Ustura Kemal'in yaratıcısı çizer Haldun Sevel. Ayvalık Cunda'daki evinde röportaja başlarken bize, bakın size ne göstereceğim diyerek önü işli arka tarafında da Usta Kemal kazılı sigara tablasına benzer bir şey uzatıyor: "Bu yüzyıllık bir şey, bir not defteri, sararmış solmuş." İçinde herhangi bir yazı yok. Yayına başladığı tarihten sonlanana kadar 30 yıl boyunca dokuz gazete dolaşan Ustura Kemal'in ortaya çıkış hikâyesinin başlangıç noktası olduğunu söylüyor bu objenin. Her gün 12-13 saat çalışarak sürmenaj geçirmesine dahi sebep olan ve bu yüzden ilk beş yıllık çizimlerini "beni denizlerden uzaklaştırıyorsun" diye "sulara gömdüğü" macerasının kahramanın esin kaynağıyla altı yedi yaşlarındayken Darülaceze'de karşılaşmış. Annesiyle komşuları olan saraylı bir hanım teyzeyi ziyarete gittikleri bir gün, koridorlarda koşarken gözüne bir odada yatakta uzanan bir adam ilişmiş. Onu "Kadir Savun gibi, başı karyolanın başına değiyor, ayakları ise demirlerden çıkıyordu" diye tanımlıyor. İlk sorusu "amca niye sen bu kadar iri yarısın?" olmuş. Adam ona, bize gösterdiği not defterini uzatmış. Sonra uğruna kumbarasını kırıp evden kaçarak yanına gidip yatağını boş bulduğu bu adam Üsküdarlı Usta Kemal'miş. Bir zamanlar bir kahvehane işleten, mahalledeki dövüşlerde ustalığı nedeniyle kimsenin yenemediği bir kabadayı. Kendisi ev sahibi olmadığı halde mahallenin adalet timsali, öldürülen arkadaşı Ağır Hasan'ın eşine ev alan biri.
Usta Kemal nasıl Ustura Kemal oldu?
Üç resim bir araya geldi mi bir bant oluyor. Gün gazetesine vermek için hazırladığım ilk tanıtım bantında, Ustura Kemal Karacaahmet'teki bir kahveye giriyor, "heyt var mı bana yan bakan" diye bağırıyor. Orada Fetbaz Ömer diye biri var, "ulan benim bulunduğum çöplükte başka horoz istemem" diyerek o dönemlerde saldırma denilen kabadayıların kullandığı döner bıçağına benzeyen, sivri uçlu, çift taraflı bıçağı çekiyor. Bizim kahraman saldırma çekmeye tenezzül etmiyor cebinden bir ustura çıkartıyor, karşısındaki hamle yapınca bileğinden tutuyor, blink! diye vuruyor, parmaklar salatalık gibi dökülüyor yere. Böylece Ustura Kemal çıkıyor ortaya.
Ustura Kemal artık ekranda. Dizinin yönetmeni olan Mustafa Şevki Doğan ile çekimlerden önce konuşup hassasiyetlerinizi belirttiniz mi?
Onu ve Oktay Kaynarca'yı tanırım. Dizinin yapımcısı olan Süreç filmin sahibi Ali Gündoğdu ile 1996 yılında beraber yine Ustura Kemal'i çektik. Altı bölüm bir tane de pilot. Fakat Türker İnanoğlu diziyi yayından kaldırdı. Gündoğdu'yu o zamanlardan tanırım. Zaten Ustura Kemal dizisi için yaptığımız anlaşmada şöyle bir madde var: Ustura Kemal'in ahlaki, insani, vatansever değerlerine sadık kalınmak şartıyla. Yani uyulmazsa dava açarım hemen. Ama buna hiç gerek yok çünkü Mustafa Şevki Doğan çok iyi bir Ustura Kemal okuru. O zaten bunun yapılmasını uzun süredir istiyordu.
Peki dizide hangi karakterlerin öne çıkması gerektiğine dair bir öneriniz oldu mu?
Mesela İşgal Orduları İstihbarat Dairesi şefi J.G Benett. Emre Kınay tam bu adamın tipi, yüzü bile benziyor, soğuk. Kınay'a Benett'in ses bandını gönderdim. O kırık Türkçe ile konuşmasını hemen kapmış. Mustafa Şevki Doğan ile konuştum, "hemen kaptı" diyor onun konuşma tarzını. Bu adamın en büyük kötülüğü İstanbul'un işgal döneminde Anadolu'ya silah sevkiyatı yapacak gemilere vize vermemesi. Bu yüzden cephanelik boşaltılmış olsa bile Anadolu'ya silah ulaşmıyor. Fakat sonra bu gemiler için ticari belge alınarak Benett atlatılıyor.Yıllar sonra 1973'te Benett İstanbul'dan Anadolu'ya kaçırılan silahların ve milli mücadeleye katılmak isteyen insanların son durağı olan Özbekler Tekkesi'ne geldi ve tekkenin son şeyhi gazeteci Nezih Uzel ile yaptığı röportajda o dönem yaptıklarından dolayı özür diledi, vicdan azabı çektiğini söyledi. Son sözü de şu: "Ben J.G Benett kahraman Türk insanından, yaşayan insanlardan ve yaşamayan çocuklardan beni affetmelerini ve haklarını helal etmelerini istiyorum çünkü ben sizi 50 yıldan beri çok seviyorum." Benett İngiltere'de hafta sonu üniversitesinde Türkçe dili ve edebiyatı dersi verdiği bir dönemde ölüyor. Başka öne çıkması gereken bir diğer karakter de Ustura Kemal'in yakın arkadaşı Arap Abdullah. Diğer lakabı "yüce dağların ayısı".
Resimli romanınızda bu 30 yılda kaç macera yayınladınız?
Valla çok. Senede bir macera çizmiş olsam, 30-31 macera. İlk maceranın ismi "Bir Eyyam Böyle Geçti". Son maceranın ismi ise "İsimsiz Kahramanlar".
Bunca yıl çizdikleriniz arasında en ön planda tuttuğunuz ve muhakkak bu dizide yer almalı dediğiniz maceralar hangileri?
"Şeref Sözü" ile "İsimsiz Kahramanlar".
Neden?
Şeref sözü çok ilginçtir. Birinci Dünya Savaşı kaybedilirken halifelik bizde olduğu için cihat ilan ediyoruz. Kirmanşah konsoloshanesinde beş tane Hintli Müslüman kılıçlarını çektikleri gibi İngilizleri kesiyorlar. Ondan sonra Rauf Orbay, Hamidiye Zırhlısı ile bunları İstanbul'a getiriyor. Savaş bittikten sonra ailelerine teslim edilecek diye şeref sözü verilip bunlar Eyüp Sultan külliyelerinde saklanıyor. Fakat birden bire 18 Kasım'da İstanbul'un işgal edileceği anlaşılınca, işgalden bir iki gün önce Enver Paşa memleketten kaçmadan önce Teşkilat-ı Mahsusa müdürü Hüsamettin Ertürk'ü çağırarak "biz bu adamlara şeref sözü verdik, esir de düşsek bayrak aynı bayrak, şeref sözü aynı söz, bu adamların ailelerine teslim edilmesini mümkün kıl" diyor. İstanbul işgal edilince, bu adamlar bir numaralı harp suçlusu olarak idam edilmek üzere aranmaya başlıyorlar. Onların kaçırılma hikayesi.
"İsimsiz Kahramanlar" niye?
Çünkü bu macera bir belgesel… İstanbul işgali hakkında bu kadar çok kaynağın tek bir kitapta toplandığı başka bir eser yok. Romanın akışına göre hepsini kullandım.
İstanbul İşgali'ni işlemeyi niye düşündünüz resimli romanınızda?
Çünkü anneannem annemi İstanbul işgalinde doğurmuş. Yani İstanbul işgalinde acı çekmiş bir aileden geliyorum. Benim çocukluğumda bir tülbent vardı. O tülbendin içinde kuruyarak karton gibi olmuş üç dilim ekmek, 10 tane de zeytin çekirdek haline gelmişti. Türk ordusu İstanbul'a girdiğinde bizim evimizde sadece bunlar kalmış ve hem annem hem de anneannem de açlıktan verem. Yani o derece bir kıtlık var. Türk ordusu İstanbul'a giriyor anneanneme haber vermişler. Hüseyin Hüsnü Erkilet Paşa'nın mahiyetinde bir demir fırka fedailer bölüğü Kadıköy tarafından yürüyerek İstanbul'a girmiş. O zaman Türk bayrağı satışı, dikimi yasak. Anneannem elleriyle bir Türk bayrağı dikmiş. Onu da bir sopaya geçirmiş, annemi sırtına almış, koşturur bir şekilde yola koyulmuş. Haydarpaşa köprüsünün oralarda Türk süvarileriyle karşılaşmış. Hatta annemi bir süvariye vermiş, süvari de annemi havaya kaldırmış. Anneannem de ağlayarak süvarinin çizmelerine sarılmış, tozlarını yüzüne sürünüyor.
Kemal Pehlivanoğlu