peygamberimiz, hanımı Ümmü Seleme'nin evindeyken, Ebû Lübâbe'nin tevbesinin kabul olunduğunu bildiren Tevbe Sûresi 102. ayet nâzil oldu. Müjdeyi Ümmü Seleme verdi, ipleri Rasûlü Ekrem çözdü. Rasûlüllah nâfile namazlarını bu sütunun yanında kılar ve sabah namazlarından sonra da sütuna yaslanarak oturur, ashâbıyla sohbet eder, yeni nâzil olan âyetleri okur, rüyâ görenlerin rüyâlarını tâbir ederdi. Îtikâf -Yatak Sütunu minber tarafından beşinci, maksûre tarafından birinci sütundur. Tevbe Sütunu'nun doğusunda ve muvâcehe parmaklıkları arasındadır. Rasûlüllah'ın kabr-i şeriflerinin batı duvarına bitişiktir. Peygamberimiz her Ramazan ayında, Kadir gecesini değerlendirmek maksadıyla mescidde îtikafa çekilirdi. Yatağını buraya serdiği için sütun, bu ismi aldı. Peygamberimizin yatağı, içi hurma lifleriyle dolu hasırdan ibâretti. Hz. Ömer de bu sütunun yanında îtikâfa çekilirdi.
HZ.PEYGAMBER'İN KORUMALARI
Muhâfızlar Sütunu-Hz. Ali Sütunu kıbleden îtibâren Serîr (Yatak) Sütunu'nun arkasına düşer. Hücre-i Saâdet'in parmaklıkları arasındadır. Hz Peygamberin, mescide girip çıktığı kapının sağındaki sütundur. Peygamberimizi koruyan muhâfızlar, Hz. Aişe'nin evinin kapısının önündeki bu sütunun yanında beklerlerdi. Bu sebeple muhâfız mânâsına gelen Muharras ya da Haras Sütunu ismi verilmiştir. Rasûlüllah'ı korumak için sahâbeler, gece-gündüz nöbet bekliyorlardı bu sütunun yanında. Nihâyet, "Allah seni insanlardan korur" (Mâide-67) âyeti inince, Peygamberimiz muhâfızları gönderdi.
Bilhassa Hz. Ali, bu sütunun yanında namazlarını kılar, Rasûlüllah'ı suikastlerden korumak için burada nöbet tutardı. Bu yüzden Hz. Ali Sütunu ismiyle de anılır.
YABANCI HEYETLERİN KABUL SÜTUNU
Heyetler Sütunu-Meclisi Kılâde sütunu da Hücre-i Saâdet'in parmaklıklarına yapışıktır. Hz. Peygamberin, mescide girip çıktığı kapının solundaki sütundur. Vüfûd, "Heyetler" demektir. Hz. Peygamber, yabancı heyetleri burada kabul ederdi. Daha sonra ashâbın büyükleri de burada toplanmayı âdet hâline getirince sütun, "Meclis-i Kılâde" diye de anılır oldu. Serîr, Muharras ve Vüfûd Sütunları, Hücre-i Saâdet'in Ravza-i Mutahhara'ya bakan batı duvarına bitişiktir. Marbaatül-Kabr Sütunu-Cibril Sütunu Batı duvarının, kuzeye büküldüğü köşe ile Heyetler Sütunu arasındadır. "Kabrin Köşesi" anlamına gelir. Hz. Peygamber'in kabrini çevreleyen duvarın iç tarafında kaldığı için görmek mümkün değildir. Makâm-ı Cibrîl de denen bu sütun, Hz. Fâtımâ'nın odasının yanındaydı. Rasûlüllah sabahları buraya gelir ve yüksek sesle âyetler okuyarak kızına, Hasan ve Hüseyin'in namaza kaldırılmasını îmâ ederdi. Kıble tarafından, Hz. Fâtımâ'nın evinin arkasındadır. Rasûlüllah, teheccüd namazlarını dâimâ bu sütunun yanında kılardı. Ramazanın son 10 gününde de bâzan burada bâzan da Serîr Sütunu'nun yanında îtikafa girerdi. Peygamberimizin burada teheccüd namazı kıldığını farkeden ashâp da O'na katılmaya başladılar. Bir zaman sonra gece namazları bu sütunun yanında, vakit namazları gibi kalabalık bir cemaatle edâ edilmeye başlandı. Bu yüzden Peygamberimiz (farz olmasın diye) gece namazlarını evinde kılmaya başladı. Şu an hâlen bu sütunlar, Sultan 3. Selim tarafından isimleri süslü çelenk kabartmalar içinde yazılı haldedir.