Geçen ay içinde, Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü, sağ olsun Kepez eski Dokuma Fabrikası içinde kurduğu ve resmi açılışından önce davet edip, her parçasında emeği ve hayali olan, Anadolu Oyuncak Müzesi'ni bize gezdirmişti. Daha önce Sunay Akın, Antalya'da 3 bin parça oyuncaktan oluşan bir Oyuncak Müzesi'nin kreatörlüğünü yapmıştı. Ne yalan söyleyeyim, Hakan Başkan müzeyi gezdirmek için beni davet edince, öyle ön yargılıydım ki, kelimelerle ifade edemem. Sunay Akın'ından sonra, bir oyuncak müzesi, daha iyisi nasıl olabilirdi? Olamazdı da. Böyle düşünmüştüm. İtiraf ederim, meğer bir değil, bin kere yanılmışım. Müze gezimiz sonunda, Hakan Başkan "Nasıl olmuş?" diye sorunca, önyargımı ona söylemekten utandım. Söyleyemedim. Ancak "Çok güzel, müthiş bir müze olmuş" diyerek kendisini büyük bir sevinçle tebrik edebildim.
HAKAN BAŞKAN ANLATIYOR
"Oyuncak denilince kiminin aklına araba, kiminin aklına saçları güneş gibi parlayan bir bebek, kiminin aklına tahtadan bir at gelir. Tahta Atlar ve benzer hayvanların seri üretimlerine, Almanya tarafından 1700'lerde başlandığını biliyor muydunuz? Oyuncak Bebek devrinin başlangıç hikayesinin baş rolünde ise Alman Heinrich Schiliemann vardır." Hakan Başkan'nın gözleri ışıl ışıl. Bize o günleri, sanki kendi yaşamış; vitrinlerde bize gösterdiği oyuncakları, adeta yüzyıllar öncesi kendi oynamışçasına, oyuncakların en ince ayrıntısına, hikayesine kadar teker teker anlatıyor, anlatmaya devam ediyor. "1800'lerin başlarında tahta eklemli, kalıpta işlenmiş bebekler yapılmaya başlandı ve bu bebeklere de Sonneberg Bebekleri ismi takıldı. Ortaçağda çocuklar ağırlıkla şövalyeler, atlar, askerler ve bebekler ile oynarken, 1950'lere gelindiğinde; henüz uzaya çıkılmamış, aya gidilmemiş ama devrin oyuncakları Astronotlar, Uçan Adam figürleri ve çeşitli silahlar ve değişik teknolojileri içeriyor. Çocuklar yaşamlarındaki ilk hayallerini, oyuncaklarla kurarlar. İşte, bu oyuncaklarla oynayan, hayal kuran çocuklar, büyüdüklerinde astronot oldular, uzaya çıktılar, hatta aya bile gittiler."
"BAVUL İLKOKUL ÇANTASI"
Anlatırken, Hakan Başkan'ın ağzından bal damlıyor. Bir bölümden, diğer bölüme geçiyoruz. Aaa..! O da ne? Siyah önlükleri, beyaz kolalı yakaları ile, eski okul sıraları, kara tahtası, okul defterleri ile komple ilkokul birinci sınıf, küçük bir odaya sığdırılmış. Hepimiz ilkokul birinci sınıfı okuduk ya... Huyumuz kurusun. İlle de bir eksiklik arama içgüdüsü işte. Daha neler eklenebilirdi diye, etrafıma bakınıyorum. Fazlası var, eksiği yok. Aaa, işte duygularımın zirve yaptığı an? Okul sırası üzerinde, tahtadan yapılmış, köşeleri çabuk eskimesin diye, köşebentli 'bavul' okul çantası. Yıllarca çocuklarıma göstermek için, bu çantayı çok aramıştım. İşte şimdi o çanta, karşımda duruyordu. O an, zamanda 65 yıl öncesine ışınladım edata. İlkokuldaki o günlerimi tekrar yaşıyordum, özellikle bavul şeklindeki tahta çantam da elimdeydi: Bilenler bilir; o günlerin ilkokul öğrencilerinin çantaları tahtadan bir valiz şeklindeydi. Köşelerinde de sağlamlaştırmak için tenekeden köşebentler konmuştu. Bazılarının çantaları ise sağlam olsun diye tamamen teneke ile kaplı olurdu. Ağır olan bu çantalar, içine defter, kitap, kalem konunca daha da ağırlaşırdı. Önünde de bir kilidi vardı. Öğrenci, çantasının anahtarını boynuna astığı silgi ile beraber taşırdı. Okuldan eve dönerken bazı çocuklar yüksek kesimlerde bu çantayı buzda üstüne oturarak, kızak gibi kullanırlardı. Bazıları ise "hangimizin çantası daha sağlam" diyerek bu valiz şeklindeki okul çantalarını var güçleri ile diklemesine çarpıştırırlar, sonucuna bakarlardı. Bazen bu yarışma sonunda, birisinin çantası parçalanır, defterler, kitaplar, kalemler etrafa saçılırdı. Eşyalarını ve çantanın parçalarını kucağına toplayan çocuk, babasından yiyeceği dayağı düşüne düşüne evin yolunu tutardı. Çünkü o zaman orta halli aile için okul çantası bir servetti. Böyle bir çanta alamayacak kadar parası olmayan çocuklar, annesinin diktiği bez torbaları çanta olarak kullanırlardı. Çünkü o yıllar, her şeyin kıt olduğu yıllardı.
GEZMEK İÇİN 2 SAAT GEREKLİ
Müzeyi sayfalar dolusu yazsam bitecek gibi değil. Her obje, insanı bir yerlere götürüyor. Müzede görülen eserler 81 il, 16 ülke, bit pazarları dolaşılarak ve bir kısmı müzayedelerden satın alınarak bir araya getirilmiş. 750 metrelik alan üzerinde sergilenen, 8 binden fazla obje, oyun bahçesi, etkinlik alanı, kütüphanesi ile Türkiye'nin en büyük müzesi. Müzenin bahçesindeki çeşitli oyun aletlerinden, 1000 yaşlarında oldukları tahmin edilen iki zeytin ağacından, bahçesinde çocukların gezebileceği çuf çuf eden Kara Tren'den söz etmediğim, şimdi aklıma geldi. Oyuncaklar 15 ayrı konsepte, 15 ayrı bölümde ve 74 vitrinde sergileniyor ve eklentiler de sürdürülüyor. Müze, o kadar çok yönlü ki, daha anlatılacak bin bir güzelliği var, ama sayfada bana ayrılan yer bitti. Başta Sayın Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü olmak üzere, Müzenin Kreatörü Sayın Prof. Dr. Nevzat Çelik'e, oyuncakları toplama, teşhir ve tanıtımında Hakan Tütüncü Başkan ile gece gündüz demeden, büyük bir özveri ve emek harcadığını öğrendiğim Sayın Emrah Ünlüsoy'a; Antalya'ya böyle seçkin bir müze kazandırdıkları için; bir Antalya sevdalısı olarak teşekkür ediyor ve kendilerini ayrı ayrı kutluyorum. İyi ki, Antalya için varsınız...
TEK KELİME İLE MÜTHİŞ
Müze'de yalnız yakın geçmişin oyuncakları değil, M.Ö. 2500 yıllarına ait, tekerlekli hayvan figürleri oyuncaklar bile var. Milattan önceki devirlere ait kilden yapılmış oyuncaklar, insanı binlerce yıl önceye götürüp, o devir insanlarının da çocukluk yaşadıkları, hangi oyuncaklarla oynadıkları realitesine sürüklüyor. Haydi onu bırakın, Osmanlı döneminde İstanbul' Eyüp'te hayvan bağırsağından yapılmış balonlar, tahta topaçlar, tefler, düdükler, yürüteçler, daha neler neler... Çocukken, yaptığımız telden arabalar, çevirdiğimiz çemberler ve diğerleri. Hangi birini sayayım? Tek kelime ile müthiş bir müze.