Hüznün insan ruhuna etkisi nedir? Hüzünlü müyüm depresyonda mıyım? Psikolojim ilaç kullanacak kadar bozuk mu? Yüzyıl önce depresyon var mıydı? Ruhsal sıkıntılarımıza bedenimiz nasıl cevap veriyor? Batı kültürüyle Doğu kültürü arasındaki fark psikolojik tanıya nasıl etki ediyor? Prof. Dr. Kemal Sayar, "Hüzün Hastalığı adlı yeni kitabıyla bu konularda ezberleri bozuyor.
İlaç sektörünün artık normal acıları bile klinik vaka haline dönüştürdüğünü söyleyen Sayar "Bırakalım hüznü! Biz psikiyatristler onu ellemeyelim, ona dokunmayalım. İnsanın doğal hallerini patoloji hanesine yazmayalım. Bazı şeylere de tahammül edelim" diyor. Kemal Sayar'la hüznü ve psikiyatri dünyasında yaşanan tartışmaları konuştuk. Ülkelerin artık "medikal bürokrasi" tarafından yönetildiğini söyleyen Sayar'ın açıklamaları tartışma yaratacağa benziyor.
Hüzünden ünden steril yaşamak, acıdan uzak durmak insanda nasıl etkiler bırakır?
Acısız bir hayat, olgunlaşmamış bir hayattır. İnsanın acıyla, hüzünle teması onu içsel yolculuğa çıkarır. Hayatta yaşadığımız kayıplar, üzüntüler bize bir dünya görüşü kazandırır. Ölümün mukadder olduğu bilgisi bunlardan biridir. Günümüz Batı mahreçli popüler kültürü acı ve ölümün inkârı üzerine kurulu. Böylelikle iç dünyamızda olgunlaşmayan, eksik kalan yanlarımız oluyor. Bunu da tüketerek doldurmaya çalışıyoruz.
Hüzün eksikliği ruhumuzda ne gibi eksikliklere neden oluyor?
Mesela çocuk gibi, ergen gibi davranan, evine ekmek tuz götürmenin sorumluluğunu hissetmeyen, kendi ayakları üzerinde durmanın derdinde olmayan, hep birilerinin gölgesinde yaşamak isteyen, tercihleri konusunda bağımlılık noktasında olan pek çok insan görüyorum. Kısacası büyüyemeyen insanlar meydana çıkıyor diyebilirim.
Yüzyıl önce depresyon var mıydı?
Her yaşadığımız hüzün karşısında antidepresan kullanmak zorunda mıyız? Bundan yüzyıl önce depresyon diye bir hastalık yoktu. Bir Fransız sosyolog, kapitalizmin üretimi öne alan, tüketemeyen insanı dışarıda bırakan zihniyetinin gelişmesiyle depresyonun ortaya çıktığını söyler. Değerlendirmeye göre herkes yeterince tüketici ve üretici olamıyor. Bu insanlara tutunamayan insanlar diyoruz ve ilaç tedavisiyle onları tekrar tüketici konumuna getirmeye çalışıyoruz. Kapitalist sistemin dışına çıkan insanlara psikiyatrik etiketleri çok rahat yapıştırabiliyoruz. Hâlbuki bazı insanlar patolojik derecede normaller; önlerine ne konulursa kabul ediyorlar. Eğer hastalık dişlinin dışına çıkmaksa hasta olmak daha iyi bir şey olabilir.
Hüzün duymanın iyi tarafları nelerdir?
Kitabımda hüznün doğal olduğunu, insanın hüzünlenen bir varlık olduğunu hatta hüzünlenmenin iyi bir şey olduğunu söylüyorum. Çünkü hüzün duyan insanın iyiliğe muktedir olduğunu ve aczini keşfedeceğini ve bütün yaratılmışa daha merhametli davranacağını tartışıyorum. Bırakalım hüznü! Biz psikiyatristler onu ellemeyelim, ona dokunmayalım. İnsanın doğal hallerini patoloji hanesine yazmayalım. Bazı şeylere de tahammül edelim.
Depresyonla hüzün arasındaki ince çizgiyi nasıl belirliyorsunuz?
İkisi arasında bir değerlendirme yaparken işlevsellik, yoğunluk ve süreyi göz önüne alıyoruz. Hüzünlü olduğunuzda bazı haberler sizi o atmosferden uzaklaştırabilirken klinik depresyonda mutlu haberler gelse bile sevinemezsiniz. İnsanlar sevdikleri insanları kaybettiklerinde yas tepkisi verirler. Eğer bu seneleri bulan, günlük işleyişinizi etkileyen bir durum haline gelirse klinik bir durum var demektir. Yoksa hüznün tatlı bir tarafı da vardır. İnsan kendi içine bakar, kendiyle konuşur. Şiirler yazar, yeni kelimeler bulur. Oysa depresyon felç edici bir duygudur; dünyayı karanlık bir yer olarak gösterir.
"Psikolojik sorunlarım var" diye gelen danışanlarınızı "iyisin" diyerek gönderdiğiniz oluyor mu?
O kadar çok oluyor ki! Hüzün konusunda kendini depresyonda zannedip, günlük hayatında normal tepkiler veren insanları ilaç vermeden gönderdiğimiz oluyor. Bunun yanında basit bir üzüntü gibi duran vakaların altından ağır depresyonlar çıkabiliyor. Bu insanları da ilaç kullanmaları konusunda ikna ediyorum.
Türkiye'de psikolojik sorunların tespitinde Batı'ya göre farklılıklar var mı?
Doğu toplumlarında ve Türkiye'de ruhsal sıkıntılar bedensel belirtilerle kendini ortaya koyabiliyor. Bedensel belirtiler adeta ruhsal halleri tanımlamakta kullanılıyor. Ruhsal şikâyetlerin bedensel şikayetler şeklinde kendini ortaya koyduğunu göz ardı edersek birçok psikolojik durumu da gözden kaçırmış oluruz.
"Antidepresanlar hayatı öğrenmeye engel oluyor"
İnsanların bilinçli olarak ilaçla hüzünden ve acıdan kaçmak istemelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Günümüz toplumu analjezi yani ağrıdan kaçış toplumu olarak isimlendiriliyor. İlaçlarda bu kaçışın enstrümanı olarak kullanıyorlar. İnsanlar bazı yaşanan acıları ancak onları hazmederek yerli yerine oturtabilir. Yaşadıklarımızdan ders çıkartabilir, başımıza gelecekler konusunda daha dayanıklı olabiliriz. Yerli yerinde kullanılmayan antidepresanlar insanların hayatı öğrenmesine engel oluyorlar.
Artık ülkelerin hastaneler tarafından yönetildiği fikrine katılıyor musunuz?
Modern toplumlarda tıp yeni otoriterlerden bir tanesi... Nasıl yaşayacağımızın düsturlarını bize tıp söylüyor. Doğru bir hayatın nasıl olacağı konusunda "sabah kalk spor yap, şunu ye şunu yeme, haftada şu kadar seks yap" diyerek kurallar ortaya koyuyor. Artık yaşama dair kurallar dinin vaaz ettiği kurallar olmaktan çıktı, tıbbın vaaz ettiği kurallar olmaya başladı. Hayat aslında medikal bürokrasi tarafından yönetilen bir hal aldı. İyi hayatın tanımını da medikal bürokrasinin mensupları yapmaya başladı.
Tıp camiasının içinden biri olarak bu eleştirileri nasıl yapıyorsunuz?
Benim kafam soru soran bir kafa. Tıbba girdiğimde tıbbı sorguluyordum. Psikiyatriye girdiğimde psikiyatriyi sorguladım; Anti-psikiyatri'yle ilgili eserler derledim ve yazdım. İşimin yumuşak karnını, zayıf noktalarını bilirsem hastalarıma daha iyi yardımcı olacağımı düşündüm. Her şeyi bilmekten ziyade neyi, ne kadar bildiğimizin farkına varırsak daha fazla işe yarayan insanlar olabiliriz.