Çok mutsuzum. Çünkü konuşacak çok az insan buluyorum. Buldum mu da yapışıyorum. Bulduklarım yetmiyor, o zaman aranıyorum.
"Sarı", Jehan Barbur'un üçüncü albümü… Önce hayırlı olsun diyelim sonra soralım; sekiz yıldır profesyonel olarak müzikle uğraşıyorsun. Bu sekiz yılda hayatında ne tür farklılıklar oldu? Sekiz yıl önce 24 yaşında bir Jehan vardı. Şimdi 32 yaşındayım; hiçbir şey yapmasan dahi bir kadın için fark ediyor tabii.
Peki, düşüncelerinde bir değişiklik oldu mu?
Hayır, ama hayaller değişti. Büyük bir hayal dünyasında yaşarken şimdi daha gerçekçi olmayı öğrendim. Çünkü artık müzik sırf boş zamanlarımı doldurmak için yaptığım bir iş olmaktan çıktı; hayatım, arkadaşım, dostum, düşmanım, her şeyim oldu. Seni bununla seviyor ya da sevmiyorlar. Sana yeni bir kimlik kazandıran tuhaf bir şey haline geliyor müzik.
Yani müziğin dışında bir yaşam yok mu senin için?
Yok diyebilirim. 7-24 bu işe tutkuyla bağlıyım. Sadece şarkı yapıp albüm çıkarmak değil yaptığım, A'dan Z'ye her şeyle uğraşıyorum. ? Yani sözler ve müzikler dışında da mı? Sözler ve müzik benim için işin en kolay ve keyifli tarafı. Mesela bu albümü yaptım bitti ama asıl iş bundan sonra başlıyor. Yapıp bırakamıyorsun. İnsanlara bunu ulaştırmak, albümü canlı tutmak lazım ki, bu da çok ayrı bir mesai. "Popüler olmanın yolları çok farklı"
Ama bu işleri yapan başkaları yok mu?
Menajerler, basın danışmanları? Bu bir hayal… Yok öyle şey. Pop müzik yapıyorsanız saç tokanızı takan da var, makyajınızı yapan da, sinirlendiğiniz zaman elinizi ovuşturan da… Biz de yok bunlar…
"Biz" derken kimlerden söz ediyorsun?
Medyanın yüzünü çevirdiği insanlar.
Şuraya bir açıklık getirelim. "Medyanın yüzünü çevirdiği insanlar" derken neyi kastediyorsun?
Benim gibi işin başka bir ucundan tutmak isteyen isimler. İnatla, bencilce, buna istikrar da diyebilirsin; kalbindeki duyguları hiç müdahale olmadan ortaya koyan insanlar… Mesela bir prodüktör çıkıp da "albümdeki bu şarkı şöyle olacak" dediği zaman bize geliyor... Ben içimden nasıl gelirse öyle çıkarıp ortaya koymak istiyorum. Biz herhangi bir şeye hizmet etmek için yapmıyoruz bu işi.
Yani "popüler olmak gibi bir derdim yok" diyorsun?
Hiç öyle bir derdim yok ama tanınma derdim var. Yaptığım işi duyurma derdim var. Mesela televizyonu açıyorsunuz, karşınızda Süreyya Yalçın… Ben bu ismi neden biliyorum? Kim bu kadın, ne iş yapıyor? Bakıyorsun başka bir yerde jüri üyesi… Bu popülerlik işte… Üretimle bir ilgisi yok.
Süreyya Yalçın yanlış bir örnek oldu galiba. Çünkü o başka bir kulvarda… Nedir ki onun kulvarı?
Popüler olmanın yolları çok farklı, onu söylemeye çalışıyorum.
Mesela Serdar Ortaç da popüler… "Ben o yolu seçmedim mi" demek istiyorsun?
Ben o tarz müzik yapmıyorum. "Onu seçmedim" demek kötülemek gibi olur ki bu yanlış. Benim tarzımın alıcısı onunkinden daha az. Ben buyum, kendimi biliyorum. Ahmet de olamam, Mehmet de… Sonuçta "Jehan bu kadar yapabiliyor. Daha fazlasını beceremiyor" da diyebilirsin, bunu eksiklik olarak da görebilirsin.
Neden eksiklik olsun?
Apayrı bir tarz bu… Sinan Çetin, birlikte katıldığımız bir televizyon programında "Sizin sığındığınız 'popüler olmak istemiyorum' lafına karşıyım" demişti. Böyle bir sorunum yok. Hâl ve gidiş beni bilinir kılmıyor. Bu ikisini ayırmak lazım.
Popüler kültüre karşı değilsin yani…
Bunu söylemek yanlış. Oraya hizmet eden ve bizden yüz kat daha para kazanan insanlara çemkirmek de yanlış. Biz bunu bilerek yapıyoruz. Bu yağla kavrulmayı göze almışsak, "yıllarca uğraştık neden bir arpa boyu yol aldık" demek çirkin. Ama bir kitapçıya girdiğimde ilk es geçtiğim raf en çok satanlardır.
Ben de onları okuyorum ne yapacağız şimdi…
Yapacak bir şey yok… Sen bana onları anlatırsın, bende sana okumadıklarını anlatırım. Ortak bir yerde buluşuruz. ? Biraz gerilere dönelim istersen. Beyrut'ta doğmuşsun, hiç hatırlıyor musun doğum yerini? Yok, sadece 14 yaşında gezmek için gitmiştim. Yaşadığım, kokladığım bir yer değil Beyrut… İskenderun benim memleketim. İskenderun'un da mozaik gibi değişik bir kültürü vardır… Her şeyi o kültüre borçluyum. Yaşarken, bir mozaik içinde yaşıyorum demezsin, o kadar doğaldır. Bir gelincik bahçesinde sadece gelincikleri görürsün. Ama ormanda, onları da, bütün çiçekleri de hissedersin. O karmaşanın güzelliğini yaşarsın. Ne zamanki oradan çıkarsın, insanlar sana "Türk değil misin?", "Adın neden böyle" gibi abuk ve ırksal sorular sormaya başlar.
Ankara'ya gelince mi o abuk sorularla karşılaştın?
Evet. ? Ne oldu, dışlandın mı üniversiteye gidince? Pek dışlanmadım, sadece dışarıda durdum.
Bilkent'te Amerikan Kültür ve Edebiyatı bölümüne burslu girmişsin… Kolay olmamalı o okuldan burs almak…
Çok çalıştım. Ben her zaman inek bir talebeydim. Aslında amacım Amerikan edebiyatı filan değildi. İskenderun'daki kozamdan çıkıp dünyaya açılmak istiyordum. Bunun için de Bilkent ideal bir yerdi.
Bir de tiyatro maceran var yanılmıyorsam?
Tiyatrocu olmak çocukluğumdan beri hayalimdi. Ama babam istemedi. Sahnenin bir kadına çok şey vaat edemeyeceğini düşünüyordu ve haklıydı.
Neden haklıydı?
Haklıydı, çünkü tiyatro kör aşk gerektiren bir uğraş. Ayrıca benden 57 yaş büyüktü babam ve onun dönemindeki sahne anlayışı bugünkünden biraz farklıydı. Ama eminim şimdi hayatta olsa; "Aferin kızım, kendinden ödün vermeden dişini tırnağına takıp bu işle uğraştın" derdi.
Tiyatrocu olamadın ama tiyatro müzikleri yaptın…
"Ay Işığı Tarifesi" ve "Şems'i Unutma" adlı oyunlara müzik yaptım. Bu da bir deneme oldu benim için.
Bir de "Çatıdaki Çimenler" adlı blog'un var? Ona neden ihtiyaç duydun. Yine kendini ifade etmek için mi?
Bu tuhaf bir şey… Bazen yaptığım bencillik mi diye düşünüyorum. Sürekli kendimi ifade etmek, yandaş bulmak istiyorum. Hep ben, ben, ben… Gördüğüm her şeyi söylemek istiyorum. Çünkü ne kadar ömrüm var bilmiyorum. O bitene kadar anlatmak istiyorum. Blog da, bunun bir yolu. Şarkı olmayacak kadar uzun düşüncelerimi, şiirlerimi blog'uma yazıyorum.
Hep bir şeyler anlatmak, kendimi ifade etmek istiyorsun. Nedir "derdin"?
Çok mutsuzum. Çünkü konuşacak çok az insan buluyorum. Buldum mu da yapışıyorum. Bulduklarım yetmiyor, o zaman aranıyorum. Mutsuzum derken; "şunu aldım, bunu giydim" gibi şeylerden sıkılıyorum. Derdim, bu yoğun hayat şartlarında insan olduğumuzu, sevmeyi, nefret etmenin türlerini hatırlatmak. Şimdiki çocuklar ellerinde iPhone'larla, tabletlerle okula gidiyorlar. Biz saman kağıtta kitap okuyan son jenerasyonuz. Bunları hatırlasınlar, bu duyguları yok olmasın istiyorum.
Kısaca hayatlarının anlamlı olmasını mı istiyorsun?
Öyle dersem, onların hayatları anlamsızmış da benimki anlamlıymış gibi anlaşılır. Ben onlara biraz daha anlam katmak istiyorum. Bu da kolay aslında…
Kolaysa, söyle, ben de biraz anlam eklesem hayatıma…
Tüketim alışkanlıklarından biraz uzak kalmayı kabul edeceksin. Çünkü bir insana duyduğun bağlılığın, ya da bir çiçeğin kokusunun verdiği hazzı başka yerde bulamazsın… Ne bir iPad'de, ne başka şeyde… Biz hafızalarımızı artık sanal sayfalara emanet etmeye başladık. ? Yaşama bakış açın oldukça farklı…
Bunun alt yapısı nereden geliyor?
Galiba annemin babamın getirdiği genetik bir hatıradan. 1923 doğumlu bir babadan bahsediyoruz; bana anlatabileceklerini düşün. Ben 10 yaşındayım, adam 67 yaşında. "Yavrucuğum hayatta ifrata gitmeyeceksin" diyor mesela; "İfrat nedir?" diye soruyorum. "Aç lügati bak" diyor. Kalkıyorsun kitap karıştırıyorsun. Savaş görmüş, zorluklar çekmiş bir insan.
Peki ya annen?
Annem kültürel olarak ondan tamamen farklı bir kadın. Babam çok doğulu annem çok batılı. Audrey Hepburn'ün izdüşümü, gustosu çok yüksek, sanatkar bir kadın. Ben çok şanslıydım. İkisinin de öğrettiği şeyler çok farklıydı.
Hayatında Bülent Ortaçgil'in de önemli bir yeri var. İlk albümünü onun sayesinde yapmışsın.Nasıl tanıştın Ortaçgil ile?
"Bir gün Bülent Ortaçgil'e bir CD verdim ve…"
Cem Aksel beni Gürol (Ağırbaş) ağabeyle tanıştırmak için Ada Müzik'e götürmüştü. gün de birlikte yemek yiyorlarmış. Bülent ağabey benimle ilgilendi; "Varsa bir demo CD'in bırak da dinleyeyim" dedi. Bıraktım. İki gün sonra telefonun çaldı… Aynen öyle oldu. "Yaptıklarını sevdim, beni etkiledi!" dedi… Sonra beni Ada Müzik'e, Bülent Forta'ya emanet etti. Ortaçgil'in referansı çok kıymetliydi. Onlar da gözleri kapalı emaneti aldılar… Sonra devam ettim işte…
Gerçekten hiçbir işine karışmadılar mı?
Hiç. Geçen gün Bülent Forta, "Bugüne kadar 500 albüm yaptım. Tek karışmadığım insan sensin" dedi.
Son olarak sorayım, son albümünle ilgili neler hissediyorsun?
Doğrusunu istersen biraz korkuttu beni bu albüm. Artık bundan daha iyi bir şey yapmam gerekiyor. Ya da hiç yapmamam.
Bunu nasıl anlayabiliyorsun? İnsan her çocuğunu aynı şekilde sevmez mi?
Ben üç çocuğumu da çok seviyorum. "Uyan"ı da "Hayat"ı da… Ama bu sefer, taşları yerine oturtarak daha bilinçli çalıştığıma inanıyorum…