Daha önce Antalya'nın Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü rehberliğinde gezdiğim bu müzeye, yarıyıl tatilinde Antalya'ya gelen kızım, damadım ve torunumu götürdüm. Henüz görmeyenler için bilgi vereyim: 11 bin adet oyuncak envanteriyle Türkiye'nin en büyüğü olan Anadolu Oyuncak Müzesi'nde neredeyse yok yok. Gezi, müze turu, anılar odası ile başlıyor. Pinokyo- ahşap, Masalcı Nine, Temel Reis, garaj, istasyon, sınıf, yapboz, Fatoş oyuncakları, peluş oyuncaklar, esnaf sokağı, Anadolu oyuncakları, Kaleiçi Sokağı ve Anadolu oyuncak tarihi gibi temalarda salonlar yer alıyor. Anadolu oyuncak tarihi teşhirinde, bu coğrafyada var olmuş medeniyetlerden kalma binlerce yıllık oyuncakların taklitleri ile Oyuncak Tarihi salonlarında devam eden gezi turu, iki vagonlu elektrikli mini tren yolculuğu ile sona eriyor. Ayrıca çocuklara özel müze bahçesinde birçok etkinlik alanı da yer alıyor. Yaklaşık 2 saat süren müze turunda 15 salonda, 15 ayrı temada ve 74 vitrinde sergilenen 11 bin oyuncaktan her birinin hikayesini de görevlilerden öğrenmek mümkün. Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü'nün büyük emek vererek, Prof. Dr. Nevzat Çevik kreatörlüğünde, müzenin müdürü Emrah Ünlüsoy ile birlikte meydana getirdikleri Anadolu Oyuncak Müzesi'ni bu 3. ziyaretim olmasına rağmen, her seferinde yeni yeni oyuncaklar, yeni detaylar keşfediyorum. Müze ister istemez insana, çocukluk günlerini hatırlatıyor. Hem de nasıl bir hatırlatma. Birden çocukluk yıllarında buluyorsunuz kendinizi.
ÇOCUK OYUNCAKLARI
1960'lı yılların ortalarına, yani Dr. Avni Tolunay'ın çıkmaz sokağa varana dek betonla kaplatana kadar, Antalya'nın bütün sokakları topraktı. Sokakta bol bol toz ve çamurla oynardık. Bütün oyuncaklarımızı, çamurdan yapardık. Sokakta, yanı başımızda arıklarda akan suyu teneke kutularla getirip toprakla karınca da, gönlümüzün istediği her bir şeyi yapardık, bu tozlu yollar içinde. Gözlerimiz de hep mikrop kapardı. Bir gün sabah uyandığımda gözlerimi açamadım. Göz kapaklarıma tutkal sürülmüştü sanki. Göz kapaklarım bir türlü açılmıyordu. Başımı su dolu leğenin içine soktular. Gözlerim suyun içinde bir süre ıslandıktan sonra kirpiklerimin arasındaki inatçı çapakları itina ile söküp attılar. Gözlerim tekrar görmeye başlayınca ne yaptık biliyor musunuz? Yine tozun içine, çamurdan evler yapmaya. O günlerde babamın bana aldığı ibikli bir toprak testim vardı. İçine su doldurup, ibiğinden üfleyince öterdi. Kuş sesi çıkartırdı su dolu iken. Bütün arsalar, bahçeler, sokaklar bizimdi. İnşaatlarda kum yığınları, çakıl tepeleri, tahtalar, demirler, sahibi bilinmez arsalar ve bahçelerde bitmez tükenmez oyunlar yaratırdık. Hiçbir oyun bulamasak bile, ısırgan otlarını alır, birbirimizin vücutlarının açık olan yerlerine sürerdik. Isırgan otu, deriyi kızartır, acıtır, oldukça kaşındırırdı. O olmazsa pisi denilen bir ot vardır. Onları, arkadaşın gömleğinin bir ucundan içeri salar ve kaçardık. Ot hareket ettikçe, vücudun her yerini dolaşır, insana müthiş bir rahatsızlık verirdi. Bazen bu yüzden anneler arasında kavgalar çıkardı. Kızlar baharda papatya veya portakal çiçeklerinden kendilerine taçlar, kolyeler yaparlardı.
OYUNCAK SATICILARI
Mahalle mahalle dolaşan oyuncak satıcıları, ellerindeki kaynana zırıltısı ve ağızlarında çaldıkları düdükleri ile çocukları adeta büyülerlerdi. Çocuklar düdükleri, kendileri de satıcı kadar çalacaklarını zanneder; ancak hemen birkaç üfleyişte çalamadıklarını görünce, verdikleri paraya üzülürlerdi. Yenikapı semtindeki çocuklar, kentin diğer mahalle çocuklarına göre daha şanslı idi. Bizim sokak araları, Pali Bahçesi, Remzi Bey'in boş bahçesi dışında Karaalioğlu Parkımız; bugünkü kapalı spor salonunun bulunduğu yerde çocuk parkımız vardı. Bu çocuk parkında çeşitli büyüklükte birkaç tane kum havuzu, tahterevalliler, salıncaklar, idman yerleri bizi bütün gün oyalardı. Bazen de elimize kırık kiremit veya birer mermer parçası alır, gazoz kapağı oynardık. Bu oyun, gazoz kapaklarını bir üçgen veya çemberin içine dizmek ve oradan eldeki kiremit parçasını atarak, dışarı çıkarmak biçiminde oynanırdı. Erkek çocukların en çok oynadığı bilye oyunu aynı şekilde idi. Bunlardan başka, çikletlerden çıkan futbolcu veya artist resmi biriktirmek de biz çocuklar için bir eğlence kaynağı idi. Günümüzde yeni teknolojiye uygun atari ve tablet oyunları çıktı. Çocuklar sokakta oynamayı bilmiyor. Gerek de duymuyor. Gidip, görmeyenler için önerim; muhakkak çocuğunuzu alıp bu müzeye gidin; hem çocuğunuz hayatında unutamayacağı bir gün geçirsin, hem de siz çocukluk yılları hatıralarını bir kez daha yaşayın.
BEZ BEBEKLER
Benim çocukluğumda kızlar bezden yapılmış bebeklerle oynar; biraz daha büyüyünce kağıt bebeklerle oynamaya başlardı. Minik kızlar ablalarına "bizlere bebek yap"diye yalvarır, bebek yapılınca da bu kez elbiselerini isterlerdi. Kızlar bebekleri kucaklarında taşır; yedirir içirir, oyuncak beşiklerde uyuturlardı. Çocukluğumda doğru dürüst oyuncak yoktu. Oyuncaklar daha çok gürültü yapan şeylerdi. Tahtadan kabaca yapılmış, ucuz üstübeç boyalarla boyanmış bu basit oyuncaklar, gürültüsü ile çevreyi çok rahatsız ederdi. Özellikle 'Kaynana Zırıltısı' denen ve dişli tahta küçük bir tekerleğin üzerine yerleştirilmiş bir tahtadan oluşan bir oyuncak, çocuklar tarafından çevrildiği zaman çıkan gürültüye büyükler hiç dayanamazdı. Çocuğa biraz uzakta oynaması birkaç kez tembihlenir; aldırış etmezse, hiddetle çocuğun elinden oyuncağı alınıp kırılarak bahçeye fırlatılırdı. Pişmiş topraktan yapılan küçük ibrik şeklinde, içi su dolu düdükler; yine aynı malzemeden yapılma dümbelekler (darbuka) büyüklerin başını ağrıtan oyuncaklardı. Trampet ve davullar, kargıdan (Bambu) yapılma düdükler de çocukların severek çaldığı; ancak büyüklerin gürültüsü yüzünden hiddetle karşı çıktıkları şeylerdi. İnce uzun bir kargının başına geçirilen döner kâğıt fırıldaklar, kamçı veya kaytanla (Kalınca ip) çevrilen topaçlar, küçük beşik, telden yapma arabalar, hacı yatmaz gibi oyuncaklar gürültüsüz olduğundan, büyükler bunlara karışmazlardı.