Elbette gerekirdi, medya bunun için var. Hele ki "barış gazeteciliği"ne inanan gazeteciler, böyle bir insanın emniyet müdürü olarak şehirde neler yapmış olduğunu zamanında kamuoyuna aktaramadıkları için ne kadar hayıflansalar yeridir. Yıllar önce Taraf'ta şöyle yazmıştım: "Bizim gazeteciliğimizin en problemli yanlarından biri, süreçleri ancak nihai noktalarına yaklaşırken, hatta çoğu kez 'patlama' anından itibaren izlemeye başlaması... O nedenle, medya bilhassa toplumsal alanda bazı çok önemli gelişmeleri ıskalıyor ve süreç işbâ noktasına ulaşıp da patladığında afallıyor. "Kürt meselesi ve daha genel olarak da Güneydoğu'daki toplumsal değişim, gazeteciliğimizin bu halini örneklemek isteyecek medya araştırmacıları için dört başı mamur bir laboratuvar niteliğinde...
"Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın, uğradığı suikast sonrası ölmesinin (Ocak, 2001) ardından şehirde düzenlenen cenaze törenine Diyarbakırlıların gösterdiği olağanüstü ilginin bizim medyamızı nasıl şaşkına çevirdiğini hiç unutmuyorum. "Oysa şaşıracak bir şey yoktu. Gaffar Okkan, Kürtlerin kendilerini eşit yurttaş hissetmelerini sağlamayı amaçlayan bugünkü Kürt açılımını o zamandan başlatmış, fazladan da uygulamış bir emniyet müdürüydü. Okkan, yaşamı gibi ölümüyle de 'birleştirici' bir rol oynamış, döneminde Diyarbakır'da oluşan barış ve sükûnet ortamı cenazesinde de sürmüştü. Medya, 'ora'yla ancak öldürülen askerler ve PKK'lılar bağlamında ilgilendiği için bu 'hava'yı ancak Okkan'ın cenazesinde algılayabilmişti." Gerek Gaffar Okkan gerekse de Recep Güven örnekleri bize şunu gösteriyor: Türk medyasının gözü ve gönlü böyle şeylere kapalı. Varsa yoksa çat, pat... Kaç kişi ölmüş, şunları bir sayalım