Haşmet Babaoğlu, "Yasalarla korunan resmi ideolojiye ve bürokratik oligarşiye sırtını dayayıp seçilmişleri sabah akşam aşağılamak gerçektenmuhalefet olabilir mi?" diye sorduğu yazısında, Leman dergisinin son kapağını şöyle anlatıyordu: "Görüntü şu... Muhafazakâr medyanın üç ismi; Fehmi Koru, Ahmet Kekeç ve Salih Tuna operaya gitmişler fakat çok sıkılmışlar. Sahnedeki tenorun patlattığı arya karşısında biri 'Ben dayanamıycam abi' diyor, öbürü 'ulan ne zulümmüş bu, ikindi okunsa da namaza kaçsak' diyor." "Operada mescit tartışmasını bir yana bırakın şimdi… Ve elinizi vicdanınıza götürüp söyleyin... Bu kaba güldürme çabası gerçekten gülünç mü? Daha da önemlisi..."
"Bizzat bu karikatürü çizen ve yayınlayanların operaya gittiklerinde sıkılıp fenalık geçirmediklerine inanıyor musunuz? İnanmıyorsunuz, değil mi?" Ben, yıllar önce yazdığım bir yazıda, Babaoğlu'nun bir örnekle aktardığı bu mizahı "Devletin alkışladığı 'iktidar karşıtı' mizah" diye tanımlamış, bu "muhalif mizahı" benzer bir örnek vererek eleştiren Sırrı Süreyya Önder'in şu sözlerini alıntılamıştım: "30 Ağustos 2007'de yapılan zafer balosuna, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan, eşleri olmadan katıldılar. Ufuk Uras, eşsiz olarak bile davet edilmemişti. Bu, baloyu düzenleyenlerin dayattığı bir sonra, rütbe ve kıdem esasına göre, sırasıyla diğer komutanlar dansa dâhil olmuşlardı. (...) Hiçbir mizahçı bu absürditeye kayıtsız kalamaz. Böyle bir sahne Beynelmilel filminde, bu balo yapılmadan önce aynen canlandırılmıştı." Önder'in dediği gibi, niyeti olana ne malzeme var ama bizim muhalif mizahçılarımızın derdi başka işte. Şu kadarını aktarmam yetecektir: 27 Nisan muhtırasından sonra Leman'ın kapağını süsleyen sevindirik karikatürdeki diyalog aynen şöyleydi: "Gnlkrmy: Tayyip n'aber... Tayyip: N'oolsun..."