Son iki yıldır, Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından Antalya'nın Fethi kutlamaları yapıyoruz. Son bir haftadır yolda bana rastlayanlar, telefonla beni arayanlar "Ağabey, Antalya'nın Fethi mi vardı? Biz şimdi neyi kutluyoruz?" gibi sorular sordular. Çok üzüldüm. Son 15 yıldır, en az 5-6 kez bunları yazdım. Kitaplarımda bu konuları çok detaylı şekilde anlattım. Haydi bunları okumadık diyelim. Konyaaltı Caddesi üzerindeki parkın girişince, at üzerinde bir eliyle Antalya'yı işaret eden, Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev heykelini görünce, bu kişinin kim olduğunu da hiç mi merak edilmedi? Dünyanın en güzel kentlerinden birinde yaşıyoruz, ekmeğini yiyoruz, havasını soluyoruz, nimetlerinden faydalanıyoruz, fakat bu güzel yurdu, tarihte ilk kez bize kimin kazandırdığını bilmiyoruz. Pes doğrusu... O zaman, okullarda öğretmenlerimizden, öğrencilerine kent kültürü verme konusunda, biraz daha fazla zaman ayırmalarını diliyorum. Ben de Antalya'nın fethini, bilmeyenler için bir daha anlatayım.
ANTALYA'NIN FETHİ
Anadolu Selçuklu Devleti'nin güçlenme döneminde zaten başlıca düşüncelerinden biri Antalya'yı ele geçirmekti. Bunda şüphesiz Antalya'nın stratejik ve ekonomik önemi büyüktü. Antalya, İstanbul ile Mısır arasındaki en kısa yol üzerinde bulunmaktaydı. Bu dönemde devlet yapısında belirli bir güce ulaşan Anadolu Selçuklu Devleti, büyük ve önemli bir limana sahip olarak deniz ticaretini sürdürmek istiyordu. Türkler Antalya'ya yöneldikleri sırada, Antalya da Bizans idaresinden çıkmış idi. 1204 sonrasında Antalya'da da idare değişmiş, Aldo Brandini adında bir İtalyan kenti ele geçirmiş; Antalya'da ticaret hayatının güvenliği kalmamıştı. Antalya'da bazı tüccarların soyulmaları, bu istek için bir bahane oldu. Antalyalı tüccarlar Konya'ya giderek Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev'in huzurunda yerlere kapanıp, yardım dilediler. Sultan Antalya'dan geliyormuşsunuz, derdiniz nedir? diye sordu. Tüccarlar:"Ey yüce sultanımız... Biz geçimini denizcilikle sağlayan tüccarlardanız. Mısır'dan mal aldık. Oradan gemilerle Antalya kıyılarına çıktık. Frenkler mallarımızı aldı; bizi soyup soyana çevirdi. Sonra da "Gidin, derdinizi sultanınıza söyleyin, gücü varsa. gelsin mallarınızı geri alsın" diyerek bizi kovdu. Halimizi size arz ediyoruz. Medet ulu sultanımızdan" dediler. I. Gıyaseddin Keyhüsrev hiddetle: "Sizin mallarınız benim mallarım demektir. Mallarınızı geri alıncaya kadar bu tahta oturmayacağım. Hiç endişe etmeyiniz. Sultanınız size verdiği sözü mutlaka yerine getirecektir" dedi ve vezirine dönerek emir buyurdu: "Tez zamanda sefer hazırlıkları başlasın." Antalya'ya gelince Sultan, tüccarlara dönerek "Ağalar geldik herhalde" dedi. - Evet sultanım, geldik, diye tüccarlar yanıtladılar. Ertesi gün, güneş doğmadan Antalya kale surlarının yakınlarına gelindiğinde sultan, ordusunu bir el işaretiyle durdurdu. Sağ elini gözlerine siper ederek kaleye baktı. Önünde su hendek ve ikinci sur olan kale oldukça yüksek idi. Sultan kenti kuşatmağa başladıysa da, 16 gün sonra kuşatmaya ara vermek zorunda kaldı. Çünkü o devirlerde Kıbrıslılar, Anadolu sahilleriyle sıkı bir ticaret ilişkisi içindeydiler. Özellikle yiyecek maddelerini Antalya'dan sağlıyorlardı. Ayrıca Kıbrıs'taki Haçlılar için Antalya, bir gıda temin etme yeri idi. Bu nedenle kentin Valisi Aldobrandini adındaki şahsın isteğine uyarak Antalya'yı Sultanın kuşatmasından kurtarmak için Kıbrıs'tan G. De Monbeliard komutasında ağır silahlanmış 200 piyade askeri yardımcı birlik ile yardıma geldiler. Gelenlerin başında Kıbrıs kralının varisi Gautier de Montbeliard bulunuyordu. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, bir süre için kenti zaptetmekten vazgeçip, askerlerinin bir bölümü ile Konya'ya döndü. Askerlerin diğer bölümü ise Antalya yöresinde kalarak, kenti uzaktan kuşatmaya devam ettiler. Antalya kenti iki ay süreyle kuşatıldı. Kuşatma kısa sürede etkisini gösterdi. Kıbrıslılar Antalya'yı, Kıbrıs Kralının mülkü saydıklarından, kaleye çekilerek kendilerini savunmaya ve korumaya çalıştılar. Kuşatma sırasında açlık ve sefalet içinde kalan Antalya'nın yerli halkı ile Kıbrıs askerleri arasında silahlı çatışma başladı. İki ayı geçen kuşatmadan sonra gelişen bu olayı haber alan Sultan Gıyaseddin I. Gıyaseddin Keyhüsrev, kesin sonuç alınabilecek günlerin artık geldiğini anlayarak, savaş için hazırlanılmasını emretti. 1207 yılı Şubat ayında I. Gıyaseddin Keyhüsrev ordusu ile kente gelerek Antalya'yı kuşattı.
İLK ZAFER İŞARETİ
Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev: - Bu kale okla gürzle alınmaz. Kendine güvenen er kişi varsa burçlara tırmansın, kılıç ve kalkanını kullansın, emrini verdi. Kalenin duvarlarına geniş ve uzun merdivenler kuruldu. Ancak kale duvarlarına yanaşmak imkanı yok. Savaşın kızıştığı bir anda, pırıl pırıl zırhlılar giyinmiş bir sipahi omzunda merdiven, yıldırım gibi burçlara koştu. Merdivenini kalenin burçlarına dayayarak tırmanan bu yiğit, üzerine hücum edenleri dağıtarak, belinde taşıdığı bayrağı kale burcunda dalgalandırarak ilk zafer işaretini verdi. Bu dev yapılı yağız sipahi Konyalı Hüsameddin Yavlak Arslan'dı.
ANTALYA'YA GİRİŞ HADRİANUS KAPISI'NDAN
Selçuklu ordusu hücuma geçti ve Antalya Kalesi'nin bir burcunda Selçuklu bayrağı dalgalanmaya başladı. Bir yandan da düşman ok yağmuruna tutulmuştu. Mücadele çok uzun sürmedi. Ardından kale kapıları da açılarak bütün asker kente girdi. Gün kararmadan Antalya Kalesi'nin her burcunda bir Selçuklu bayrağı dalgalanmaya başladı. Güneşin son ışıkları Pamfilya Denizi'ni bir yol gibi çizerken Gıyaseddin Keyhüsrev egemenlik sembollerinden belinde 'kemer', başında 'külah' ve kolunda 'yay' olduğu halde, bir zamanlar Roma İmparatoru Hadrianus'un onuruna yapılan üç gözlü kapıdan törenle bir fatih olarak kente girdi. Doğruca limana indi. Sahilde demirlemiş gemileri gözden geçirerek yanındaki tüccarlara sordu: "Hangisi sizin geminiz?" Tüccar, eliyle geniş karınlı bir yelkenliyi işaret ederek: "Mendireğin yanındaki efendim. Allah sizden razı olsun." I. Gıyaseddin Keyhüsrev gülümseyerek, "Allah sizden de razı olsun. Frenkler bizim bir gemimizi, biz de onların kentlerini aldık. Hem de size verdiğimiz sözü yerine getirdik. Ayrıca tüccarlardan alına gelen bac, abur ve daraib vergileri ile avarızdan muaf olacaksınız" dedi.
İLK TÜRK DENİZ GÜCÜ
Böylece Selçuklu ülkesinde Antalya, uygun vergi kolaylıkları ile kısa bir zaman içinde önemli dış ticaret kapısı olarak gelişecektir. Çünkü burası, o devrin bir başka güçlü devleti Mısır'a açılan bir liman idi ve Antalya'nın alınması, Selçuklu ülkesine yeni dış ticaret kapılarını açmıştı. Doğal olarak bu dış ticaretin korunması için Antalya'da gemilerin yapılmasını; ticaret gemilerinin korunması için de savaş gemilerinin inşasını gündeme getirmişti. Böylece Türkler, dış ticaretin gelişmesine bağlı olarak bir deniz gücü de oluşturmak yolunu tuttular. Böylece ilk Türk Deniz Gücü Antalya'da kurulmuş, Türk denizciliği için Antalya ve daha sonraları Alanya bir ocak görevi üstlenmiştir.