Bugün günlük yaşamımıza şöyle bir baktığımızda, çok şeyin değiştiğini görüyoruz. İnsan ilişkileri de öyle. Akşam misafirlikleri, komşuluk ilişkileri büyük kentlerde, neredeyse bitme noktasına gelmiş gibi görünüyor. Halbuki, eskiden öyle miydi? O günleri şöyle bir hatırlayalım. Özellikle komşuluk ilişkileri, yalnız Antalya'da değil, tüm Türkiye'de ayrı bir önem taşırdı. 'Ev alma, komşu al' sözünün büyük bir önemi vardı. Komşuluk her şeyin başıydı. Evleneceği kızı bile kendi görmeden, komşusuna seçtirirdi. "Komşum uygun gördü ise, bana da uygundur" derdi. Her gün bir komşuya gitmek adetti. Erzaklar alınır; oraya öyle gidilirdi. Orada hep birlikte yemekler pişirilir, sohbet edilir, oyunlar oynanır, iş, nakış, dikiş, biçki yapılırdı. Akşam üzeri de tekrar evlere dönülürdü. Bazı akşamlar da "Sıra Gezmeleri"ne gidilirdi.
'AHRETLIK' DOSTLUKLAR
Misafiri bugün genellikle olduğu gibi, hazır alınmış yiyeceklerle ağırlamak ayıptı. Haberli gelmiş misafirine, çayın yanında çarşıdan satın alınmış pasta türü yiyecek ikram eden kadının misafirine önem vermediği, zahmet etmeye değer bulmadığı sonucu çıkarılırdı. Bir de o zamanlar her kadının sıkı-fıkı olduğu, bütün sırlarını hiç çekinmeden açtığı muhakkak bir kadın arkadaşı olurdu. Birbirlerine hediyeler verirler; zor günlerinde birbirlerine yardımcı olurlar; birbirlerini başkalarına karşı savunurlardı. Bu öyle bir dostluk idi ki, aralarındaki bu sevginin hiç bitmesini istemedikleri gibi, ölümden sonra da devam etmesini arzuladıkları için birbirlerine isimleri ile hitap etmek yerine, birbirlerini "ahretlik" olarak çağırırlardı.
ARTIK UMURSAMAZLIK VAR
O zamanlar çoraplarda ve giysilerde naylon karışımı olmadığı için, özellikle erkek pantolonları ile çoraplar çok dayanıksız olur; birkaç aylık giymeden sonra, pantolonların kıçları veya dizleri aşınır ve muhakkak yama gerektirdi. O zamanlar her erkeğin bir günlük pantolonu, bir de bayramlık giysisi olurdu. Özellikle taban ve topuk kısımları delinen çoraplar, ev hanımları tarafından büyük bir beceri ile yamalanırdı. Kadınların kocalarına yaptıkları sitem veya bir naz vardı ki, bunu da eşarp çatkısı ile ifade ederlerdi. Başı çok ağrıyan kadınlar veya akşam evine geç dönen kocasına yorgunluğunu, üzüntüsünü belli etmek veya nazlanmak amacıyla, eşarbı kat kat yapar, alınlarından sıkıca geçirip ensede düğümlerlerdi. Buna 'çatkı' denir ki bu kocasına veya çevreye 'başım çatlayacak gibi ağrıyor' mesajını verirdi. Eve geç gelen koca, karısının başında çatkıyı görünce ne demek olduğunu anlar. Anlar ya, artık yapacak bir şey de kalmamıştır. Kocanın o durumda yapacağı şey 'ekmek parası için nelere katlandığı' türünden her zamanki savunmalardı. Özetle, yalnız Antalya'da değil, her yerde komşuluk ilişkileri günden güne, umursamazlığa dönüşüyor. Bana da, eski o güzel günleri hatırlatmak görevi düşüyor.
SAYGI VE SEVGİ VARDI
O zamanlar mahallede bilgi ve görgüleri ile ünlenmiş ve genellikle yaşlı kadınlara, mahalle kadınları tarafından büyük saygı gösterilirdi. Herhangi bir sorun veya hastalıkta onların bilgilerine başvurulur, yardımları istenirdi. Bu kadınlar da bu yardımları hiçbir karşılık beklemeden, fakat büyük bir gurur içinde yerine getirirlerdi. Bu kadınlar, ayrıca karıkoca arasındaki anlaşmazlıklarda da arabuluculuk yaparlardı.
MİSAFİRLİKTE BİLE İŞ YAPILIRDI
KADINLAR o zamanlar, herhangi bir işte çalışmadıkları için, yalnızca ev işleri ve çocuklarının bakımları ile ilgilenirlerdi. Haftanın belirli bir gününü çamaşır yıkamaya, bir gününü yırtık yamamaya, bir gününü özel yemeklerin hazırlanmasına ve bir gününü de misafir gezmesine ayırırlardı. Genellikle öğle sonralarında yapılan bu misafir gezmelerinde, evlerinde bitiremedikleri işlerini de yanlarına alırlardı. Böylece misafirlikte hem hoş-sohbet ederler, hem de bir taraftan ellerindeki işleri yaparlardı.
KÜÇÜK BİNALARDAN DEV APARTMANLARA
HER evin bahçesinde havuzu vardı. Sokaktan geçen arıklardaki su, her evin avlusundaki bu havuzlara akar, yıkanmada, bahçelerin sulanmasında ve temizlikte kullanılırdı. Çamaşır, bulaşık yıkanır, evdeki tahta tabanlar da bu sularla temizlenir, sarı tahta boyaları ile boyanırdı. Karpuzlar soğusun diye bu havuzlara atılırdı. Çocuklar oyun sırasında susadıklarında; arık kenarlarına yüzükoyun yatarak, bu sulardan içerlerdi. İçerlerdi ama, hiç de hastalık olmazdı. Çünkü hiç kimse sulara çer-çöpünü atmazdı. Artık birkaç ailenin birlikte yaşadığı büyük evler kalmadı. İnsanlar, onlarca ailenin birlikte yaşadığı, fakat genellikle birbirleri ile görüşmediği, apartmanlarda yaşamaya başladı. Herkes plastik beyaz panjurların arkasına 'hapsoldu' adeta. Apartmanda bir kavga çıksa, kimse kimseyi kavgadan vazgeçirmeye çalışmıyor. Apartmana bir ambulans yaklaşsa; n'olmuş diye, kimse komşuna artık koşturmuyor. Olayı, sadece sessizce uzaktan izlemeyi tercih ediyor. Komşuluk ilişkisi şimdi, yalnızca apartman çatılarındaki 'günısı kollektörleri' arasında kaldı.