Takvimlerde Ağustos ayının ilk haftası, 'Eyyami Bahur' sıcakları olarak gösterilir. Eski dilde eyyam, 'günler' anlamında; bahur ise 'fazla sıcaklıkla oluşan buhar' anlamındadır. Türkiye'nin başka yörelerinde bu buharlaşma günleri Ağustos ayının ilk haftası olarak bilinse de, Antalya'da bu buharlaşma hemen hemen Temmuz-Ağustos ayları boyunca sürer. Taa... ki, 16-17 Eylül günlerinde, ilk yaz yağmuru damlaları yere düşünceye kadar. O günden sonra gündüz sıcaklıkları devam etse de; akşamları insanlar, rahat bir nefes alır ve vücutlarda oluşan aşırı buharlaşma durur. Antalya'nın bu durumunu Hakan Günday, çok sevdiğim Malafa adlı kitabında şöyle anlatır: "Antalya, dünya üzerinde kendine ait güneşi olan tek kenttir. Bu güneş ısıtmaz ama ıslatır. Kanser yapmaz ama kan kusturur. Turisti bronzlaştırırken, çalışanı buharlaştırır. O kadar erken doğar ki geceyi kimse anımsamaz. Güneş Antalya'ya, Isparta'dan yakındır. Kirpik terletir, dudak yapıştırır. Tatil köyüne doğuyorsa, kahvaltı sonrası için havuz kenarındaki şezlonga havlu atma, Topaz'ın bahçe girişindeki güvenlik kulübesine doğuyorsa beyin kanaması zamanıdır."
'MELTEM'SİZ OLMAZ
Yapılan yüksek binalar, Antalya'nın iklim koşulları ve rüzgâr yönleri düşünülmeden inşa edildiklerinden her gün, öğle öncesi saat 10.30 civarında denizden esmeye başlayan meltemi kestiler. Eskiden Antalya çok güzel meltem rüzgarı alırdı. 'Meltem Hanım' diyerek de gönlü okşanan bu esinti, bizlere serinlik, bitki örtüsüne, canlılık ve nem getirirdi. Bu 'meltem hanım', güneş biraz yükseldikten, yani karalar ısındıktan sonra deniz tarafından karalara doğru eser ve ikindiye kadar devam eder; sonra akşam karanlığına kadar meltemin durgun devresidir. Bundan sonra basınç dengesi bozulur, tersine döner ve güneş doğuncaya kadar 'Manavgat' denilen rüzgâr, karadan denize doğru eser. Bu iki rüzgâr, Antalya'nın yazın çöl sıcağına benzeyen havasını biraz olsa da yumuşatır, dayanabilecek hale getirir. Meltem rüzgarının serinliği ve yönleri de son derece değişiktir. Deniz meltemi yaz başlarında çok serin olur, adeta üşütecek derecede insanı çarpar. Yaz ortalarına doğru ve sonraları hayli yumuşar. Kara meltemi kurudur ve ancak gece yarısından sonra gerçek serinletici etkisini yapar. Fakat karalardaki durum değişik olduğundan, bu da ona göre değişir; kara tarafına yağmur yağınca; bu da kıyılara serin getrir ve çok hoş eser. Meltem, Antalya'da denizden 70 ila 80 km. içerilere kadar sokulur. Ne de olsa meltemler, Antalya kıyılarının olağan klimasıdır. Bu estikçe ağır sıcaklar biraz hafifler, dayanabilme derecesine inerler.
ANTALYA'YI SEVMEK
Biz Antalyalılar, öğleden önce denizden esmeye başlayan bu meltem rüzgârını, bugün de olduğu gibi; "İşte, meltem hanım geldi" diye sevinçle karşılarız. Bu rüzgâr, akşam üzeri doğu istikametine döner. Antalyalılar buna 'Alatimya' veya 'Manavgat' derler. Yazın Antalya'nın en sevilen ve beklenen rüzgârı budur. Gece yarısına doğru hava poyraza döner. Gündüzün melteminden ve akşamın Manavgat rüzgârından sonra esen bu hafif poyraz da serindir. Fakat temmuzun ortası ile ağustos başı arasında, yılına göre 10 gün, çoklukla 15 ila 20 gün devam eden bir devrede, 'Eyyam-i Bahur' denilen günler araya girer. İnsanın dayanma gücünü aşan o kadar sıcak yapar ki, bazen serçeleri bile yere düşürür ve insanları bunaltır, Antalya caddelerinde adeta bir ölüm sessizliği yaratır. Bazen sıcak toz bulutlarını da sürükler, meltemlerde açılan pencereler, bu rüzgârın esmesiyle kapanır. Yerlisi Antalya'yı, aşırı sıcağı ile de sever. Buna mecburdur da. Biz bugünlerde, insanı buharlaştıran o günleri yaşıyoruz.
GÜLÜN DİKENİ, SICAKLAR
Antalya'da doğup büyümeyen, Antalya'nın Temmuz- Ağustos sıcaklarına zor alışır. İşi gereği veya emeklilik günlerini geçirmek üzere Antalya'ya yerleşen "Yeni Antalyalılar", kentin yerli halkına "Her şey hoş ve güzel de; bu sıcaklarınız hiç çekilmiyor!" diyerek sitem ederler. Haklılar da. Ancak bir şey unutuluyor. Eskiden bu kadar beton yapı, yüksek binalar yoktu Antalya'da. Evler çoğunlukla ahşap; 'Meltem ve Manavgat Rüzgârları'nı alacak ve birbirlerini gölgelendirecek şekilde dar sokaklar içinde inşa edilmişlerdi. Ayrıca evler ve caddelerdeki kaldırımlar, kocaman yalancı karabiber ağaçlarının gölgesi altındaydı. Yaz aylarında dik gelen güneş ışınları toprağa ve evlere ulaşamazdı bile. Bunlardan başka, eskiden Antalya caddelerindeki kanallarda ve küçücük dar sokaklarında Düden Çayı'ndan gelen gürül gürül buz gibi sular akar, kente bir serinlik verirdi. Akşamüstleri sokaklar, caddeler, bu sularla sulanırdı. Bugün bu sular yok ama kale gibi yükselen beton binalar var. Bu beton yapılar, bugün olanca güneşi gün boyunca emiyor; adeta bir fırına dönen duvarlar, gece boyunca da, o evlerde yaşayanlara hayatı zehir ediyorlar.